HUYUM KURUSUN
Engin Atay, Spor Servisi’ne yeni başlayan Şirin Berber’i şöyle işletti:
- Şirin Abi kimseye söyleme, bende çok kötü bir tik var. Karşımdaki ne yaparsa ben de onu yapıyorum.
Şirin Berber, “Kimseye söyleme” tembihini hemen yerine getirdi ve:
- Milleeet toplanın! Engin’e bakın şimdi, dedi.
Herkes toplandı.
Şirin başını kaşıyor, Engin “Yahu yapma şunu” diyerek yalandan başını kaşıyor! Şirin hoop kazağını çıkarıyor, Engin kazağını çıkarıyor. Şirin masanın üstüne çıkıyor, Engin masanın üstünde… Şirin takla atıyor, Engin takla atıyor.
Her şey iki kere oluyor! Tek fark var:
Şirin Engin’e, geriye kalanlar Şirin’e gülüyor!
...
KONUŞUYO LAN BU!
Cahit Eroğul, bir başka gazeteden muhabir arkadaşı Raşit ile birlikte Beşiktaş – Gaziantepspor maçının bitiminde soyunma odalarına gidiyordu. Birden yanlarından G.Antep’in G.Afrikalı esmer futbolcusu Kompela’nın geçtiğini gördüler. Türkiye henüz siyahi oyunculara alışmamıştı.
- Anaa, yamyama bak, simsiyah!
Cahit, sonrasındaki şaşkınlığı bugün hâlâ unutamıyor.
- İnsanları tenlerine göre değerlendirmek biraz ayıp olmuyor mu, demiş tertemiz bir Türkçe ile Kompela….
...
BİR MAHSUN MOR MENEKŞE
Özkan Eminoğlu her zamanki gibi, kendi tabiriyle “İndira Gandi” yapmış. “Cebe indirmekten” mülhem bu tabir, beleş eşyaya konmak anlamında kullanılır. Özkan’ın bu kez “indir” yaptığı şey, mor bir atkı…
Ferhan Dinçer’le birlikte Almanya’da dolaşıyorlar. Almanya Ferhan Ağabey’in ikinci vatanı…
Arada bir Özkan’ı uyarıyor:
- Çıkar şu atkıyı…
Özkan oralı değil:
- Niye abi, ne güzel yakışıyor işte…
Bir iki derken ertesi gün tek başına Hamburg’u gezen Özkan, bazı kötü bakışlı insanların, etrafında dolaştığını hissediyor. Akşam Ferhan Dinçer’e soruyor:
- Abi bana niye tuhaf tuhaf bakıyorlar?
Ferhan Bey ölçülü bir kahkaha eşliğinde izah ediyor:
- Özkancığım, iki gündür sana söylemeye çalışıyorum. Mor renkli atkıyı buralarda eşcinseller kullanır.
...
SUİKAST
Kabul etmek gerekir, kötü bir şakaydı. Sabancı Center’a suikast düzenlenmiş. İstanbul gergin bir gün yaşıyor.
Hasan Sarıçiçek sapsarı bir vaziyette müdürün odasına dalıyor:
- Yahu abi olmaz böyle şey! Bu benimki ne şanssızlıktır!
- Hayırdır, ne oldu?
- Polisten aradılar. Sabancılar’a suikast saatinde güya benim arabam o binanın önünde görülmüş! Ben sabah evden çıktım, buraya geldim. Şimdi beni karakola çağırıyorlar!
- Bir yanlışlık vardır hocam, biraz otur, sakinleş.
Ne gezer… Hoca yerinde duramıyor… Müdür şakayı kimin yaptığını merak ediyor, kızgınlıkla… “Şakadır” bile diyemiyor Hasan Sarıçiçek’e…
Şakayı yapanı sonradan öğrendik ama burada bile yazamayacağız, çünkü Hasan Hoca’nın siniri hâlâ geçmiş değil. “O şaka yüzünden sarılık oldum” diyor.
Ama telsiz efektleriyle, ciddi komiser rolüyle kusursuz bir şakaydı.
...
TÜRKLER’E VİZE YOK
Sadık Söztutan ve Hasan Sarıçiçek, İstanbul’daki patlamalar sebebiyle Gelsenkirchen’e alınan Beşiktaş – Chelsea Şampiyonlar Ligi maçına gitmişti. İki arkadaş oradaki akrabalarında geceyi geçirdikten sonra ertesi gün maçın oynanacağı Schalke Auf Arena’nın önünde buluştular. Ama Sadık Söztutan maç biletini gece kaldığı Dortmund’daki evde unutmuştu!
- Kısmet hoca, sen gir maça…
Skandal… Türkiye’den kalk gel, burada maça gireme… Hasan Sarıçiçek içeri girerken Sadık Söztutan bari bir televizyon bulup maçı oradan izleyeyim diye stadın etrafında dolaşmaya başladı.
Sürpriz!
Kapı görevlilerinden biri bir Türk kızıydı; ve Şampiyonlar Ligi tarihinde belki de ilk kez birisi bir maça biletsiz giriyordu!
...
AH ORHAN AH!
Bir dönem televizyonlarda “reality show” formatında şaka programları yapılıyordu. Olmayacak bir haber olmuş gibi kurgulanıyor, şahitler dinleniyor, tartışmalar yaşanıyordu. Öyle ciddi yapılıyordu ki, bazıları bu olayların gerçek olduğunu sanıyordu.
“Mermiyi havada yakalayan adam” haberi yapılıyor, çekim sırasında güya adam kurşunu ıskalayınca vurulup ölüyordu. Bu gizli şakayı anlamayanlar “Haber için insan öldürülür mü?” diye isyan ediyordu.
Ya da Haliç’in dibinde Bizans’tan kalma hazinelerin bulunduğu belirtilip canlı yayında suya giriliyor, sandıklar çıkarılıyordu.
Bunlardan biri de, “Beşiktaşlı Orhan’ın bir Avrupa maçında İtalyanlar karşısında penaltı kaçırdıktan sonra hayata küsüp otuz yıldır yer altında yaşadığı” haberiydi. Golcü, gençliğinde gollerini hep doksandan attığı için “Doksan Orhan” diye ün salmışmış.
Televizyonda olayı ballandıra ballandıra anlattılar, “Ah Doksan Orhan zamanında müthiş adamdı” diyen bazı şaka ortağı spor yazarlarını konuşturdular, hatta -güya- “Doksan Orhan”ın penaltısını kurtaran İtalyan’ı bile buldular! Altobelli Mazaralli filan gibi İtalyan’a benzeyen bir isim uydurarak! Programın sonunda da hayali “Doksan Orhan”ı yer altından çıkardılar!
Ertesi sabah serviste Hasan Sarıçiçek, akşamki programın etkisindeydi:
- Arkadaşlar Doksan Orhan’ı gördünüz mü, ne kadar çökmüş ve yaşlanmış…...
...
DİREKLER ARASI
Serviste Fenerbahçe – Galatasaray derbisini seyrediyoruz. Hakan Şükür’ün şutunda top direkten dönünce Cimbomlular heyecanla ayağa fırlıyor. Ama iflah olmaz Fenerli Yılmaz Akay sakin:
- Zaten top Rüştü’nün kontrolündeydi…
...
BİR SORU
Servisin yenilerinden Hüseyin Köksal merak etti:
- Bu Franz Beckenbauer, Fransız’dı değil mi?
...
OYUN KURUCU
1996 yılının aralık ayında Galler Milli Takımı ile Cardiff’te oynadık. Müsabaka golsüz bitti. Maçtan sonra Galler’in hem kalecisi hem de yardımcı antrenörü pozisyonundaki ünlü oyuncu Neville Southall medyanın karşısına çıktı. Kendi basınına öfke doluydu:
- Hepiniz gübresiniz! İnsanlara b.k atmaya bayılıyorsunuz. Bizden Forrest Gump gibi koşmamızı bekliyorsunuz. (Forest Gump, Tom Hanks’e Oscar getiren ünlü film.)
Basın toplantısı sonrasında Sadık Söztutan, Hasan Sarıçiçek, Ahmet Bilici ve İngiltere muhabiri Bilgin Çaklı’dan oluşan ekibimiz Southall’in sözlerini değerlendiriyor. Sadık Söztutan diyor ki:
- Ben bu yabancı futbolcuların konuşma üslubuna bayılıyorum. Bizimkiler kazanınca “Çok iyi oynadık”, kaybedince “Önümüzdeki maça bakacağız”dan başka söz bilmiyor.
Burada adını vermek istemediğimiz bir arkadaşımız olaya farklı bakıyor:
- Ben Forrest Gump’ı tanıyorum, orta sahada oynuyor.
...
MERKEP ŞAKASI
Sadık Söztutan ile Hasan Sarıçiçek, Milli Takım kafilesi ve kalabalık bir gazeteci grubuyla yurt dışından dönüyordu. Atatürk Havalimanı Dış Hatlar pasaport kontrolünden önce Sadık Söztutan geçti. Geliş salonunda Hasan Sarıçiçek’i beklemeye başladı.
Söztutan, kendisinin hemen arkasından pasaport kontrolüne giren Sarıçiçek’in bir türlü gelmemesinden sıkkın… On dakika, yirmi dakika, yarım saat; ı-ıh!
Bir saat gibi bir zaman geçmişti; Sadık Söztutan, cep telefonu kapalı durumda bulunan Sarıçiçek’in kendisini görmeden geçip gittiğini düşündü.
Tam o anda Sarıçiçek sapsarı bir suratla çıkageldi:
- Böyle şey olmaz, diyerek…
- Hayırdır? Nerede kaldın?
- Pasaportumu uzattım, polis evirdi çevirdi, gel benimle deyip beni havalimanı karakoluna götürdü. Bir terör örgütüne mensup olabileceğimden şüphelendiklerini söyledi! Bu şakayı Faik Gürses yapmış olabilir.
Kimse ile bir düşmanlığı olmayan, Türkiye’de bir terör örgütüne mensup olabilecek son insan Hasan Sarıçiçek, kendisini çok sarsan bu şakanın şüphelisini sonraki günlerde habire değiştirip durdu; yazılarında eleştirdiği Ali Şen’den, Fatih Terim’e, Faik Gürses’ten Faik Çetiner’e…
Olay hâlâ muamma…...
...
BEN BÖYLE KILIBIK GÖRMEDİM!
Serviste sürüp giden bir kılıbıklık tartışması var ki, ayrı bir kitap konusu… Herkesin ortak favorisi, kılıbıklık kürsüsünün birinci basamağında Tahir Kum var. Eşi telefon ettiği zaman çayını yarım bırakıp koşan adam…
İki numara Naci Arkan… Hatta bazı arkadaşlar ona “Naci-ye” diyor, birçok kadından daha iyi yemek yapıyor, her türlü hamur işi, en olmadık etli yemekler… Çamaşır, bulaşık, ütü… Eşine iş bırakmıyor!
Ve üç numara… İki aday var, Selami Özsoy ile Yılmaz Akay… Ama Yılmaz Akay şu olayla fark atmış. İddiaya göre bir sabah öfke ile servise gelmiş:
- Bugün hanıma öyle kızdım ki… Vurdum, parçaladım… Derken anne evine…
- Bi dakka, bi dakka, nasıl yani?!
- Kızınca telefonumu yere vurdum, kırıldı. Kızgınlıktan geceyi sokakta geçirdim. Dünden itibaren de annemin evinde kalıyorum.
- Çok kötü dağıtmışsın Yılmaz Abi, aman elini kana bulama…
...
GAZETECİ SORAR
1990-91 sezonunda G.Saray maçını galibiyetle bitirmiş ve ligin ilk yarısının bitimine bir hafta kala puan farkını 4’e çıkarmış. Mustafa Denizli’nin basın toplantısında Özkan Eminoğlu sorusunu sormuş:
- G.Saray ilk yarıyı lider bitirdi diyebilir miyiz?
Bütün gazeteciler gibi Denizli de gülümsemiş:
- Olur… Diyelim istersen. ...
...
SEVİYELİ BİR ELEŞTİRİ
Güreşte Olimpiyat ve Dünya Kupası şampiyonu olmuş yazarımız İsmet Atlı’dan güzel bir anekdot:
1960 Roma Olimpiyatları’ndayız. Atletlerimizden Ekrem Koçak biz güreşçileri biraz küçük görüyor. Elimizle yemek yiyormuşuz, kibar değilmişiz filan… Epey kırılmıştım.
Biz olimpiyat şampiyonu olduk. Ekrem Koçak’ın yarışını izlemeye gittik. Sonuncu oldu.
Akşam otelde Ekrem Koçak dahil bütün sporcular bir arada iken bir sandalyenin üstüne çıkıp dedim ki:
- Ey millet! Bir Türk olarak bugün Ekrem’le gurur duydum. Bütün gavurları önüne katmış, kovalıyordu!
...
RAUL’E BRAVO
Mustafa Karagöl akşam televizyonda Real Madrid’in maçını izlemiş. Kafası biraz karışmış olarak sabah servise geliyor. Karagöl’ün kafa karışıklığının sebebi şu; Real Madrid’in ünlü golcüsü Raul’u tanıyor ama defanstaki Raul Bravo’yu tanımıyor:
- Bu spikerleri anlamak mümkün değil, adam Raul’ün her hareketine “Bravo” diyor yahu. Top kaptırıyor “Raul bravo”, faul yapıyor “Raul bravo.” Bu kadar yalakalık olur mu?!
...
ŞEKER ŞEY…
Aralarında bizden de iki kişinin bulunduğu gazeteci grubu, Milano’da, İtalya – Türkiye milli maçına gitmek üzere otellerinden çıktı.
Çıkar çıkmaz da otelin hemen önünde, kaldırım kenarında genç bir satıcı ile karşılaştılar.
Motosikletli delikanlı, bütün gazetecilerin rüyası olan Nikon marka süper bir fotoğraf makinesini kutusundan çıkarmış, elinde tutuyordu:
- İlgilenmez misiniz?
Bizimkiler hemen ilgilendi. İşin daha ilginci, kibar delikanlı, piyasa değeri dört bin dolar civarındaki makine takımını iki bin beş yüz dolara veriyordu.
Bizimkilerden birisi ciddi şekilde talip oldu ve her Türk gibi, adamın yarı fiyatına satması yetmezmiş gibi:
- Bize son kaça olur, diye sordu.
Genç adam bir süre düşündü:
- Hadi son iki bin diyelim.
Bizimki hemen elini cebine attı, kaçırmaya niyeti yoktu. Motosikletli genç parayı aldı, doğal olarak, açılmış ve “ellenmiş” makine yerine, motosikletin arkasındaki “sıfır” kutuyu bizimkine uzattı.
Bizim muhabir kutuyu açmakla uğraşırken, motosikletli genç teşekkür edip uzaklaştı.
Arkadaşımız kutuyu açtığında iki bin dolara iki kilo toz şeker satın aldığını büyüyen gözlerle gördü!
...
BUYUR BURDAN YAK!
1992 yılıydı. Türkiye Kupası’nın finalinde Bursaspor’la Trabzonspor buluşmuştu.
Finalin ilk ayağını 3-0 gibi net bir skorla kazanan Bursaspor’da sevinç büyüktü. Futbolcular, teknik heyet, yöneticiler bu zaferin sonrasında sabahlara kadar eğlenmiş, içkiler içip sarhoş olmuş, taraftarlar şehirde sevinç turları atmıştı.
Spor yazarlarımızdan İrfan Özfatura o günkü köşe yazısında, “Kendinizi bu kadar kaybetmeyin. Finalin rövanşı var. Bugün siz 3 attınız, yarın Trabzon 5 atar, kazandığınızı sandığınız kupa elinizden gider” diye yazmış, Bursa’daki bir yerel gazete de bu satırları alıp “Bursaspor düşmanı” diye yayınlayınca hepimiz için zor günler başlamıştı.
Bursalı taraftarlar gazeteyi telefon yağmuruna tutuyor, öfke kusup, hakaret ediyorlardı.
İçimizde en çok üzülen de İrfan Özfatura’ydı. Bir yandan “Beni yanlış anladılar” diyordu, öbür yandan gazetenin zarara uğramasından korkuyordu. Kalbi çok kırılmıştı.
Ertesi hafta rövanş oynandı; Bursaspor Trabzon’da (1-0 öne geçmesine rağmen) 5 gol yiyerek kupayı rakibine kaptırdı!
- THE SON -
0 yorum:
Yorum Gönder