Futbol ; Faİr Play, Cesaret, Mücadele ve Zafer...

20 Ekim 2014 Pazartesi

Özetle Son İkİ Ay

Uzun sayılabilecek bir aradan sonra tekrar merhaba demek istiyorum.Bloga yazı yazmayı çoğu zaman canım istese de gerek yoğunlaşan işler gerekse vakit darlığı ve diğer dış faktörler bir şekilde buna mani oluyor.Son postumu attığımızdan bugüne neredeyse iki ay gibi bir süre geçmiş aradan.Son yazımızı Beşiktaş - Arsenal maçı ile ilgili paylaşmışız.O günden bugüne gelene kadar ülkede futbol adına bir yandan bir çok gelişme yaşanırken diğer yandan hiçbir şey olmadı demek de yanlış olmaz sanırım.
 Beşiktaş Arsenal'e elenip yoluna Uefa Avrupa liginden devam ediyor ,Beşiktaş'ın elendiği Arsenal bir diğer temsilcimiz olan Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi grubunda rakibi oldu ve G.s. İngilizlerle oynadığı ilk maçı biraz da Prandelli'nin 3'lü savunma denemesi faktörüyle kaybetti.Galatasaray başkanı Ünal Aysal erken seçime gitme kararı aldı ve yeni seçimlerde aday olmayacağını açıkladı.Galatasaray'da yeni başkanlık için iki aday yarışacak ; Duygun Yarsuvat ve Alp Yalman.
 İki gün sonra Galatasaray grubun bir diğer zorlu ekibi Borissia Dortmund ile Ttnet arenada karşılaşacak.
 Cumartesi günü Galatasaray - Fenerbahçe derbisini izledik.Derbi genel manada çok kaliteli bir futbola sahne olmasa da Sneijder'ın iki muhteşem golü izlemeye değer nitelikteydi.


 Milli takımımız bu periyotta iki maç oynadı ve iki maçtan da maalesef istediğimiz sonuçları alamadık.Böyle giderse Avrupa bileti de hayallere karışacak gibi görünüyor.Umarım yanılırız.
Ülkede son iki ay içerisinde futbolda özetle bu gelişmeler yaşandı.Başta dediğimiz gibi bir yandan anlatılacak çok şey var diğer yandan hiç bir şey ...

8 Ağustos 2014 Cuma

Beşiktaş vs Arsenal




Şampiyonlar Ligi play-off ön eleme turunda Hollanda'nın Feyenord ekibini elemeyi başaran temsilcimiz Beşiktaş bir sonraki eleme maçı için çekilen kurada İngiltere'nin Arsenal takımıyla eşleşti.
Beşiktaş ile Arsenal arasındaki ilk maç 19 veya 20 Ağustos'ta İstanbul 'da, rövanş karşılaşması ise 26 veya 27 Ağustos'ta Londra'da yapılacak.
Ayrıca UEFA Avrupa Ligi temsilcilerimizin de rakipleri bugün belli oldu.Play-off turunda Trabzonspor, Rusya'nın Rostov takımı ile eşleşirken, Karabükspor'un rakibi ise Fransa 'nın St-Etienne takımı oldu.
Avrupa'da ülkemizi temsil edecek tüm ekiplerimize başarılar diliyoruz...

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Bunlar da Halilhodzic'in Çilekleri

Yeni hocası Vahid Halilhodzic'in transfer konusunda yönetime ültimatom vermesinden birkaç gün sonra transferde sıcak saatler yaşayan Trabzonspor bugün iki oyuncu ile anlaştığını resmen duyurdu.Gerçi tecrübeli hoca bunlardan hariç 3 yeni isimin daha kadroya katılmasını talep ediyor ya neyse o konuya sonra değiniriz.
Bugün açıklanan oyuncular ; Oscar Cardozo ve Kevin Constant. Cardozo için Portekiz'in Benfica kulübüne 5 Milyon Euro ödeneceği belirtilirken , K. Constant için ise Milan kulübüne ödenecek bonservis bedeli 2.5 Milyon euro.Aslına bakılırsa bu isimler için bu rakamlar yüksek rakamlar değil gibi görünüyor , tabi bundan daha önemlisi oyuncuların yıllığına ve maç başına ödenecek ücretleri.Umarız Trabzonspor bu sezon geçtiğimiz sezonlardan daha güçlü bir kadro oluşturup tecrübeli hocasıyla lige renk katar ve şampiyonluk yarışının içerisinde olur.Türkiye futbol ligi açısından ve biz futbol severler açısından sevindirici haber bunlar.

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Younès Belhanda

Hatırlarsınız geçtiğimiz transfer sezonunda adı Fenerbahçe ile sıkça anılıyordu genç yetenek Belhanda'nın ancak transfer bir türlü gerçekleşmemişti.
Şimdi ise Beşiktaş'a gelmek üzere olduğu yazılıp çiziliyor.Manuel Fernandes'in gitmesiyle boşan mevkiyi Fas asıllı Fransa doğumlu ''Younès Belhanda'' ile doldurmak istiyor Bjk.Demba Ba'nın transferinin ardından Belhanda hamlesi taraftar için heyecan verici bir durum elbette.Önümüzdeki günlerde bu transfer haberinin doğruluk payını hep birlikte göreceğiz.Şayet transfer gerçekleşir ve Belhanda Beşiktaş'a imza atarsa o zaman 24 yaşındaki yetenekli oyuncuyu mercek altına alıp her birlikte analiz edebiliriz.

25 Temmuz 2014 Cuma

Demba Ba ve Beşiktaş

Geçtiğimiz iki sezonda özellikle maddi anlamda sıkıntılar yaşayan Beşiktaş mevcut şartlarda geçen sezon bana göre ligi iyi idare etti.Bunda Teknik direktör Slaven Bilic'in payı büyük.Koşan ve çalışan bir ekip oluşturmayı başarınca iyi maçlar çıkarttılar.
Dünya kupasının ardından kulüpler transfer çalışmalarına hız vererek ihtiyaç olan bölgelerini sağlama alma çabasına girdiler.Beşiktaş da kadrosunu forvet ile güçlendirmeyi tercih etti. Hugo Almeida gibi ağır ve kalıplı bir forvetten sonra Demba Ba gibi daha hızlı ve daha atletik bir forvet bana göre Beşiktaş'a olumlu etki yapacaktır.Demba Ba'nın mevcut şartlarda ve Bjk'nin içinde bulunduğu mali durumda yüksek bedellerle getirilip kadroya katılması elbette bir risk ancak gerek Türkiye liginde gerekse tüm liglerde bu yarışta ben de varım demek istiyorsan risklere de girmelisin,kesenin ağzını da açmalısın artık.Yönetimin bu hamlesi taraftarı memnun etmiş durumda.Ben de bir futbol sever olarak Demba Ba'nın eğer bir talihsizlik yaşamazsa ülkemizde başarılı olacağını düşünenlerdenim.Lige ve takımına renk katacağı kesin gibi ...

23 Temmuz 2014 Çarşamba

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Damn israel , Save Gaza


Filistin ateş altında , eli kanlı zalim,katil israil vuruyor Filistin'de zavallı çocuklar ölüyor.Nerede Birleşmiş Milletler , nerede Nato , nerede avrupa nerede dünya ? Bu insanlık ayıbına daha ne kadar sessiz kalacaksınız ?
Yaptıkların elbet karşılıksız kalmayacak siyonist , bebek katili israil !

18 Temmuz 2014 Cuma

Sabri Reis,Prandelli,Taraftar Açmazı

Son günlerde ülkemizin spor gündemine konu olan olaylardan bir tanesi de şüphesiz , Galatasaray'ın yeni teknik direktörü Cesare Prandelli'nin gelir gelmez ayağının tozuyla açıkladığı kamp listesi.Bu liste içerisinde en dikkat çeken isimlerin başında Galatasaray'ın kaptanlığını yapan Sabri Sarıoğlu ve Emanuel Eboue gelmekte.Sabri Sarıoğlu nam-ı değer Sabri Reis ülkemizde son yıllarda adı sıkça capslere ve geyik muhabbetlerine konu olsa da bu gerek Galatasaray için gerekse Türk futbolu için önemli bir yere sahip olmaması anlamı taşımıyor.Yeteneği,tekniği tartışılabilir ancak yüreği,forma aşkı,disiplini ve efendiliği asla tartışılmayacak isimlerden bir tanesidir bence.Yeni hocanın Sabri'yi ilk on birde düşünmemesine saygı duyabilirim ancak kamp kadrosuna almamasının bana göre elle tutulur bir yanı yok.Hele ki ülkemizdeki yabancı sınırından dolayı yerli oyuncuların kıymete bindiği şu dönemde.Galatasaray taraftarları sosyal medyada bu durumdan rahatsız olduklarını yüksek sesle dile getirmeye başladılar.Galatasaraylı yöneticilerden birisi dün bu konuda bir açıklama yapıp özetle Sabri'nin kamp kadrosuna tekrar çağrılmasını ümit ettiğini söylemiş,bakalım bu açıklama sadece bir temenni olarak mı kalacak yoksa yönetim içindeki ana fikir bu mu ?
He bir de bu olayın diğer tarafı olan vefa kısmı var.Sizler ne düşünürsünüz bilemem ; sizce de vefa sadece bir semt adı olarak mı kaldı ülkemizde ...

17 Temmuz 2014 Perşembe

2014 Dünya Kupası ve Hatırda Kalanlar

2014 Dünya Kupasında heyecanlı ve çekişmeli maçlar izledik elbet ancak bana mı öyle geldi yoksa bir çok kişi aynı şeyi mi düşünüyor bilemiyorum ; ''eski dünya kupalarına göre daha heyecansız ve monoton bir kupa serüveni izledik '' diye düşünüyorum.Panzerlerin disiplinli futbolu ve Brezilya'yı madara ettikleri maç.Hollanda milli takımında Robben ve arkadaşları da keyifli maçlar izlememize yardımcı olanlardan biriydi tabi.Bunların dışında bir kaç hatırda kalan maç ve bir kaç güzel şık gol dışında aklımda kalan pek bir şey yok diyebilirim.Unutmadan söyleyeyim ve bir kaç iyi kaleci ...

Ülkemizin dünya kupasında yer alamamasıyla başlayıp , Ronaldo'lu Portekiz'in erken veda etmesi , ev sahibi Brezilya'nın beklentilerin altındaki performansı , bir çok Avrupa takımının mücadele güçleri yüksek olsa da üretkenlik ve seyir zevki açısından iyi olmamaları ,turnuvanın ülkemizde Ramazan ayına denk gelmesi bunun nedenlerinden bazıları bana göre.
Şili , Kosta Rika gibi ekiplerin çalışkanlığı ve koşan ekipleriyle turnuvaya renk kattıklarını ve futbol severlerin takdirini kazandıklarını da söyleyebiliriz.Benim aklımda genel çerçevede kalanlar bunlar,sizler ne düşünürsünüz bilemiyorum.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Yabancı Sınırlaması Sorunsalı

Açık ve net fikrimi ortaya sunuyorum. Federasyon az sonra söyleyeceğim hatayı yapmaya devam ederse(Bir sonraki federasyon da dahil) bu Türk futbolunun gelişmeyeceğini söylüyorum.
Bugün bir yabancı kısıtlaması yapıyorsun pekala güzel ama bugün senin yetenekli kaç tane oyuncun var ki bu kısıtlamayı yapıyorsun? Burak, Selçuk, Caner, Gökhan Gönül bu oyuncular zor bela bazı zorluklardan sıyrılıp bu günlere kadar gelmiş oyuncular. Bugüne kadar hep böyle oldu ve bazı şeyler değişmezse böyle olacak gibi gözüküyor.

Şahsi fikrim yabancı sınırlamasının kaldırılması yönünde çünkü günü kurtarmak için bu yapılması gerekli. Eğer yabancı sınırlaması devam ederse başarılı olmamız imkânsız. Eğer bütün kulüpler, Kulüpler Birliği olarak tam anlamıyla artık altyapı çalışmalarını hızlandırır, oyuncularını A takım da görmek için iyi bir eğitim verirse, altyapı antrenörlerine maddi ve manevi anlamda daha iyi değer gösterirse, genç oyuncular tecrübeli ve yabancı oyuncular ile kaynaştırılırsa, işte o zaman yabancı sınırlamasını kaldırsan bile yabancı oyuncu almaya gerek duymazsın ve sonunda hem Türk Milli takımımız da hem de kulüplerimizde başarı gelir.

Bugün Almanya'nın oynadığı futbola baktığınızda adeta bir makine sistemi işlediğini görüyorsunuz şüphesiz ki, o gördüğünüz oyuncular on yaşından itibaren beraber futbol oynayan oyuncular. Almanya futbolu 99'lu yıllarda çok kötü durumdaydı ve kadroların da neredeyse Alman oyuncu yoktu. Alman Futbol Federasyon'u o yıllarda 1 Milyar Mark altyapıya yatırım yaptı ve o yatırımların sonucu şu anda gördüğümüz Dünya Kupası'nı kaldırmış ve en pahalı oyuncular. Anlatmak istediğim Almanya hayranlığı falan değil bizim de bu yatırımı daha önceden yapmış olmamız gerektiği. Şu anda Almanya'da yabancı sınırlaması yok fakat ilk 11'lerine baktığımız zaman takımın %70-80'i Alman. Fakat bu oyuncular itina ile küçük yaştan bu takım için yetiştiriliyorlar.

Eğer birgün altyapılarımızı tam anlamıyla iyileştirmiş olursak, işte o zaman yabancı sınırlamasını koymaz ve yabancıya gerek duymayız. Başarının sırrını böylece özetlemiş oldum.




 


13 Temmuz 2014 Pazar

Ligler Başlıyor , İddaa Programı Zenginleşiyor

2014 Dünya Kupasının ardından yazın son ayına girmeye hazırlandığımız şu günlerde Avrupa ligleri yavaş yavaş start almaya başlıyor.Dünya Kupası maçlarının haricinde yaz döneminde iddaa programında daha çok Kuzey Ligleri maçları için tercih yapmak durumundaydık ve yeni yeni avrupa ligleri ve Uefa Şampiyonlar Ligi ön eleme maçlarını görebiliyoruz bültende.Türkiye liginin açılmasına yaklaşık bir ay kadar kaldı.Takımlarımız bu süreç içerisinde bolca hazırlık mücadelesi oynayacaklar.

Avrupa liglerinin Ağustos ayının son haftasında tam anlamıyla başlamasıyla iddaa severler de yine bol maçlı zengin bültenlerle karşı karşıya gelecekler.Bültende çokça maç yer alması bir yandan iyi olurken diğer yandan zaman zaman kafa karıştırıcı olabiliyor.Bu konuda sizlere benim takip ettiğim ve uzun süredir istikrarlı ve faydalı şekilde iddaa tahminleri sunan bir siteden bahsetmek isterim.Sitenin adı oldukça kolay ve akılda kalıcı '' iddaa maçları '' web adresi ise '' www.iddaamaclari.com '' . Peki bu sitede sadece iddaa maçları mı bulunuyor ,elbette hayır.Bunun yanı sıra spor haberleri , iddaa kuponları , yeni başlayanlara rehberlik edecek ve kolaylık sağlayacak türden   iddaa terimleri ve iddaa kısaltmalarının anlamları , oynadığınız maçların skorlarını dakika dakika takip edebileceğiniz canlı skorlar , oynadığınız iddaa kuponlarını hesaplayabilmeniz için iddaa kupon hesaplama ve maçlara tahmin yapmadan önce bakmanızda büyük fayda bulunan takımların sakat , eksik ve cezalı oyuncular listesi gibi bir çok konuda sizlere ışık tutabilecek bölümler mevcut.Peki bu site sadece futbol hakkında mı hizmet vermekte ? - tabi ki hayır . Basketbol bölümünde de sunduğu istikrarlı ve güzel basketbol iddaa tahminleri sayesinde basketbol sever iddaacıları da memnun etmekte.
Kısacası bu alanda istikrarlı ve sık güncellenen bir tahmin sitesi iddaamaclari.com . Sizlerin siteyi sık kullanılan adreslerinize eklemenizi tavsiye ediyorum.Takip edin ve kararı kendiniz verin diyorum ...

28 Haziran 2014 Cumartesi

Sporda Şiddet

Bu yazımı sporda şiddete ayırmak istiyorum. Bunun en büyük son örneğini Trabzonspor-Fenerbahçe maçında görmüştük. Sporda şiddetin tamamen mantıksızlık olduğunu sizlerin de takdir edeceğini bildiğimden bu yazımla ilgili pek bir sorun olacağını düşünmüyorum.
Öncelikle sporda şiddete yol açan sebepler nelerdir onları açıklamakla başlayalım. Genel itibariyle sporda şiddete zemin hazırlayan en büyük neden iki takımın ezeli “rakip” olması. Rakip sözcüğünü kullanırken tırnak işareti içine almamın sebebi bu kelimeye dikkat çekmekti. Çünkü rakip, herhangi bir dalda sizi geçmeye çalışan, rekabet unsurlarını kullanarak sizi alt etmeye çalışan karşı taraftır. Oysaki günümüzde bu kelimenin “düşman” kelimesinden çok da farkı kalmamış durumda. Günümüz algı problemlerinin en büyüklerinden birisi bu noktada baş göstermektedir. Eğer spordaki “rakibinizi” rakip değil, düşman olarak görürseniz zaten denecek bir şey kalmamış, söz orda bitmiş demektir. Oysaki spor dostluk ve rakibe saygıyı esas olan bir bütündür. Aksi takdirde yapılan şey spor değil savaşa dönüşür ve herkes mümkün olan bütün çirkefliklerini artık düşman saydığı rakibine yapmaya başlar. Konudan daha fazla sapmamamız gerekirse, sporda şiddetin ilk sebebi taraftarların rakip takımı adeta kendine düşman ilan edip buna göre davranmasıdır. Bunda suçu olanlar yöneticiler, medya ve bilimum galeyana getirici faktörlerdir. Bu faktörler ateşi körüklemeyi durdurursa sporda şiddet problemi çok asgari düzeye inecektir. Bundan emin olabilirsiniz.
Sonraki sebep ise hakem hatalarıdır. Özellikle ülkemizde hakem hatalarına verilen taraftar reaksiyonu aşırı düzeydedir. Bu en basit haliyle herhangi küçük bir hatada hakeme ana avrat küfredilmesiyle başlar. Hata eğer ev sahibi takımın aleyhine ve büyük bir kayıp açıcı nitelikte ise sahaya akla gelebilecek her şeyin atılabileceğini görürsünüz. Yukarıda belirttiğim üzere bu tepkinin sınırlarını karşı tarafa duyulan “nefret” çizer. Bu kelimeyi burada kullanmak bir spor yazısı olduğu için çok yanlış olsa da gerçeklikte durum budur. Sonrasında maç, hakemin hatasının gölgesinde devam eder ve sonuç bu dakikadan sonra değişmeden aynı kalırsa eyvahlar olsun! Artık neler olabileceğini tahmin etmek bile istemezsiniz. Sahaya girenler, sahaya çakmak, şişe (cam olması da olasıdır.), bozuk para gibi şeyler fırlatanlar, tel örgülere saldıranlar, vs. İş çığırından tek bir hata ile çıkabilir. Böyle bir atmosferde maç yönetmek ne kadar zordur tahmin edebilirsiniz sanırım. Ve atmosfer de ister istemez hatayı getirir. Ne de olsa her şey diğer faktörlerden etkilenir. Buna insan da dahildir.
Son olarak değinmek istediğim şey ise futbolcuların hareketleri ve skordur. Eğer rakip takım oyuncusu provokatif amaçlarla bazı hareketlerde bulunuyorsa ister istemez tansiyon yükselir. Bu artık kontrolden çıkmış bir durumdur. Fakat taraftarların bu durumda sakin kalmaları ve tepkinin dozajını arttırmamaları gerekir. Skor konusuna değinmek gerekirse de; desteklediği takımın karşı taraf karşısında çok aciz duruma düşmesi iç saha taraftarını, çoğunlukla büyük rakipleri karşısında, çılgına çevirir. Sonrasında skor nedeniyle esas suçlu (bu kelimeyi kullanmak ne kadar doğruysa artık…) olarak gözüken kendi takım oyuncuları iken taraftar rakip takım oyuncularına yabancı madde fırlatmaya başlar. Sonuç itibariyle maç artık deplasman takımıyla taraftar arasında eşitsiz bir kavgaya dönüşür, sonrasında da bir ihtimal maç tatil edilir. Bu esasen deplasman takımına yarayan bir durumdur.
Yukarıda yazdıklarımla konuya mümkün olduğunca bir açıklık getirmeye çalıştım. Umarım yeterince anlaşılır olmuştur. Son olarak eklemek istediğim ise spor, özellikle futbolda karşılaştığımız şiddetin ve bu şiddetin unsurlarının iç saha avantajına sahip takıma hiçbir şey katmadığıdır. Yeterince aşikar olduğunda hemfikirizdir umarım…

15 Haziran 2014 Pazar

3 Büyüklerin Hayal Kırıklıkları

Bu yazımda size Süper Ligde iyi işler başaran büyük takımlar ve hayal kırıklığına yol açan büyük takımlardan bahsetmek istiyorum. Bütün takımları en üstten en alta birkaç cümleyle açıklamak en iyisi olur sanırım.
 Fenerbahçe’yle başlayalım. Sarı-lacivertli ekip bu sene geçen seneye göre kendine çok şey kattı ve bu sene adeta şampiyonluğu garantilemiş bir noktaya geldi. Bu durumun birçok dış etkeni olsa da ana sebep Ersun Yanal’ın takıma geldikten sonra takım kimyasını acayip şekilde değiştirmiş olması. Sayın Yanal takımı tamamen ileri oynama felsefesine göre hazırladığı ve bunda da başarılı olduğu için şu an iyi bir noktada olan takımının keyfini sürmekte. Geçen seneki felsefede kalan bir Fenerbahçe’ye şahitlik etmiş olsaydık şu anki puan farkını göremeyebilirdik. Ersun Yanal, başarının baş mimarı.
Beşiktaş’a geldiğimizde, açıkçası kulüpten başarısız olarak bahsetmek Slaven Bilic ve öğrencilerine apaçık bir haksızlık olur. Bu takımın çok daha yüksek bütçelerle kurulmuş Galatasaray’ı an itibariyle arkasında bırakması her ne kadar Beşiktaş’ın başarısı mıdır Galatasara2yın başarısızlığı mıdır tartışmaya değer bir konu olsa da sonuç itibariyle bir gerçeklik var ve bu gerçeklikte Beşiktaş Galatasaray’ı arkasında bırakmış durumda. Kadro kalitesi itibariyle Beşiktaş’ın başarısız olduğunu hiç düşünmüyorum. Her ne kadar büyük takımların bütün sezonlara mutlak şampiyonluk parolasıyla girdiklerini düşünsek de Beşiktaş’ın içinde bulunduğu maddi duruma rağmen şu an ligde 2. durumda bulunması bence takdire şayan bir durum. Ayrıca bütün kamuoyunun da kabul ettiği gibi siyah-beyazlı takım özellikle bu sene hakemlerin kurbanı olmuş gibi duruyor. Karşılaştıkları hatalar olmasaydı belki şu an Fenerbahçe’yle puan puana yarış içinde olacaklardı. Böyle bir durumda Beşiktaş başarısız bir takımdır demek bence abesle iştigalin en önde koşanlarından biri olur ki mantıksız bir yaklaşım olduğu aşikardır.
Galatasaray’a geldiğimizde durumların bu sene için pek de iç açıcı olmadığını görüyoruz. Yüksek bütçe ile kurulan bir takım ve Dünya seviyesindeki bir hoca ile gelinen nokta hiç kimseyi tatmin etmemiş gibi görünüyor ki tatmin olmak da mümkün değil. An itibariyle Mancini’nin elinde herhangi bir somut başarı yok. Bu da Galatasaray’ın başarısız olduğunun bir göstergesidir. Yarın (16.04.2014) günü Bursaspor ile Ziraat Türkiye Kupası rövanş maçında karşılaşacak olan Galatasaray’ın elinde kalan tek kulvar kupa. Deplasman istatistiği göz önünde bulundurulduğunda bu maçtan Galatasaray lehine bir skor beklemek de pek gerçekçi durmuyor açıkçası. Chelsea maçında silik bir görüntü vermese Şampiyonlar Ligi performansı daha başarılı gözükecek olan takım son oynadığı maçla bunu gölgelemiş durumda. Oysa çıktığı grupta Real Madrid ve Juventus vardı ve Juventus’u saf dışı bırakarak bir üst tura çıkmıştı Galatasaray. Şu anki tablo Galatasaray için pek iç açıcı görünmüyor. Mancini’nin yerinde kalabilmesi için en azından Türkiye Kupasını kazanması gerekiyor diye düşünüyorum.
Trabzonspor’a geldiğimizde ise istikrardan bahsetmek adeta imkansız. Galatasaray gibi iç saha-dış saha farkı da yok. Kendi sahasında da dışarıda da istikrarsız bir Trabzonspor görüyoruz. Böyle bir istatistikle şampiyonluk zaten hayale yakın bir durumken bu görüntünü Fenerbahçe’nin en muhteşem sezonlarından birine denk gelmesi de diğer iki büyük kulüp gibi Trabzonspor’un da şanssızlığı olarak göze çarpıyor. Bu durum Mustafa hoca döneminde de böyleydi, ondan sonra da pek bir şey değişmedi açıkçası. Hal böyleyken Fenerbahçe bu farka ulaşmasa, başka bir takım ulaşacaktı ki Trabzonspor yine şampiyonluktan uzak bir görüntü sergilemiş olacaktı.
Sonuç itibariyle Fenerbahçe ve Beşiktaş’tan başarılı olarak bahsedilebilirken, Beşiktaş için en azından başarısız denilebilir, Galatasaray ve Trabzonspor için aynıları söylenememektedir.

16 Nisan 2014 Çarşamba

Bursaspor Galatasaray Türkiye Kupası Rövanş Maçı

Bursaspor-Galatasaray maçında bizleri nasıl bir atmosfer ve oyun bekliyor, bunlar üzerinde birkaç kelime ile tahminde bulunmak istiyorum.
Öncelikle maçın ana hatlarına girmeden önce takımların istatistiklerinden bahsetmek doğru olur sanırım. Galatasaray takımının Spor Toto Süper Lig, Ziraat Türkiye Kupası, ve Uefa Şampiyonlar Liginde çıktığı toplam 22 deplasmanda sadece 4 galibiyeti bulunmakta. Bu istatistik bile maçın Galatasaray için çok zor geçeceğinin adeta göstergesi gibi duruyor. Bu maçtan önce Türk Telekom Arena Ali Sami Yen Spor Kompleksindeki maç ise 2-0’dan 2-2’ye gelmişti hatırlayacağınız üzere. Bu da Galatasaray’ın işini zora koşan ayrı bir durum olarak göze çarpmakta. Sonuç itibariyle deplasmana çıkar durumdasınız ve ilk golü atması gereken takım sizsiniz. Evinde galibiyeti koruyamayan sarı-kırmızılı ekip maça biraz daha ofansif bir kadroyla çıkmak zorunda gibi görünüyor. Bu durum bizlere zevkli bir maç vaat ediyor gibi. Ama takımın başında Mancini gibi önceliği gol yememeye vermiş bir hoca olduğu için bu da pek garanti gibi durmuyor açıkçası. Herhangi bir takım bu maçta skor korumaya yönelik oynarsa büyük ihtimalle kötü bir sonuçla karşılaşacaktır. Çünkü her iki takımın da ofans gücü yüksek gözükmekte. Bursaspor’daki Fernandao’nun da form grafiğinin tavan yapması herhangi bir öne geçme durumunda Galatasaray’ın savunma yapmasını zorlaştıracak gibi duruyor. Bursaspor maçın başından itibaren kontrollü ve disiplinli bir takım yapısı koyarsa ortaya Galatasaray’ın işlerinin zor olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Ki Galatasaray deplasmanlarda çok silik bir görüntü vermekte. Oyun dengedeyken maçı kilitlemeye çalışan bir Bursaspor görürsek de şaşırmayın. 0-0 veya 1-1 gibi kısır skorlu bir maç yeşil-beyazlı takıma yaramakta ki mevzubahis olan şey de kupa finali. Böyle bir vaziyet varken Galatasaray’ın işinin daha da zor olduğundan bahsedebiliriz. Önceki kupa maçları gibi yedek ağırlıklı bir kadroyla çıkmak gibi bir planı olduğunu düşünmüyorum Mancini’nin. Aksi takdirde final pek de olası gözükmüyor. Ve de biraz gerçekçi olursak elinde kalan tek kulvarın kupa olduğunu görebiliriz. Durum itibariyle kupadan elenmiş, ligdeki yarıştan da, her ne kadar yöneticiler kabul etmek istemese de, kopmuş bir takım var İtalyan hocanın ellerinde. Söz konusu haller böyleyken sayın hocanın maça sakatlar dışında as görünümlü bir kadroyla çıkması olası gözüküyor.
Bir diğer nokta ise Galatasaray’ın zaten deplasmanlarda kötü olan kadrosunun üstüne seyircisinin alacağı biletin 800 liraya fırlaması. Normalde de çok az bir taraftar desteğine sahip olacak sarı-kırmızılı ekip bu dudak uçuklatan fiyat nedeniyle daha da az bir seyirci desteğine sahip olacak gibi duruyor. Bursaspor’un maçta rakip takım taraftarını görmek istememesinin gerçekliğe dökülmüş hali gibi duruyor bu bilet fiyatları. Erkan Körüstan’ın bu konuyla ilgili verdiği demeçte fiyatların sene içinde verilen cezalar nedeniyle yoksun kalınan hasılat sonucu bu kadar yüksek olduğunu söylemesi de ne kadar inandırıcıdır sorgulamak lazım açıkçası.
Maç hakkında somut bilgiler verecek olursak sarı kırmızılı takımda Aurelien Chedjou, Hamit Altıntop ve hepsinden önemlisi Didier Drogba’nın sakatlıkları devam etmekte. Maç 20:00’da başlayacak ve maçta İlker Meral düdük çalacak.
Bu arada iç transferde Burak Yılmaz ile 2+1 yıllık bir ön protokol yapılmış olması da golcünün bu maça ekstra bir motivasyonla çıkmasını sağlayabilir. Mancini ile olan problemlerini geçtiğimiz günlerde çözen Selçuk İnan’ın da bu maçta iyi bir performans göstermesi mümkün görünüyor. Son maçtaki golün asistini de yıldız oyuncu yapmıştı. Hafta sonu oynanacak maçı da evinde Kasımpaşa ile evinde oynayacak sarı-kırmızılı takım varını yoğunu bu maça verecek gibi duruyor. Şimdiden iyi seyirler.

Yiğidoların (sivasspor) Başarısı

Merhabalar sayın futbolseverler! Umarım günler istediğiniz gibi geçiyordur. Bu yazımda size Sivasspor ve ulaştıkları başarı hakkında bahsetmeye çalışacağım. Bu takımın başarısı cidden takdire şayan bir başarı…
Öncelikle bu başarıda en büyük pay sahibi Roberto Carlos’u bu başarısından dolayı tebrik etmek gerekir. Takımın başına geldiğinden beri hiçbir zaman pozitif fuboldan vazgeçmedi. Daima takımını mümkün olduğunca ofans oynatmaya çalıştı. Türkiye’de birçok teknik direktör eğer Anadolu kulübü çalıştırıyorsa öncelikli amacı gol yememek oluyor. Roberto Carlos ise öncelikli amacını gol atmak belirledi ve bunda başarılı da oldu. Ki an itibariyle bu hafta Antalyaspor’u yenerlerse ve Trabzonspor puan kaybederse 4. Sıraya yükselmiş olacaklar. Bu Trabzonspor hariç her Anadolu kulübü için bir başarı demektir. Bu yüzden sayın Carlos övgüyü hak etmekte. Ki Sivasspor seyircisi, taraftarı, halkı, herkes Roberto Carlos’a sempati beslemekte. Başarılı olsa bile bunu kazanamayan insanlar var futbolda. Önemli bir nüanstır sempati kazanmak. Bülent Uygun döneminden beri kimsenin ulaşamadığı başarıları camiaya tekrar getiriyor gibi gözüküyor Roberto Carlos. Sezon sonunda 4. olamasa bile ben Roberto Carlos’un takımın başından gönderileceğine inanmıyorum. Çünkü dediğim gibi ortada bir pozitif futbol realitesi var, bütün Sivas taraftarı ve hemşerisinin duyduğu bir sempati var, ve Sivas şehrine getirilen Avrupa’ya gidebilme heyecanı var. Bunlar bir Anadolu takımı için önemli şeyler. Ve Roberto Carlos bu saydıklarımı Sivas şehrine yaşatır durumda an itibariyle. Ve Trabzonspor’un istikrarsız durumunu göz önüne alırsak Sivas hiç de 4.lük için geride kalacak gibi durmuyor açıkçası.
Bu başarı, tamamen çalışmanın ve üstün gayretin bir sonucu olarak gözümüze çarpıyor. Çünkü kadroya bakıldığında karşımıza çok pahalı futbolcular çıkmıyor. Demek ki takım olabilmek yıldızlara sahip olabilmekten daha önemli. Bunun en önemli örneği şu an düşme potasında bulunan Kayseri Erciyesspor. Türkiye ve dünyadan birçok tanınmış futbolcuyu kadrosunda bulunduran Kayseri ekibi için herhangi bir başarıdan bahsedebilmek şu an pek mümkün gözükmüyor. Ki sezon başında takımın başına getirilen Hikmet Karaman’la beraber hiç de azımsanmayacak şekilde iddialı görünüyorlardı. Geldiğimiz nokta itibariyle istedikleri yer arasında dağlar kadar fark olduğuna inanıyorum. Ve böyle bir takım kurduktan sonra kimse size kümede kal bu bizim için yeterli demez. Konuyu daha fazla saptırmamak gerekirse Roberto Carlos eline verilen mütevazi kadroyla şu an gelebileceği yerin daha da yukarısında diyebiliriz kısaca. Sayın hoca takımını iyi tanımış durumda, ve futbolunu ona göre oynatıyor. Her ne kadar deplasmanda silik bir görüntü verse de sonuç itibariyle Galatasaray Galatasaray’dır ve bu takım o Galatasaray’ı ligdeki son maçta yenmiştir. Biraz geriye gidersek Sivasspor’un kendi sahasında Şu an şampiyonluğu büyük ihtimalle garantilemiş Fenerbahçe’yi de yendiğini hatırlarız. Ki bahsettiğimiz iki takım sene başında şampiyonluğun en büyük adaylarıydı. Bunları başarmak her takımın yapabileceği şeylerden bir tanesi değil. Sivasspor he ne kadar istikrarsız gibi gözükse de geldiği nokta ile bu eksiğinin üstünü örtmüş durumda. Ki bu başarı Roberto Carlos’u Türkiye’nin şu anki en iyi teknik direktörlerinin arasına sokmakta. Ve kişisel olarak ben Carlos’un Mancini’den daha başarılı olduğunu düşünüyorum lig bazında. Elde bulunan kadrolarla gelinen noktalara bakıldığında Trabzonspor ve Galatasaray takımları Sivasspor’un elde ettiği başarının altında kalmış gibi duruyor açıkçası. Seneye Sivasspor Avrupa’da oynarsa büyük ihtimalle Roberto Carlos önümüzdeki günlerde daha tanınmış bir kulüple de anlaşabilir açıkçası.
Sonuç olarak, Carlos, Sivasspor’a tarihinin en iyi lig derecelerinden birini kazandıracak gibi duruyor. Umarım yanılmayız.

Kayserierciyes Takım analizi

İyi günler! Bu yazımda size sadece bir takım hakkında analizlerimi sunmak ve bunları mantıklı bir çerçevede kanıtlamak için uğraşacağım. Umarım yazımda görülen hatalar asgari düzeyde olur.
Bahsetmek istediğim takım Kayseri Erciyesspor. Bu takım sene başlarken çok iddialıydı. Aldıkları ve kiraladıkları önemli oyuncular ve analizlerine bakacak olursak;
Björn Vleminckx: Geçen sene Gençlerbirliği’nde adeta harikalar yaratmıştı bu oyuncu. Bu nedenle Erciyes takımına geldi. Fakat hayal kırıklığından başka bir şey göremiyoruz.
Randall Azofeifa Corrales: Bu oyuncu da Vleminckx gibi Gençlerbirliği takımından geldi. Gençlerbirliği’nde bir istikrar abidesi olan ve büyük takımlara karşı oynadığı futbolla ilgileri toplayan oyuncu Kayseri Erciyesspor’a pek bir şey katmışa benzemiyor.
Senijad Ibricic: Kasımpaşa’dayken ismini duymaya alıştığımız oyuncu Kayseri ekibine geçtikten sonra adeta ortalıktan kayboldu. Takımın da kötü olması bunda başrol oynayan etmen gibi duruyor.
Yiğit Gökoğlan: Galatasaray’dan kiralanan bu oyuncu, Erciyes’e gittikten sonra isminden pek söz ettiremedi. Galatasaray’ın onu Kayseri’ye yollarkenki amacı tecrübe kazanması şeklinde gözükürken Kayseri macerası Yiğit için pek iyi gidiyora benzemiyor.
Pape Diakhate: Avrupa’nın üst düzey liglerinde oynamış bu oyuncu da Erciyes’e pek bir şey katmış gibi durmuyor. Oyuncunun CV’sinde Lyon olması ve Erciyes’e geldiğinde böyle bir durumla karşılaşması çok ilginç gözüküyor.
Georges Mandjek: Alman liglerini ve Fransız ligini gören futbolcunun Erciyes’e pek bir şey katmamış olduğunu görmek Erciyes yöneticileri için can sıkıcı olmalı.
Bakaye Traore: Milan gibi bir kulüpten gelen bir oyuncunun kulübe çok şey kazandırması beklenir ama Erciyes’in bulunduğu nokta bu yönde bir ışık vermiyor.
Cem Can: Spor Toto Süper Ligin gediklisi olan bu oyuncunun takıma katılışı başta bir avantaj gibi gözükse de takıma pek bir şey kattığı gözlemlenemedi.
Turgay Bahadır: Geçen sene İstanbul Büyükşehir Belediye’den tanıdığımız Turgay, bu sene de başarısız olan bir kulübün oyuncu listesinde yer almakta. Bu onun şanssızlığı sanırım.
Kısaca transferlerden bahsetmek gerekirse durum bu... Görüldüğü üzere yukarda bahsedilen transferlerden hiçbiri kalitesiz gibi durmuyor. Yine bu kaliteye yakın seviyede diğer transferler de var fakat hepsinden bahsetmek çok enikonu uzun olacağından kısa tutmaya çalıştık. Bu tür transferler yaparak başarısız olmak, bir kulübün isteyeceği en son şeylerden bir tanesidir. Ki, ellerindeki imkanlar da hiç fena değil. Sonuç itibariyle ülkenin en yeni statlarından biri olan Kadir Has stadında oynuyorlar maçlarını. Bakılırsa imkan olarak birçok süper lig takımını üçe dörde katladığı görülebilir. Hal böyleyken böyle bir başarısızlık tablosuyla karşılaşılıyorsa şapkayı öne koyup düşünmenin zamanı gelmiş de geçiyor bile sanırım. Benim bu başarısızlıkla ilgili fikrim takıma çok fazla transfer yapılmış olması ve iskeletin bir türlü oturtulamamış olması. Önceden bir takım iskeleti oturtulabilse belki de takım bu kadar kötü bir noktada olmayacaktı. Burada suçun büyük bir kısmı teknik kadroya düşüyor. Çünkü koca bir sezon geçmiş durumda ve hala bir istikrardan söz edilemiyor. Benim kanaatim PTT. 1. Ligden gelen kadro korunmuş olsaydı takımın daha da başarılı olabileceği yönünde. Yeni bir kadro oluşturmak ve sonrasında o kadrodan bir as 11 çıkarmak her zaman zor bir görev olmuştur. Erciyesspor bu sene bu durumla karşılaşmış ve şimdiye dek de bir türlü düzene oturamamıştır. Umarım Erciyes takımı önümüzdeki haftalarda bu imkanların ve kadronun hakkını vermeye başlar ve takımını mutlu eder. Yoksa PTT. 1. Lig Kayseri temsilcisi için pek de uzak gözükmüyor açıkçası..

15 Nisan 2014 Salı

Beşiktaş da Bilic Dönemi Hakkında Görüşlerim

Beşiktaş neden bu sene başarılı olamadı… Bu yazımı tamamen bu konu hakkında yazacağım ve enine boyuna değinilmedik bir nokta bırakmamaya çalışacağım. Hatam olursa affola. Hakem hatalarından bahsetmenin doğru olmayacağını düşündüğüm için böyle bir seçenk hakkında bir görüş bildirmeyeceğim.
Öncelikle teknik kadroya denecek bir laf olmadığını düşünüyorum. Slaven Bilic dünya standartlarına göre gayet başarılı bir teknik direktör olmuştur bugüne kadar. Herhangi büyük bir kulübün yöneticisi olsaydım onu takımımın başında görmek isterdim açıkçası. Ki, Beşiktaş’a kötü bir futbol oynattığından dem vurmak ona çok büyük bir haksızlık olur. Elinde bir ya da iki gömlek daha iyi bir takım bulunsaydı bu sene şampiyonluğu göğüslemekte hiçbir zorluk çekmezlerdi benim düşünceme göre. Ayrıca sportif direktör olan Önder Özen de Türkiye’nin sayılı profesyonellerinden biridir. Kendisi bir Fenerbahçeli olmasına rağmen Beşiktaş takımına elinden geleni vermeye çalışmış ve çalışmaya devam ediyor da. Açıkçası direk Önder Özen’i de teknik direktör olarak getirebilirdi Beşiktaş. Veya herhangi bir kulüp Önder Özen’i teknik direktör olarak başına getirebilir. Eminim gideceği her kulüpte bir şanssızlığa uğramazsa başarılı olacaktır. Pozitif futbol felsefesini benimsediğini katıldığı herhangi bir programda veya verdiği bir demeçteki her cümleden anlayabilirsiniz. Umarım Türk futboluna kendileri daha da katkı verebilirler.
Futbolcu kadrosuna gelirsek bir takım eksikliklerden bahsetmek yerinde olur sanırım. İlk 11 hakkında konuşmak gerekirse kaleci Tolga mükemmel bir kaleci, bir teknik direktör olsam onu takımda istememem için herhangi bir sebep olmazdı. Profesyonelliği ve yetenekleri yanında çok iyi bir insan olması da mükemmel bir artı olarak göze çarpıyor. Stoperler Türkiye şartlarında ideal olarak duruyor. Sağ bek Serdar Kurtuluş adeta pimi çekilmiş bir bomba gibi. Nerde ne yapacağı belli değil oyuncunun. Bu yüzden Beşiktaş’ın sağ tarafının yeterli kuvvette olduğuna inanmıyorum. Önündeki Gökhan’ın da ofansa daha yatkın olduğunu düşünürsek Beşiktaş savunmasının sağ taraftan adeta gedikli olmasının pek şaşırılacak bir yönün olduğunu düşünmüyorum. Ramon Motta ise genel olarak herkesten geçer not almışa benziyor. Bu yüzden onu artı olarak yazmak gerektiğini düşünüyorum. Orta sahaya geldiğimizde ise Atiba’nın Türkiye’deki verimli yabancı orta sahalardan biri olarak lanse edilmesine kimsenin ses çıkaracağını zannetmiyorum. Atiba adeta bir dinamo gibi sürekli savunma ve hücumda etkili performanslar veren bir isim. Yanında Fernandes oynadığında daha savunma yönlü oynuyor. Ona geçer not vermezsem sanırım ülkeden kovulurum. Fernandes ise bir dönemden sonra artık düşüşe geçmiş durumda ve şu an formsuzluğu göze çarpıyor. Öndeki Olcay-Oğuzhan-Gökhan üçlüsüne gelirsek bu üçlünün yegane problemi çok genç olmaları. İleride bu üçlü Beşiktaş’da devam ederse takımı çok ileri taşıyacaktır. Fakat sonuç itibariyle pozisyon bilgisi enerjiden ve süratten daha önemli olduğu için bu eksik Beşiktaş’ta mevcut bulunmakta. Öndeki Almeida bu sezon herkesi şaşırtmış durumda. Önceki senelere göre daha formda olan Portekizli bu sene de sakatlıklardan kendini kurtaramadığı için takımını bazı maçlarda yalnız bırakmak durumunda kaldı. Yedeği olarak sadece Mustafa Pektemek’in bulunması ise bir handikap olarak göze çarpmakta. Büyük bir takımın birkaç tane ilk 11 düzeyinde santraforunun bulunması çok önemli ir detay. Fakat Beşiktaş’ın maddi durumundan dolayı böyle bir lüksü olmadığı için takım o bölgede sıkıntı çekiyor.
Genel olarak futbolcu kadrosunun yeterli olmaması Slaven Bilic’in elini bağlar durumda. Hakem hatalarını göz ardı etmemiz gerekirse sonuç bu olarak çıkıyor. Genel tecrübe sıkıntısı ayrıca takımın son dakikaları oynayamamasına neden açmakta ki bu büyük bir takımda olmaması gereken bir durum.

6 + 0 +4 Yabancı Kontenjanı

Yabancı kontenjanı… Bütün ülkenin bağıra çağıra karşı çıktığı, nerdeyse bütün spor adamlarına göre mantığının bir mantıksızlıktan ibaret olduğu bir kavram. Futbolumuzda yabancı kontenjanının yeri nedir? Bu yazım bunu açıklamak üzere olacak. Umarım okumayı bitirdiğinizde bu kotanın mantıksızlığını siz de anlamış olursunuz.
Evet, sözde bu kural, Türk oyuncuları korumak, onların ligde tutunabilmesini sağlamak, yabancı futbolcular arasında yer edinmelerini kolaylaştırmak için var. Buna ne kadar katılırsınız bilmiyorum ama ben neresinden tutsam bu kural elimde kalıyor. Sebeplerine gelirsek;
1.       Türk futbolcular bu kurala güvenerek yeterli eforu sarf etmiyor, kapasitelerinin çok altında bir futbol oynayarak el yakan fiyatlara diğer kulüplere gidiyorlar. Bu kural kaldırılırsa emin olun Türk futbolcular daha çok efor sarf edecektir. Çünkü artık onları koruyan bir kural olmayacak ve gereken performansı sergilemezlerse büyük ihtimalle takımlarında yer bulamayacaklardır. Sonuç itibariyle ekmeklerini futboldan çıkardıkları için de daha çok çalışmak onlar için farz niteliğine bürünecektir. Ve bu birçok açıdan Türkiye’ye katkılar sağlayacaktır;
a.       Ligin kalitesi bu sayede acayip derecede artacaktır. Oyuncular arasındaki rekabet adeta tavan yapacak, yerlinin yerini yabancı, yabancının yerini yerli doldurabilecektir. Şu anki standart koşullarda bunlar pek de mümkün gözükmemektedir. Kemik yabancılar ve kemik yerlilerin etrafında kurulan takımlar pek de azımsanmayacak sayıdadır. Yedekler ile as oyuncular arasında uçurum oluşturacak kadar farklar bulunmaktadır.
b.      Rekabet, yalnızca lige değil, milli takıma da yansıyacaktır ki bu 2008’den beri özlenen başarıları geri getirecektir. İyi bir takım ancak rekabete gebe bir ortamdan çıkar ki gurbetçi oyuncular hariç genelde milli takım hocaları takıma ligde “kötünün iyisi” olarak görülen oyuncuları almak durumunda kalmaktadırlar.
c.       Yabancı kotası nedeniyle el yakan ücretlere takım değiştiren yerli oyuncular görmek pek de mümkün olmayacak, bu belki de futboldan tüccar beyinli yöneticilerin el çekmesini sağlayacaktır. Bu durumun da futbola katacaklarını anlatmaya çalışsak bir hikaye kitabı kadar yer kaplar.
2.       Ülkemize getirilen yabancı oyunculara servetler ödenmek zorunda kalınıyor. Çünkü kendini geliştirmek zorunda olmayan yerli oyuncular onların yerini doldurmakta çok aciz kalıyorlar. Ki bunu yapabilenler de günümüz şartlarında 5 Milyon Euro’nun altında takım değiştirmiyorlar. Çalışmak zorunda kalacak oyuncular artık yabancı oyunculardan formayı kapabilecek hale gelebilir belki de bu kural kalkarsa.
3.       Avrupa kupalarında mücadele eden takımlarımız adeta dünya karması gibi duran yabancı takımlar karşısında aciz kalmaktadırlar ki bunun sebebi ligde oynayamadıkları için Avrupa Kupalarında istenilen verime çıkamayan yabancı oyunculardır, ayrıca da takımın ihtiyacı olan yabancı oyuncuların yerel lig bazında kontenjan sınırı nedeniyle oynatılamamasıdır.
Ayrıca, madem Türk oyuncuları bu kural ile korunuyor, neden Türk milli takımına bu “korunma” yansımıyor? Netice itibariyle karşımızda son 3 turnuvaya katılma vizesi alamayan bir Milli takım bulunmakta. Bu “korunan” oyuncular neden milli takımlarını yukarı taşımaktan acizler? Ve madem yabancı oyuncu sınırlamasından yana tavır koyuluyor, neden iyi performans sergileyen ve kendi milli takımlarına seçilemeyen yabancı oyuncular devşirilip milli takıma sokulmaya çalışılıyor? Bu duruma “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?” dersek hiç de haksız olmayız sanırım. “Korunan”  yerli oyuncular mesele milli takım olunca neden korunmuyor? Ve de, neden diğer Avrupa ülkelerinde böyle bir sınıra ihtiyaç duyulmadan milli takım başarısına ulaşılabiliyor? Eğer başarının anahtarı yabancı sınırını korumak ise neden bunu işlevde tutan yegane ülke biziz? Sadece bizim mi kafamız çalışıyor? Bu mudur yani? 
Açıkçası böyle şeyler mevzu bahis iken yabancı kontenjanı sınırlamasını savunmak abesle iştigale girer. Bizden söylemesi…

24 Şubat 2014 Pazartesi

Ezeli Rakipler Hakkında Analizler

Merhabalar! Bu yazımda Galatasaray’ın neden başarısız olduğundan, sonrasında da Fenerbahçe’nin geçen seneye göre kendine neler kattığından bahsedeceğim. Umarım yazdığım şeyler size göre mümkün olduğunca elle tutulur olur. Bazı spor yorumcularının yaptığı gibi spekülasyonlar ve okurları/izleyenleri başka diyarlara götüren yorumlar yapmamaya gayret edeceğim.
Öncelikle, Fatih Terim’in sezon başladıktan sonra takımın başından “kovulması” tamamen mantıksız bir hareketti. Bunun nedeni Fatih Terim’in Mancini’den daha iyi bir teknik direktör olması, Türkiye şartlarını daha iyi bilmesi, vs. değil. Sonuç itibariyle sezon başında kurulan takım Fatih Terim felsefesine göre kurulan bir takımdı. Ve sonrasında da bir teknik direktör değişimi tamamen farklı bir takım ihtiyacını doğurmuş oldu. Eğer şampiyonluğa oynayan bir kulüpseniz sezon ortasında teknik direktör değiştirmek size çoğunlukla başarı yerine başarısızlık getirecektir. Bu yüzden ben Galatasaray yöneticisi olsaydım böyle bir değişime izin vermemeye çalışırdım. Teknik direktör değişikliği herhangi bir takım için işe yarayabilir, fakat eğer teknik direktör değiştiren takım şampiyonluğa oynayan bir takım ise bu işleri berbat edebilir. Galatasaray bu sezon bunu yaşadı. Birçok kişi gibi, Galatasaray yöneticilerinin şampiyonluktan bahseden demeçleri bana da inandırıcı gelmiyor açıkçası. Bu söylediklerine kendileri inanıyor mu çok merak ediyorum. Çok ileri gitmek istesem de bu sadece taraftarı kandırmaktır. Bu durumda takım yönetiminin siyasete döndüğünden bahsedilebilir.
Yukarda bahsettiğim gibi takımın üzerine kurulduğu felsefe bir şey iken, Mancini’nin uygulatmaya çalıştığı felsefe bambaşka bir şeydi. Bu, hem futbolcuları hem de teknik heyeti yorar. Ünal Aysal’ın yerinde olsam teknik direktör değişikliğini mümkünse sonraki sezona ertelerdim. Ki bu sayede yeni gelen teknik direktör kendi felsefesini oturtabilsin.
Yukarıdakilere ek olarak aklımdan sürekli geçen bir şeyi eklemek istiyorum. Bugüne kadar Galatasaray’a gelmiş kaç tane hoca bu takıma savunma yaptırmaya çalışmış, planlarını önce gol yememeye odaklamış ve başarılı olmuştur? Bunun cevabı bugüne kadar sadece Lucescu’dur. Başka herhangi bir teknik direktör Galatasaray’ı öncelikle gol yememeye odaklayarak başarıya ulaşamamıştır. Mancini gibi bir teknik direktörün, yani savunma baş tacı eden bir hocanın, Galatasaray’a gelmesi öncelikle herkesi şaşırtmıştı. Ki, Fatih Terim ile Mancini felsefeleri arasında dağlar değil kıtalar kadar fark vardı. Bir hoca takımı öncelikle hücum için kurarken diğeri önceliği savunmaya veriyordu. Mancini bir sezon başında gelseydi belki daha şanslı olabilirdi fakat sezon ortasında geldiği için ona da bir suç yüklemek bence mantıksız olur.
Eğer Fenerbahçe’ye gelirsek, bu sezon Fenerbahçe Aykut Kocaman dönemine göre bir çağ atladı diyebiliriz. Ersun Yanal, takımın önceki senelerdeki mantalitesini tamamen değiştirdi ve önceliğini hızlı hücum organizasyonlarına verdi. Önceden “Gol yemeyeyim, illa ki sonra gol bulurum.” diyen Fenerbahçe bu sezon bütün gücüyle rakiplerine saldırmaya başladı. Söylemesi ilginç ama geçen seneki Galatasaray kimliği bu sene Fenerbahçe’ye geçti. Ki genelde böyle bir kimlikle oynarsanız Türkiye’de başarılı olursunuz. Büyük takımlarla oynarken gol yememeyi düşünebilirsiniz, skora da yatabilirsiniz fakat bir Anadolu kulübüyle oynarken önceliği gol yememeye verirseniz çok kısır bir maç İzlemeye mahkum olursunuz. Emin olun karşı taraf da gol yememeye bilenmiştir. Bu yüzden eğer şampiyonluk gibi bir iddianız varsa önceliğiniz hücum olmalıdır Türkiye’de. Bunu yapmazsanız şampiyonluk gibi bir şey sizin için pek gerçekliğe dökülecek gibi durmayabilir. Ki bu seneki Galatasaray’da sanırım bu açıkça görülüyor.
Son olarak da Galatasaray’ın deplasmanlardaki silik görüntüsünün büyük bir takıma yakışmadığını belirtmek isterim. Eğer şampiyonluk istiyorsanız deplasmanda kazanmayı bileceksiniz. Aksi takdirde hayalleriniz suya düşer ve siz de onlarla birlikte gemiden kovulursunuz.

Galatasaray Neden Geçen Sene Kadar Başarılı Olamadı

Bu yazımda Galatasaray’ın geçen seneki kimliğinden neden uzaklaştığına ışık tutmaya çalışacağım. Aklıma gelen her şeyi mantıklı bir çerçevede sizlere sunmak için elimden geleni yapıp gerçeklerden sapmamaya özen göstermek ilk prensibim olacak. Umarım herkes için faydalı bir yazıya imza atabilirim.
Her neyse, ilk sebep takım iskeletinin Fatih Terim döneminden kalma olması. Fatih hoca mümkün mertebe takımı sahaya hücum presle sürerdi. Bu, rakibin nefes almasını engeller, Galatasaray savunmasına pek bir iş düşmezdi. Ancak Galatasaray yüklendiğinde bir kontra atak savunmayı zorlardı fakat bu da pek bir problem yaratmazdı bu oyun şablonunda. Galatasaray, takım halinde aktif hücum ve aktif defans yaptığı için başarının kapısını aralamıştı. Hücum pres günümüzde özellikle Avrupa’nın büyük takımlarının uyguladığı önemli bir silahtı ve Fatih Terim’in Galatasaray’ı bunu çok mükemmel bir şekilde başarıyordu. Ki kadro da hemen hemen geçen seneki takım ile aynı olduğu için bu sene de aynı mantaliteyle oynatılması mantıklı olurdu. Fakat, teknik direktör değişimiyle bu felsefe değişti ve Galatasaray Mancini ile birlikte hücum presten vazgeçmiş bir yapıya büründü. Artık sahada her şeyi tamamen kontrollü bir şekilde yapmaya çalışan, hücum yaparken fazla risk almayan bir Galatasaray vardı. Bunun Galatasaray’a uyup uymayacağı açıkçası sorgulanır bir şey konumundaydı. Çünkü Galatasaray hiçbir zaman savunma yaparak bir yerlere gelmemiştir. 1996 yılından beri hangi teknik direktör hücum yapmayı geri plana attıysa sistemi Galatasaray’da başarısız olmuştur. Ki Mancini de ilk senesinde bu batağa saplanmış gibi duruyor. Önümüzdeki sezon neler yapabileceğini görmek lazım.
Galatasaray’ın deplasmanlarda çok silik bir yapı göstermesi de bu seneki başarısızlığın temel noktalarından bir tanesi. Galatasaray, içerde gerçek bir aslan gibi top oynarken deplasmana çıktığında adeta bir kediye dönüyor. Kazandığı deplasman sayısı bir elin parmaklarını bulmuyor sarı-kırmızılı ekibin. Ki böyle bir istatistikle şampiyon olmayı düşlemek hayalperestliğin ötesine geçemez. Galatasaray taraftarı hadi bu deplasman dedikçe hayal kırıklığına uğradı. Bu sebepledir ki zirve yarışından Galatasaray bu kadar uzaklaşmış bir durumda. Deplasmanda beraberliğin bile kötü sayıldığı bir futbol kulübünde siz deplasmandan galibiyet çıkarmaya hasret iseniz bu sizi elbette şampiyonluk yolundan çıkaracaktır. Mancini’nin önce savunma diyen felsefesi Galatasaray’ı deplasmanlarda hücum futbolu oynamaktan alıkoymaktadır. Fatih Terim döneminde iç saha-deplasman farkı bu kadar yoktu. Nedeni ise takımın deplasmanda koyduğu duruşun kendi sahasından pek bir farkının olmaması idi. İç sahada taraftarıyla bütünleşen takım kontrolü elinden bırakmazken deplasmanda taraftar desteğinden yoksun olunca adeta kimliğini kaybeder hale gelmiş durumda. Bu durum seneye de devam ederse Galatasaray bir sene daha şampiyonluktan uzak kalmış olacak. Bu durumu değiştirmenin yolu ya teknik direktör değişikliğine gitmektir, ki Galatasaray’ın önceden beri gelen felsefesini sahaya koydurabilecek birinin gelmesi bu noktada faydalı olur, ya da Mancini’nin sene sonunda her istediğini yaptırabileceği bir kadro kurmasıdır. Aynı kadroyla devam edilmesi halinde başarının gelmeyeceği açıktır ki istenilen savunma düzeyine de ulaşamayan bir takım görüntüsündedir Galatasaray. Beklemek ve gelecek seneyi görmek bence en mantıklı tutum olur. Bir hocayı yarım sezon verip başarısızlığından sonra onla yolları ayırmak bence o hocaya haksızlık olur ki bahsi geçen hoca da bütün dünyanın tanıdığı Mancini’dir. Ayrıca Mancini’nin istatistiklerine bakıldığında ilk senesinde genel olarak başarısız olduğu göze çarpar. Sonraki senelerinde ise takımı müthiş bir savunma düzeyine ulaşır, ve bu savunma anlayışıyla beraber hücum gücü de artar ve şampiyonluğa ulaşır.
Sonuç itibariyle, Galatasaray büyük bir felsefe değişikliğini sancılarını çekmektedir. Bu sancılar sona erdiğinde Galatasaray büyük ihtimalle tekrar iddialı bir takım haline gelecektir.

2 Şubat 2014 Pazar

Eskişehirspor 2 - 1 Fenerbahçe




Fenerbahçe için ikinci yarıdaki zor olduğu söylenegelen deplasman serisinin ilkinde puan kaybı yaşandı. Hem de kötü bir futbolla. Karabük maçındaki gibi sahada ezilen bir takım yoktu ama, kalite olarak beklenilen düzeyde değildi takım.

Maçın başın itibaren ilk yarım saatte Fenerbahçe orta sahası rakibe çok kolay geçiş izni verdi. Eskişehirspor pek fazla zorlanmadan, baskı yemeden rakip kaleye doğru ilerledi. Fenerbahçe orta sahası iyi pres yapamadı, baskılı oynayamadılar. Özellikle Holmen uzun bir aradan sonra oynadığından dolayı kendinden değildi. 

Fenerbahçe ileriye çıkmakta zorluk çekerken Moussa Sow içeri kat ederek orta sahada adam fazlalığı yaratıp takımı rahatlatmak istese de bu da tutmadı. Fenerbahçe nitelik sorunu yaşıyordu bu bölgede. Ve Bienvenue'nün golü geldi, Fenerbahçe geriye düştü.

Ardından çabucak reaksiyon gösteremediler. Ersun Yanal Emre'yi ısındırmaya gönderdi, muhtemelen Holmen'le yer değiştirmeyi düşünüyordu. Ancak Webo sakatlanıp oyundan çıkınca ve yedekte de bir başka golcü olmayınca, Emre Holmen'in değil Webo'nun yerine oyuna girdi. 

Sow en uca geçti, orta saha da 4'lendi, Emre ile birlikte kalabalıklaştı. Az önce bahsettiğimiz bu nitelik sorunu kısa vadede çözüldü, Fenerbahçe belki de maçın başından beri ilk kez üst üste olumlu paslar yapıp organize bir şekilde kaleye akın yaptı ve beraberlik golü geldi. Atağı başlatan pas Emre'den gelmişti. 

Ardından son 5 dakikada oyunun kontrolünü ele aldılar, Caner'in de hücuma olan desteği takdire şayandı.

Ancak kısa vadede beraberlik golünü getirip orta sahaya ilaç olan Emre değişikliği, ikinci 45 dakikada işe yaramayan bir plana döndü. Fenerbahçe 4 orta sahayla, asimetrik bir dizilişle oynuyordu. Ne baklavalı ne de klasik 4-4-2 orta sahasıydı bu. Ve oyuncu profilleri açısından da defansif özellikleri yüksek olan oyunculardan kurulu bir orta sahaydı.

Haliyle top ileri taşınamadı, Holmen, Meireles ya da Emre ileriye dripling yapmadılar, rakibi zorlamadılar. Kuyt ve Caner'in bireysel çabaları yetmedi, Sow ileride yalnız başına kaldı. Eskişehirspor orta sahada kalabalık olmamasına rağmen Fenerbahçe etkinlik gösteremedi. Baskı ve pas kalitesi eksikliği vardı.

Holmen'in çıkıp Mehmet Topuz'un oyuna girişini ileriyi zorlama adına olumlu bir değişiklik olarak yorumladım. Ancak aynı dakikalarda Ertuğrul Sağlam risk alıp Necati ve Kamara'yı oyuna sürünce maçın kontrolü tamamen ev sahibinin eline geçti. Erkan Zengin, Necati, Tarık, Jorquera ile topa sahip oldular, Fenerbahçe kalesine sık sık akın yaptılar.

Fenerbahçe orta sahada pas organizasyonunu bir türlü kuramazken Salih 79. dakikadan daha önce oyuna girebilirdi. 

Ancak Eskişehir 83'te Erkan Zengin'in harika golüyle galibiyet golünü attı. Maçın en iyisinden gelen bir galibiyet golüydü.

Sonuç olarak, Fenerbahçe'de yedek forvet sorunu ortaya çıktı. Emenike sakat, Webo da sakatlandı. Kulübede adam yoktu. Ayrıca orta saha merkezinin ileriye destek veremediği de gördük. Puan farkı yarın 7'ye inebilir ayrıca.

27 Ocak 2014 Pazartesi

Gol Krallığı

Futbol sevgisi insanın ilk topla tanışmasıyla başlar.Yıllar geçtikçe de katlanarak artar.Hele ki erkek çocuğuysanız futbol hayatınız da önemli bir rol oynar.Hatta hayatınızın merkezin de futboldan başka bir sevgiye yer yoktur.Aşık da olursunuz ama futbol sevgisinin yeri hep ayrıdır.Kimsenin de o sevgiye müdahale etmesine tahammül edemezsiniz.
Futbolla alakalı her şey sizin önceliğinizdir.Gazete okurken ilk açtığınız sayfa Futbol sayfası olur.Futbolcuları ve hayatlarını çok iyi bilir , takip edersiniz.Hangi futbolcu bu sezonda kaç gol attı sizden iyi kimse bilmez.Değil Türkiye Dünya Liglerinde ki golleri bile ezbere bilirsiniz.Hatta tuttuğunuz takımın haricin de birde tuttuğunuz Futbolcunuz vardır.Onun Gol Krallığı olmasını arzularsınız.Her hafta atılan gollere bakıp sizin tuttuğunuz futbolcunun golünü hesaplarsınız.Artık bunun için büyük bir kolaylık var.
Sitemiz bünyesinde oluşturduğumuz Gol Kralı cetvellerin de kim ne kadar gol attı.Kim gol krallığına yakın.Gol kralı olmak için kaç gol atılması lazım ? hepsi ile alakalı en güncel yazıları bulabileceksiniz.Sitemiz her hafta güncellenip tamamen sizin istekleriniz göz önün de tutularak hazırlanmıştır.





http://www.golkralligi.com/

9 Ocak 2014 Perşembe

Bloglar Öldü, Medyada Yeni Dönem Başladı!




Ben bu blogu Ocak 2010'da açmadan önce, Türkiye'deki futbol bloglarının zirve yaptığı bir dönemdeydik. Blogları okuyunca futbol hakkında aslında ne kadar az şey bildiğimi, kalıplaşmış analizlerin dışına çıkıp daha büyük şeyler görmenin zamanının geldiğini farkediyordum. Aceto Balsamico, Noat Samisa, Uçan Hollandalı, Borges, Alper Öcal, Parma Maniac, Papazın Çayırı, PCLionFC ve daha niceleri, her gün bir şeyler yazarlardı. Her gün yeni bir şey öğreniyordum. Sabahları kalktığımda blog listemi kontrol edip yeni yazıları okumak için can atıyordum. O kadar keyifliydi ki, inanılmaz zevkliydi. Gün içinde birden fazla blogun güncellendiğini görünce kendi kendime heyecanlanır, önce hangisini okumaya başlasam diye tatlı bir telaş içine girerdim. O dönemi çok özlüyorum.

Ardından hayatımıza twitter girdi. Oradaki gündemi takip edip oranın bir parçası oldu herkes. Bloga yazı yazma sıklıklarını giderek azalttılar. Ve 2011 Temmuz'undaki şike dalgasının ardından artık neredeyse ölme noktasına geldi bloglar. Ya ayda bir yazı giriliyordu, ya da tamamen kapandılar.

FutbolBurada.com sitesinde birliktelik oluşturdular ama site kısa sürede kapandı. Hayatım Futbol dergisi de hala varlığını sürdürüyor. Ama bence yetmiyor.

Tabi bundaki en büyük etkenlerden biri de blog yazarlarının ününün blog dünyasının dışına çıkıp başka kapıların açılmasını sağlamasıydı. Yukarıda saydığım blogcular (Aceto ve Parma hariç) ve bazı başka isimler, artık yazılı ve görsel medyada çalışmaya başladılar. Ulusal gazetede yazı yazma, iddaa tahminleri yapma, radyo programları yapma ve televizyon ekranlarına çıkma dönemi başladı. Hepsi bunu hak etmişlerdi. Helal olsun. Bilgi birikim ve kalemlerinin kuvvetliliğiyle, futbolu daha geniş bir alanda yorumlama imkanı buldular. Umarım çok daha iyi yerlere gelirler. Yeni nesil medyanın bir ayağını şimdiden oluşturuyorlar zaten.

Ancak hal böyle olunca, bloglarına artık iyice yazmamaya başladılar. O eski yazıları, o tatlı blogları özlüyorum. Keşke o dönemlere dönebilsek. Yine de bana başka bir ufuk kazandırdıkları için hepsine teşekkür ediyorum.

2 Ocak 2014 Perşembe

Genel Bir Fenerbahçe Analizine Ne Dersiniz?

Genel bir Fenerbahçe analizine ne dersiniz? Birazcık futbol sohbeti sizin için fena olmaz sanırım. Genel olarak Fenerbahçe futbol kulübünün ligdeki başarısından bahsetmek istiyorum sizlere.
Öncelikle, Fenerbahçe’nin şampiyonluk yarışı kızışmadan önce diğer kulvarlardan çekilmesi, diskalifiye edilmesi lig için bir avantajdı. En büyük rakibi Galatasaray’ın henüz bir ay önceye kadar üç kulvarda mücadele etmesi de bu doğrultuda sarı-lacivertli takım için avantajlı bir durumdu. Ne yazık ki bugüne kadar ülkemizde hem Avrupa hem lig başarısını aynı anda sürdürebilen takımlara rastlamak pek mümkün olmamıştır. Bu yüzden dediğim gibi Avrupa kupalarında mücadele etmemek, kupadan da elenmek Fenerbahçe’nin lig adına ekmeğine yağ sürdü. Gönül isterdi ki Fenerbahçe hem Avrupa’da hem ligde kıyasıya bir mücadele versin ama malum olan bazı sebepler nedeniyle bu mümkün olmadı. Her neyse sadece ligde yarışmak Fenerbahçe için bir avantajdı.
İkinci olarak Ersun Yanal, Aykut Kocaman felsefesini tamamen yıkarak yerine kendi felsefesini getirdi. Öncelikle Aykut Kocaman’ın bakışını açıklamak gerekirse sayın Kocaman öncelikle gol yememeyi kendine kural edinmişti ve bu yüzden genel itibariyle takımı kontrollü bir dizilişle, ki çoğunlukla bu 4-2-3-1 oluyordu, sahaya sürüyordu. Bu durumun aksine Ersun Yanal ise takımını sahaya öncelikli olarak gol bulmaya yönelik bir bakış açısıyla süren bir teknik direktör. Ki bu mantaliteyi şimdiye dek Fenerbahçe’de de başarıyla uygulayabilmiş gibi duruyor. Ve büyük ihtimalle de şampiyonluğu kaptırmayacak gibi duruyor Fenerbahçe. Önceki sene takım olarak yana ve geri pas yapma alışkanlığı olan takım, bu sene bu anlayıştan tamamen sıyrılarak ileri oynamayı kendine amaç edinmiş durumda. Bu her ne kadar riskli bir durum gibi görünse de bahsettiğimiz akım üç büyüklerden biri olunca Türkiye’de başarısız olması çok yüksek bir ihtimal gibi durmuyor. Geçen seneki tek forvetli sistemden 3 forvetli sisteme geçen Ersun Yanal takımı hücum pres yapmaya da teşvik ettiği için rakip takımlar için pas yapacak bir alan bulunmuyor. Önceden ise Fenerbahçe genel itibariyle rakibini 2. bölgede karşılardı. Bu da büyük bir takım için bir handikap gibi duruyor. Ayrıca, geçen sene öne geçtikten sonra skor korumaya yönelik bir felsefe benimseyen takım bu sene öne geçtikten sonra geri çekilmiyor, aksine daha da saldırganlaşarak galibiyeti perçinliyor. Bu da rakibin oyuna ortak olmasını engelleyen bir unsur. Aykut Kocaman öne geçtikten sonra oyuna ön libero sokan bir hocayken Ersun Yanal forvet çıkarıp forvet sokan bir isim. Ki 3 büyük takımdan birinin hocası iseniz yapmanız gereken de budur Anadolu takımları karşısında.
Ve bu sene geçen senenden farklı olarak Fenerbahçe son dakikaları çok iyi oynayan bir takım haline gelmiş durumda. Bunda takımın kondisyon gücünün çok yukarıda olmasını büyük önemi var sanırım. Rakiplerine nazaran oyunun son dakikalarında da dinç kalabilen takım gereken golü sürekli bularak bugüne kadar puan kayıplarını minimuma indirmiş durumda. Bir diğer rakibi Beşiktaş ise bu durumda Fenerbahçe’nin tersi nitelik taşıyor. Siyah-beyazlı takım oyun sonlarını oynayamaması nedeniyle puanlar kaybetmekte, elindeki puanlara rakiplerini ortak etmekteydi bugüne dek. Fenerbahçe futbol takımı bu sene bize “Futbol 90 dakikadır.” sözünü birçok kere tekrar ettirdi. Bu açıdan bir tebriği hak ediyor takım. Fenerbahçe’nin Galatasaray’a göre artısı ise deplasman grafiğinin iç saha grafiğine göre çok dalgalı olmaması. Deplasmanlardan mümkün olan maksimum puanı çıkaran Fenerbahçe ezeli rakibiyle aradaki farkı bu noktada açtı ve adeta bugüne gelene dek işi bitirdi.
Sonuç itibariyle iki sene arasında Fenerbahçe açısından muhteşem bir fark var ve bu fark Fenerbahçe’yi aşırı derecede ileri taşımış durumda.

Ne Aramıştınız

''Hayata dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.''
Albert Camus.

Popüler Yazılar

Blog Arşİvİ

Zİyaretçİler

Futbol Blog. Blogger tarafından desteklenmektedir.