Futbol ; Faİr Play, Cesaret, Mücadele ve Zafer...

24 Ağustos 2012 Cuma

Devlerin Dövüşü


Aykut Kocaman Alex'siz takım yaratmanın planlarını, provalarını yapacağım dediğinde arkasında durduk. Alex gittikten sonra takım sudan çıkmış balığa dönmesin, en azından ortada bir fikir olsun; hoca doğru yapıyor diye düşündük. Nihayetinde Alex efsane bir futbolcu, çok değerli bir figür fakat yetmediği yerlerde de zaman zaman yedek kalmalı. Kendisini aşırı derecede sevmeme rağmen kızağa çekilmesine göz yumacaktım ben de. Fakat işler değişti. Aykut Kocaman Alex olmadan nasıl bir Fenerbahçe takımı kuracağına dair bir plan, planı geçtim fikir bile koyamadı ortaya. Her maç farklı diziliş, her maç farklı kadroyla oynadı takım. Alex yoksa top ileriye nasıl taşınacak mesela? Alex - Emre ikilisi varken bile geçtiğimiz sezonlarda bu sıkıntı yaşanıyorken ikisinin olmadığı bir orta saha takımı nasıl hücuma çıkaracak? Krasic gibi potansiyeli yüksek fakat öncelik bakımından gereksiz bir adam alındı, merkezdeki kara delik öylece duruyor. Bu işin teknik tarafı.

Bir de işin Alex ve insani yönünden bakmak gerekirse; kaptanın da hatalı olduğu noktalar yok değil. Seni yedeğe çeken teknik direktörü uluorta yerde kıskançlıkla suçlayamazsın. Bu takımda herkes yedek kaldı, sen ilk değilsin. Bu resmen hocayı taraftarın önüne atmak, sorun yaratmak.

İki efsaneyi de çok seviyorum ve bir seçim yapmayacağım. Sadece ikisinin de hatalı noktalarının olduğunu söylemek istiyorum ve bu sorun ikisinden biri gitmediği sürece çözülmeyecek gibi gözüküyor. Şimdi ortada ligde ağır bir Galatasaray favoriliği varken Şampiyonlar Ligi'nde de kritik bir Spartak Moskova maçı var. Hoca Alex'i ilk maçta oynatmadı ve Gaziantep maçında da oynatmayacak. Eğer Alex'i Kadıköy'deki Spartak maçında oynatmazsa ve takım elenirse okların hedefi haline gelecek. Yok eğer gruplara kalırsak ve Alex'siz yola devam edip ligde iyi sonuçlar gelirse de haklılığı ortaya çıkacak. Sonuçta tercih kendisinin, Alex'le ilgili tüm kararları veren o.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Vaslui 1 - 4 Fenerbahçe


Fenerbahçe dengi olmayan bir rakibi karşısında turun iki 90 dakikasında da çoğu zaman zorlanmasına rağmen kalitesiyle ve bireysel başarılarla şimdilik başı dik olan taraf. İlk maçı fazla izlemediğim için direkt olarak ikinci maçla alakalı konuşayım.

Aslında bu maçı yalnızca 90 dakikadan ibaret görmemek gerek, bir nevi Fenerbahçe'yle alakalı referans alabileceğimiz bir maç oldu, eksik gedikler ortaya çıktı ve büyük resim yavaş yavaş tamamlanıyor ama buna sonra değinelim.

Fenerbahçe ilk 15 dakikaya iyi başladı. Tempo iyiydi, her koldan rakip tehdit ediliyordu ve gol de çabucak geldi. Rakip bu dakikalarda ileriye çıkamıyordu, kendi yarı sahasına gömülmüştü ve bu da Fenerbahçe'nin işine gelmişti elbette ama sanırım bu görüntü bizi yanılttı. Zira golden sonra Vaslui -ihtiyacı olduğu üzere- ileriye çıkmaya başladı ve hiç zorluk yaşamadan bunu başardı. Hücumda ne yapmak istiyorlarsa yaptılar, Fenerbahçe'den etkili pres ya da kuvvetli bir alan savunması da gelmeyince kontrol ev sahibi ekibine geçti. Golü de buldular ve çok net, çok açık bir goldü bu. Ortanın merkezinde hiçbir sertlik görmeden ilerleyen rakip oyuncu, topu kanada taşıdı ve her ne kadar defansta olmadık bireysel hatalar meydana gelse de rahat bir gol gördü kalesinde Fenerbahçe. Şampiyonlar Ligi seviyesi için basit, yenmemesi gereken bir goldü ve haftalardır altını çizdiğimiz noktada bizi haklı çıkardı bu görüntü. Takımın en acilinden en az bir, mümkünse iki orta sahaya ihtiyacı var. Cristian - Selçuk ikilisi bağıra bağıra biz bu takımda 4-2-3-1'in orta ikilisi olamayız diye sesleniyorlar, bu gürültüye ilerleyen dönemlerde Mehmet Topal da eşlik edecektir çünkü üçü de birbirlerinden yapı itibariyle fazla farklı olmayan oyuncular.

Cristian - Selçuk ikilisi geride agresif değillerdi, alanı iyi kapatamıyorlardı; hücumda ise pas oyununa katkıları yoktu. Haliyle Alex ve Kuyt ikilisi ilerde yalnız kaldılar, Alex sık sık geriye gelmeye çalıştı ve dakikalar ilerledikçe verimi düştü. Allahtan Kuyt'ta 23'lük delikanlı gibi ciğer var da oyundan hiç kopmadı. Oyun da merkezdeki bu nitelik eksikliğinden dolayı kanatlara yığıldı, özellikle Gökhan Gönül'ün bindirmeleri iyiydi. Hasan Ali çizgiye fazla inmiyor, zamanla inecektir diye ümit ediyorum ama önlü arkalı oynadığı Caner ya da Stoch'tan herhangi biriyle bir uyumu yok gibi, burası negatif yön.

Fenerbahçe yediği golden sonra kontrolü tamamen rakibine verdi, adeta sahadan silindi ve ilk yarı 1-1 sona erdi.

İkinci yarıya Vaslui haklı bir penaltı kazanarak başladı, Volkan kendi klasiği olduğu üzere penaltıyı kurtardı, bu çok değerli bir kurtarıştı; turla eşdeğer bir kurtarış. Ardından kontrol yavaş yavaş Fenerbahçe'ye geçmeye başladı, bunda rakibin gardının düşmesinin de sebebi vardı. Kalite eksiği olan takımlar bunu defans yapıp kontrataktan gol atmaya çalışarak kapatırlar fakat Vaslui ikinci yarıda hücumda hiç etkili değildi ve kaçan penaltı da rakibin fişini tamamen çekti. Ardından Fenerbahçe'nin golleri geldi. Kuyt ve Sow'un golleri şahaneydi. Neticede 4-1 gibi hem beklenmedik hem de maç içindeki dinamikler anlamında enteresan bir skor ortaya çıktı.

Tur geçildi ama sorunlar devam ediyor. Orta sahada hem agresiflik sorunu var hem de pas yapacak adam eksikliği. Orta saha - hücum bağlantısı bu yüzden kopuk. Hasan Ali'nin çizgiye inmesi lazım, önündeki adamla neredeyse hiçbir iletişimi yok. Stoch'u oyuna girdikten sonra çok etkisiz gördüm, sanırım transferlerden sonra 5. plana düşmüş hissediyor kendini, umarım toparlar. Medyanın gazına gelip Sow'u itin götüne sokanlara da selam olsun, ne çabuk harcadınız ulan herifi.

Son olarak; penaltı kurtaran Volkan'a, teoride 3, pratikte 2 asist yapan Gökhan Gönül'e, sarı saçlarını deli gönlüme bağladığım Kuyt'a, gol orucunu açan Sow'a teşekkürler. Şu takım umarım gruplara kalacak, özlemişiz.

24 Temmuz 2012 Salı

Sezona Girerken


Fenerbahçe'nin bu sezonki ilk resmi maçına sayılı günler kala kadro yavaş yavaş şekillenmeye başladı ve takımın eksik yönleri ortaya çıkmaya başladı. Hazırlık maçlarıyla alakalı genelde oynanan oyunun fazla önemsenmemesi gerektiği söylense de ileriye dair fikir yürütebileceğimiz belki de en önemli referans kaynağımız da bu maçlardaki görüntüler. Yine de hazırlık maçlarına çok fazla girmeden genel bir görüş belirtelim.

Öncelikle transfer sezonu Fenerbahçe için bitmiş değil ve iki kritik bölgeye oyuncu alınacak. Stoper mevkiisi için Yobo halledildi deniyor, takımı tanıması bakımından iyi transfer ama Şampiyonlar Ligi için ne kadar yeterli olur onu o zaman göreceğiz. Bir diğer oyuncu aranan bölge ise orta sahanın ortası. Emre'nin gidişinden sonra o bölge için alınan tek oyuncu Mehmet Topal oldu, onun da Emre'nin boşluğunu doldurması çok zor. Zira oyun anlayışları, oyun karakterleri, topla münasebetleri ve agresiflikleri tamamen zıt. Emre orta saha ile hücum bölgesi arasında direkt olarak bağlantı kuran, topu ileriye taşıyan bir oyuncu iken Mehmet Topal daha çok orta yuvarlağın gerisinde duran, stoperden pas alıp en yakınındakine pas atan, oyun kurulumuna katkısı az olan bir oyuncu. Topla kat etme becerisi de zayıf. Cristian'la ikili olup bu işi kotarabilirler mi? Bence zor. Cristian da maç konsantrasyonu zayıf, ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir oyuncu. Bence ilk 11 için ikisinden biri fazla olur ve eğer 4-2-3-1'in orta ikilisi Topal - Cristian olacaksa bu yetersiz olacaktır. Haliyle çok doğru bir stratejiyle Fenerbahçe'nin transfer komitesi o bölge için oyuncu arıyor. Mümkünse bir an önce bitmeli bu transfer ki önümüzü görelim.

Son günlerde bir de Fenerbahçe için santrfor isimleri geçiyor. Bence aciliyeti yok gibi ama Sow'un hazırlık maçlarındaki görüntüsü ve sık sakatlanması sebebiyle kaliteli bir yedek almak lazım gibi.

Alexli

Alex varsa diziliş de sistem de belli. 4-2-3-1 oynanır, bütün toplar Alex'le buluşur, ortaya alınacak yeni transferle belki oyun kurulumu dağılır ve Alex de rahatlar. Kadro da şöyle olur:

Volkan
Gökhan - Yobo - Egemen - Hasan Ali
Kuyt - Transfer - Topal - Stoch
Alex
Sow

Alexsiz 4-3-3

Alex'in olmadığı maçlarda hocanın kafasında nasıl bir diziliş, sistem, kadro var bilemiyoruz. Ama en mantıklı seçim 4-3-3 gibi duruyor:

Volkan
Gökhan - Yobo - Egemen - Hasan Ali
Cristian - Topal
Transfer
Kuyt - Sow - Stoch

Alexsiz 4-4-2

Bir diğer ihtimal de Alex'in olmadığı maçlarda denenebilecek 4-4-2.

Volkan
Gökhan - Yobo - Egemen - Hasan Ali
Mehmet Topuz - Transfer - Mehmet Topal - Caner
Kuyt - Sow

Fenerbahçe'nin yedeklerinde, ilk 11 oyuncularını aman aman zorlayacak kalitede isimler göremiyorum. O yüzden yaptığım kadrolarda isimler değil dizilişler değişiyor sürekli. Belki Cristian - Mehmet Topal rekabeti görebiliriz, bir de Hasan Ali - Caner ya da Stoch - Caner. Onun dışında Bekir ya da Serdar'ın Yobo ya da Egemen'i kesebileceğini düşünmüyorum keza Orhan Şam'ın Gökhan Gönül'ü. Belki formsuz olduğu dönemlerde Sow kenara çekilip Kuyt onun bölgesine geçebilir ya da Mehmet Topuz zaman zaman Kuyt'ı kesebilir.

Hadi hayırlısı.

22 Temmuz 2012 Pazar

Orhan Gencebay - Dilenci

Fazla söze gerek yok. Büyük müzik üstadı, efsane sanatçı Orhan Baba'nın efsane şarkısı Dilenci. Arada futbol dışına çıkıyoruz, kusura kalmayın.

Ne Senle Ne Sensiz


Alex de Souza ile Aykut Kocaman meselesi yeniden alevlendi. İkili arasında futbol mantalitesi anlamında bir fikir ayrılığı olduğu doğrudur; bunu Alex de ifade etmişti zaten. Fakat ikisi de hem sportif hem insani anlamda çok kaliteli isimler, haliyle bu fikir çatışması kavgaya, husumete dönüşmeden hocanın geldiği ilk sezonun başında çok büyümeden bitmişti. Aykut Kocaman takımı birden Alexsizliğe itmenin yanlışından kısa sürede dönmüş, takımda da yavaş yavaş taşlar yerine oturmaya başlamış, nihayet sezon sonunda şampiyonluk gelmişti. Geçen sezon ise hem Alex'in inanılmaz performansı hem de malum şike olayları yüzünden Aykut hoca Alex'le ilgili yeni bir karar almadı. Sürekli ilk 11'de çıktı. Bu sezon ise tamamen futbola döndük ve hocanın da takımın da kafası rahat. Haliyle kafasındaki Alex meselesini tekrar masaya yatırdı Aykut Kocaman.

Nedir bu mesele? Hoca Alex'i çekemiyor mu? İkili arasında terlikli kavga mı oldu? Alex'in tipi mi hoşuna gitmiyor Aykut Kocaman'ın? Hayır. Konu tamamen sportif. Aykut Kocaman'ın kafasındaki ideal futbol düşüncesine uymuyor Alex'in futbolu. Alex gibi bir adam her türlü sisteme gider diye düşünülebilir fakat hoca daha iyi bir orta saha profili hayal ediyor muhtemelen. Alex koşmuyor, koşuyorsa da bu koşular takımın pres futboluna yönelik verimli koşular değil. Top rakipteyken Fenerbahçe hep bir adam eksik oluyor ve orta saha çabuk deliniyor. Alex atıyor, attırıyor ama takımdaki oyuncular Alex'e aşırı güven duydukları için tüm organizasyonu onun üzerine yığıyorlar, Alex kötü olduğu zamanlarda da Fenerbahçe tat vermiyor ve bu hocayı düşündürüyor demek ki. Ve bunun için kolları sıvadı, cesaretli adımlar atıyor Kocaman.

Şöyle ki, hoca geçenlerde "Alex artık yaşlandı, onun oynadığı süreleri azaltacağız ve hem ondan maksimum verim alacağız hem de onsuz Fenerbahçe'nin planlarını yapacağız" dedi. Bu bence bu konudaki en mantıklı yol. Alex gittiğinde takım sudan çıkmış balığa dönmesin diye bazı maçlarda Alex'in olmadığı bir Fenerbahçe izleyeceğiz. Böylece hem Alex diri kalacak ve kendi performansını ortaya koyacak, hem de Alex'siz Fenerbahçe'nin provalarını göreceğiz. Bir taşla iki kuş. Mantıklı değil mi?

Tabii bu işin en pozitif yönü. Ve bu yol meşakkatli bir yol. İçinde birçok soruyu barındıran bir yol:

- Alex yedekliği kabul eder mi?
- Alex'in kulübede olmasına taraftar ne der?
- Mağlubiyetler geldikçe hoca bu sevdadan vazgeçip Alex'e sarılır mı?
- Takımda Alex gibi bir adam varken onu yedek bekletmek enayilik değil mi?
- Bir maç Alex'li bir maç Alex'siz oynayan oyuncular organizasyon sıkıntısı çekerler mi?

Bunlar da işin olabilitesi yüksek yanları. Özellikle 4. soru tüm tartışmaların belki de en önemli sorusu. Fakat o varken ondan verim alıp o gittikten sonra inanılmaz bir boşluk hissetmek de kötü olacak. Onsuz bir takımın nasıl olması gerektiğini yavaş yavaş ayarlamak gerek. Bakalım sezon içinde bizi neler bekliyor. Umarım kazanan Fenerbahçe olur.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Leyla İle Mi Mecnun?


Türk televizyonlarında bu kadar kısa sürede bu kadar değişime uğrayan başka bir dizi var mıdır merak ediyorum. Dizinin belkemikleri Leyla, Arda ve Zeynep ayrıldı ilk önce. Ben bu üçlüden en az Leyla'ya üzülmüştüm. Tamam güzel kızdı, ama kötü oyuncuydu. Yeni bir karakterle daha güzel oluyor diyordum ki diziye yeni bir Leyla koyarak aynı yerden devam etmek yerine iki Leyla koyup değişik bir hikayeye döndüler. Ardından dizi toparlanma sürecini çabuk atlattı ve her bölüm tekrar güldürmeye devam etti ama eski havasını kaybetmişti. Akış, hikaye yoktu. Kısa kısa skeçler izliyormuşuz gibime geliyordu sürekli. Neyse, artık buna alıştık derken şimdi de dizinin Leylalarından biri olan Müge Boz ayrılmış. Ve de dizinin ismi "Leyla İle Mi Mecnun?" olmuş. Mecnun rolündeki Ali Atay'ın konuşma şeklinden bir isim değişikliğine gitmişler. Bu yalnızca böyle bir basitlik mi göreceğiz. Bana ilk başta "Leyla ile mi Mecnun yoksa başkasıyla mı?" düşüncesi uyandırdı ama bakalım, hayırlısı.

İsmail Abi, Erdal Bakkal, Mecnun, İskender ve Yavuz beşlisi bozulmadığı sürece dizi güldürmeye devam edecek gibi. Yine umarım birisini kurtarma, banka soyma gibi tüm mahallenin dahil olduğu bir plan olur da olaylar olaylar eşliğinde güleriz. Merakla bekliyorum yeni sezonu.

10 Temmuz 2012 Salı

Hamit Altıntop Meselesi


Hamit Altıntop şüphesiz şu an en iyi yerli isimlerden biri, hatta belki de en iyisi, mevkii farkı gözetmeksizin. Oynadığı takımlar da bunu gösteriyor zaten. Oyun içi liderliği, sahanın her bölgesinde oynayabilmesi, 90 dakika bitmeyen konsantrasyonu onu üst düzey bir futbolcu yapıyor. Ancak bazı özellikleri de Bayern Münih ve Real Madrid'de tutunamayıp tersine Türkiye'de olay transfer olmasını sağlıyor. Bir kere tempolu değil. Yaşı o kadar ilerlememiş olmasına rağmen hızlı bir oyuncu olmadığını görüyoruz; bunu tecrübesi, aklı ve tekniğiyle kapatıyor. Yeterli mi? Galatasaray için, Türkiye ligi için yeterli olacaktır ama işte Münih'te, Madrid'de vasat bir oyuncu konumunda.

Fenerbahçe ile adı geçtiğinde beni o kadar heyecanlandıran bir isim olmamıştı. Bir kere şu kadroda onu koyacak yer yoktu. Sağ bek, sağ açık, sol açık, Alex'in mevkiisi zaten olmazdı. Geriye bir tek orta saha bölgesi kalıyor ki hali hazırda Mehmet Topal'ı defansif orta saha olarak düşünürsek Hamit mecburen çift yönlü orta saha olacaktı. İşte kritik nokta burası. Herkesin yorumu farklı olabilir, herkese de saygı duyuyorum fakat Hamit her maç üst düzey performans veremeyecekti o bölgede. Ben böyle düşünüyorum.

Ancak Galatasaray'a transfer olunca işler değişti. Melo'nun da kadroya katılacağını düşünürsek Selçuk - Melo - Hamit'li orta saha ligin fazlasıyla üzerinde olacak. Alex ve Mehmet Topal'ın yanında çift yönlü oynamak başka, Selçuk - Melo ikilisinin yanında oynamak başka. Ayrıca Fatih Terim'in 4-4-2 oynatacağı maçlarda da sağ açıkta oynayacaktır, ki en verimli olduğu bölge de orası zaten. Maliyeti beni ilgilendirmez, onu Galatasaraylılar düşünsün. Kağıt üzerinde şahane bir transfer olarak gözüküyor şu an. Fenerbahçe'ye atılan çalım da cabası.

Bu psikolojik üstünlüğü bertaraf etmek de Fenerbahçe yönetiminin becerisi olacak. Karşı yakada Hamit'i düşününce alınacak ismin tatmin edici olması zor görünüyor, bakalım bu kim olacak?

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Mantıklı Hamleler


Aykut Kocaman yıllardır Fenerbahçe'nin ihtiyaç duyduğu futbol aklı bakımından bir şans. Yaptığı transferler, modern futbola uygun hamleleri ve yıllardır hiçbir hocanın cesaret gösteremediği Alex'siz takım yaratma düşüncesi. Bunlar önemli işler. Geçen sene 3 Temmuz sürecini yaşamasaydık belki de takım tarihinin en güzel zamanlarını yaşayacaktı. Çok iyi bir kadro, inanılmaz güçlü bir camia vardı (hala öyle). Aykut Kocaman yapmak istediği şeyleri sanırım bir sene gecikmeli olarak yapacak bu sefer. Şike süreciyle birlikte camianın takıma olan aidiyeti inanılmaz ölçüde arttı ve artık saha içinde olup bitenler eskisi kadar önemli değil. Bu yüzden hocanın kredisi çok fazla, kafası da rahat ve teknik direktör/sportif direktör/futbol şube sorumlusu gibi bir görevi var. İstediği ortam sportif anlamda fazlasıyla mevcut. Sorumluluklarından doğan görev alanı gereği de transferlerde de birinci adam konumunda. Hal böyle olunca yapılan işlerin mantıklılık, gereklilik, tutarlılık oranları da artıyor. Alınan Kuyt, Hasan Ali, Egemen, Mehmet Topal ve halen stoper ve orta sahaya aranan oyuncular portföyüne baktığınızda çok fazla eleştiri yapamıyorsunuz.

Hasan Ali'ye ödenen bonservis bedeli belki çok olabilir ama yabancı sınırlaması yüzünden o bölgeye yerli bir oyuncu almak güzel oldu. Hem genç, hem de yıllarca takıma katkı verebilir. Zaten gelir gelmez yaptığı açıklamada da epey hırslı olduğunu görüyoruz.

Keza stoper mevkiine en az iki kaliteli futbolcu gerekiyordu. Yine yabancı sınırlamasını da hesaba katarsak, Egemen Korkmaz transferi inanılmaz güzel bir iş oldu. Türk pasaportlu daha iyi bir alternatif bulmak zor, bonservis bedeli ödenmeden de alındığını düşünürsek; yılın en iyi transferlerinden biri oldu şimdiden bence.

Mehmet Topal'a gelecek olursak benim pek beğendiğim bir oyuncu değil. Hücuma katkısı ve tekniği sınırlı, yavaş. Ayrıca defansif orta saha için gerektiği kadar sert olmadığını düşünüyorum. Geriye de pek bir şey kalmıyor zaten. Ama Türk pasaportu, mental anlamda İspanya'da ilerleyişini düşünürsek en fazla "vasat" transfer diyebilirim Mehmet için. Yine de defanstan ilk topları alıp ileriyle pas bağlantısını kuracak kadar o bölgenin adamıdır elbette.

Son olarak Liverpool etiketli futbolcu Kuyt, hem taraftarı heyecanlandıran hem de performansı bakımından beklentileri karşılaması en muhtemel oyunculardan biri. Bazı futbolcular için yaş muhabbeti yapmak pek anlamlı olmuyor, Kuyt da bunlardan biri. Yaşı ilerlese de temposundan hiçbir şey kaybetmemiş, fizik-teknik dengesini çok iyi tutturmuş net bir isim. Takıma katkısı bolca olacaktır.

Yapılan transferleri yanında halen aranan oyuncular var. Yobo halledilmeye çalışılıyor. Takımı ve ligi tanıması bakımından elbette ilk alternatif o olacak ama daha iyisi de aranabilir. Yine de iyidir tabii ki. Bir de Mehmet Topal'ın yanına, çift yönlü bir orta saha alınacak. Geçen sezon Lassana Diarra için uğraşılıyordu, şike olayı patlayınca transferler durdu. Bu sene bir kez daha o bölge için oyuncu aranıyor ki belki de şu an en çok ihtiyaç duyulan bölge orası. Emre'nin gidişinden sonra Mehmet Topal'ın hücuma olan katkısını düşünecek olursak ilerisiyle bağlantı net olarak kurulamayacaktır. Kaliteli bir isim şart.

Uzun lafın kısası, şu ana kadar Aykut Kocaman ve futbol komitesinin yaptığı hamleler olumlu, devamı da gelecektir. Belki taktik, oyun görüşü anlamında hocanın eksik noktaları vardır ama hem Fenerbahçe'nin hem ülkenin ihtiyaç duyduğu mükemmel bir futbol beyni var. Umarım her şey yolunda gider ve uzun yıllar bu takımı yönetir Kocaman adam.

İlerleyen yazılarda bir kez daha hortlayan Alex vs. Kocaman (!) meselesini, takımın taktik ve dizilişini yazmayı düşünüyorum. Artık blogda daha aktif olacağım inşallah.

Aziz Yıldırım


Ortada beraat kararı yok. Tahliye var ama bununla birlikte verilmiş bir ceza kararı da var. Fenerbahçe'nin başkanı, yöneticisi ve hatta tercümanı şikeden dolayı ceza aldı. Hem sportif hem adli yargıda Fenerbahçe'yi yönetenler suçlu bulundu. İşin Yargıtay ayağı da var ama ben bizim camiadaki "zafer" algısını çözebilmiş değilim. Benim içim kan ağlıyor.

Ama neyse... Aziz Yıldırım artık dışarıda. Umarım bir şekilde suçsuzluğu ispatlanır, bizim de yüzümüz kızarmaz. Özgürlük güzel şeydir sanırım, hayırlı olsun başkana.

21 Haziran 2012 Perşembe

Heyttt!!!


"Öncelikle Fenerbahçe'de başarılı olmak istiyorum. Ondan sonra Milli Takım'da kalıcı olmak istiyorum. Ben çok mutluyum. Türkiye'nin en büyük kulübüne geldim. Başka bir kulüp ya da Avrupa umrumda değil"

Şu açıklamadan sonra gönlümdeki sarı-lacivert heyecanın en yoğun yaşandığı yere oturdu yeni transfer Hasan Ali. Gökhan Gönül de aynı açıklamayı yapmıştı 2 sene önce. Keza Volkan Demirel de... Fenerbahçe sizlerle güzel, iyi ki varsınız.

Maalesef bu yazının konusu Hasan Ali Kaldırım'ın hücuma nasıl katkı verdiğiyle alakalı teknik bir yazı değil, belki onu ilerde yazarız. Benim için şu açıklama yeter, sahada da gereğini yerine getirecektir diye düşünüyorum. Hayırlı olsun, şansın yanında olsun Hasan.

12 Haziran 2012 Salı

Danimarkalı Kız Gerçeği!



Hollanda - Danimarka maçında ekranlara Danimarka tribünlerinden güzel bir bayan takıldı. Twitter'da, Ekşi sözlük'te bunun çok muhabbeti yapıldı, eh herkes gibi biz de beğendik. Ancak erkeklik hormanlarımızn kapitalist düzence kullanıldığı gerçeğini üzülerek öğrenmiş oldum dün. Nedir bu kızcağızın olayı peki? Yeni çıkan AMK gazetesinde dün çıkan haberi aynen buraya aktarıyorum:

En güzel kandırmaca

Futbol turnuvalarında tribünlerde ve stat çevresinde güzel kızlar basının her zaman ilgisini çeker. Önceki gün oynanan Danimarka - Hollanda maçında ilginç bir olay yaşandı. Maç içinde bir ara kameralara yansıyan Danimarkalı güzel, erkeklerin ekrana daha dikkatli gözlerle bakmalarına neden oldu. Ama bu görüntü detaylı bir şekilde incelendiğinde askılı tişörtüyle yürekleri hoplatan güzelin göğsünde İskandinavya kökenli bir bahis şirketinin logosunun olduğu net bir şekilde görülüyordu. Yani firma ucuz yoldan reklamını yapmak için yem kullanmıştı.

EURO 2012'de İlk Maçlar

Gruplarda ilk maçlar tamamlandı. Oynanan 8 maça bakıldığında futbol kalitesi olarak üst düzey 90 dakikalar izleyemedik. Fakat bol sürprizin olduğu, beklentilerin yüksek olduğu takımların hayak kırıklığı yarattığı maçlar oldu. Polonya - Yunanistan maçında olanlar enteresandı mesela. İlk yarı biterken 10 kişi kalan Yunanistan'ın ikinci yarıda fark yiyeceği tahmin ediliyordu, zira takımın koca ilk yarı pozisyonu yoktu, inanılmaz temposuzdular ve Polonya hızlı oyunuyla ikinci yarı işi bitirebilirdi. Öyle olmadı. İkinci yarıya Salpingidis hamlesiyle başlayan asık suratlı hoca Santos, istediğini fazlasıyla aldı. Salpingidis maçın hikayesini bir anda değiştirdi. Önce gol attı, durumu 1-1 yaptı. Sonra penaltı yaptırdı ama kaptan Karagounis kaçırdı, ardından bir gol daha attı ama o da ofsayttı. İlk yarıdaki tempolu Polonya ise koca devreyi ilk 10 dakikadaki oyunları haricinde bomboş geçirdi.

Rusya - Çek Cumhuriyeti maçında Rusya'nın güzel futbolunu izledik. Arshavin, Alan Dzagoev gibi yetenekli ayaklar hücumda etkinlik yarattılar ayrıca Zenitli oyuncu Kerzhakov'un kaçırdığı birçok pozisyon var, fark daha da açılabilirdi. Ruslar geride iyi kapanıp hücuma hızlı çıkıyorlar, turnuvada bu özellikleriyle sürpriz yapabilirler. Fakat bunları söylerken Çekler'in kötü futbollarını da göz ardı etmemek lazım. İnanılmaz kopuk bir defans anlayışı, hücum kabızlığıyla birleşince daha ilk maçtan turnuvaya veda eden takım oldular.

Hayak kırıklığı yaratan ilk takım olan Hollanda, Danimarka karşısında birçok pozisyona girmesine rağmen son vuruş beceriksizliği yüzünden kalesinde gördüğü az pozisyona rağmen yenilmekten kurtulamadı. Evet Hollanda belki birçok pozisyona girdi, onları eleştirmemiz skor yazarlığı olarak anlaşılabilir fakat o toplar kalenin içine girseydi de sahada düzensiz, taktiksel anlamda kötü bir takım olduğu aşikardı ki ben maç yazısını bile kafamda kurgulamıştım. 4-2-3-1 ile sahadaydılar fakat defans ile forvet arasında koca bir kara delik vardı. Ne geridekiler ileriye destek veriyordu ne de ileridekiler geriye. Van Bommel - De Jong ikilisi geri dörtlüyle birleşikti, ileriye nadiren katılıyorlardı. Sneijder, Afellay, Van Persie ve Robben dörtlüsü tamamen organizasyondan uzak, bireysel çabalarıyla gol arıyorlardı ilerde. Buldukları pozisyonları da beceriksizlikleri yüzünden değerlendiremeyince mağlubiyet kaçınılmaz oldu. Almanya maçında Robben'in son vuruşlarına çeki düzen vermesini umuyordur Bert van Marwijk herhalde.

Grubun kârlısı Almanya ise Portekiz karşısında vasat oyununa rağmen Gomez'in golüyle 3 puanı alan taraftı. Löw'ün takımında bir düşüş olduğu ortada. 2010 Dünya Kupası'ndaki muazzam kontra atak oyunları yok, ayrıca set oyununda iyi değiller. Portekiz ise mağlubiyete rağmen sahada doğruları yapan taraftı. Geride alanı iyi kapadılar, kontralara da mümkün olduğunca hızlı çıkmaya çalıştılar ama Cristiano Ronaldo'ya ayak uyduran oyuncu sayısı minimum olunca ataklar pek sonlanamadı. Buna rağmen galibiyeti alacak kadar net pozisyon da yakaladılar. Pepe'nin direkten dönen şutunda ve maçın uzatma anlarındaki yüzde yüzlük net pozisyonda şans yanlarında değildi.

İspanya - İtalya maçı hem taktiksel anlamda hem de maç içi dinamikler anlamında en ilginç maçlardan biriydi. Sahaya net bir forvet olmadan çıkan İspanya topu her zamanki gibi ileri bölümde dolaştırıyor fakat ceza sahasında net vuruşlar gelmiyordu. İtalya ise geride tüm adamlarıyla kompakt bir alan savunması yapıyor, ileriye de gayet güzel çıkıyordu. Oyuna sonradan giren Di Natale kalite kokan bir vuruşla İtalya'yı öne geçirdi. İspanya çok gecikmeden benzer bir golle dengeyi sağladı. Oyuna sonradan giren Torres kısa süre içerisinde iki net pozisyon, bir de kenardan tehlike yarattı ama gol atmayı başaramadı, biraz daha süre olsaydı golü atacakmış hissi verdi ya da tersten bakmak gerekirse; oyuna ilk 11'de başlasa her şey İspanya adına daha güzel olabilirdi.

Grubun en karlısı Hırvatistan oldu. Zaten amaçları ikinci olmaktı, diğer maçtan gelen beraberlik sonucuyla da buna çok yakınlar. İrlanda maçının çok az bir kısmını izlediğim için daha fazla yorum yapamayacağım. Gruptaki en kritik maç şüphesiz İtalya - Hırvatistan maçı oldu bir anda, bekliyoruz.

Fransa - İngiltere maçı futbol heyecanı bakımından en alt seviyedeki maçlardan biriydi. Benim beklentimin yüksek olduğu Fransa, kırık döküklerle ve minimum beklentiyle turnuvaya gelen İngiltere karşısında yeteri kadar etkili olamadı. Ribery, Nani, Benzema, Cabaye ve geriden destek veren Debuchy beşlisiyle saldıran Fransa, pas futbolunun sonunu getiremedi, kilidi açamadılar. Daha hızlı olmalılar, daha çok şut çekmeliler ve oyunu çok sıkıştırıyorlar, biraz daha geniş alanda oynamalılar. Ayrıca Benzema, sağa sola deplase olmaktan gerçek rolünü unutmuştu neredeyse, ceza sahasına daha çok girmeli. İngiltere ise birçok eksik ve yeni hocasıyla zaten pek fazla bir şey beklenmeyen bir takımdı. Fransa karşısında 90 dakikayı geride kabul eden, hücuma çıkamayan, kısır bir takım görüntüsü verdi. Diğer maçlarda da enteresan bir değişim beklemiyorum, gruptan çıkamayacaklar büyük ihtimalle. Rooney ise 3. maça yetişecek ama o zamana kadar iş işten çoktan geçmiş olabilir.

Ukrayna - İsveç maçının az bir kısmını izledim. Bir şey diyemeceğim ama İsveç'ten galibiyet bekliyordum, sonuç benim için sürpriz oldu. Futbolun iki efsanesi Ibrahimovic ve Shevchenko'nun golleriyle sanırım güzel bir maç olmuştur. Ayrıca Ukrayna grup ikinciliği açısından en şanslı takım oldu diye tahmin ediyorum.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Nihayet...


Geç oldu ama güzel oldu. Bence Fenerbahçe'nin 100 yılı aşkın tarihine en yakışmayan adam olan Emre Belözoğlu taraftarın büyük bir kısmınca kabul gördü, kaptan yapıldı, çok sevildi. Arkasından büyük üzüntü duyanlar bile var. Bence bu durumun 2 tane basit açıklaması var. Birinci açıklaması güzel oyunu. Taraftar güzel oynayan, takıma katkı veren oyuncuları seviyor, bu gerçek. İkinci açıklaması ise sahada taraftar fanatizminde hareket edip aşırı tepkiler göstermesi. Taraftarların sinir olduğu, küfür ettiği noktalarda devreye Emre giriyor, adeta sahadaki biz (!) gibi davranıp taraftarla bütünleşiyor, sahada taraftar kendinden bir futbolcu görüyor. Fakat Emre'nin agresifliği hiç de normal değildi, ben futbolcunun çok koşanını iyi pas atanına tercih eden birisi olmama rağmen Emre'nin sahadaki ben olduğuna kanaat getiremedim. En ufak bir olayı inanılmaz büyüten, yurtdışında futbol oynarken Türkiye'ye dönersem sadece Galatasaray'a dönerim diyen, futbolcuları, hakemleri taraftara işaret eden, hocasına, takım arkadaşlarına defalarca saygısızlık yapan, verdiği sözlerden dönen, tamamiyle antipatik bir adamdı. İyi futbolu bence bu durumu gölgelemiyor. Taraftarların büyük kısmı benim gibi düşünmüyor elbette, onlara da saygı duyuyorum fakat yarın bir gün Zokora'nın Fenerbahçe'ye transfer olduğunu düşünün, o zaman kim bize Zokora'nın baş tacı edilmeyeceğinin garantisini verecek? Taraftarlar iyi futbola bu kadar tav olmamalı diye düşünüyorum ben.

Bir de Emre'nin yeri nasıl dolacak mevzuusu... Doldurulur efendim, doldurulur. Emre bulunmaz hint kumaşı değil, ayrıca abartıldığı kadar takıma katkı veren bir oyuncu değil. Daha insaniyetlisi, daha kalitelisi (oyun anlamında) bulunur, lütfen arkasından gözyaşı dökmeyelim.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Birkaç Laf


3 Temmuz'un ardından Türk futbolu'na olan ilgim minimum düzeye indi. Anadolu takımlarının kendi aralarında oynadığı herhangi bir maçı izlediğimi zaten hatırlamıyorum da, Fenerbahçe'nin çoğu maçını izlemedim bu sene, o enteresan oldu. Hatta derbiler hariç izlediğim maç sayısı 10'u geçmez herhalde. Bu olaylar beni anormal derecede etkiledi, futboldan soğuttu. Galatasaray maçlarında bile o kadar da heyecanlanmadığımı hissettim bu sene. Her gün ortaya atılan iddialar, tutukluluk süreçleri, medyanın inanılmaz linci, ve en kötüsü iddianamede benim incelediğim ve hakikaten beni şüpheye düşüren durumlar, olaylar. Bu olayların detayına girmek istemiyorum, moralim buna müsait değil zira. Bu süreçte blogu da çok aksattım, zaten güncelleme sıklığım fazla değildi, iyice açıldı, araya aylar girdi. Son 5 ayda sadece 5 yazı girebilmişim. Tüm bu hevessizlik yüzünden işte. Yakında 1 yılını tamamlayacağımız bu süreçte birkaç ana noktaya değinmek istiyorum.

Fenerbahçe

Ben ta en başında tarafımı belli ettim. Tüm bu olaylardan etkilenmemeyi profesyonellik sağlayamaz dedim. Futbolculara, Aykut Kocaman'a aşırı tepki vermeyelim, arkalarında duralım dedim. Ben bu sözümde ne kadar durdum tartışılır, bazı maçlarda ben de kızdım hocaya. Neyse... Bizim taraftarların futbola olan ilgisi gerçekten inanılmaz. Geçen seneki, ondan önceki heyecanıyla maç seyredenler var, imreniyorum. Ben onlar kadar tutkulu değilim demek ki ya da olaylar karşısında çabuk sindim. Bu süreçte takımı inanılmaz eleştirenler olduğu gibi süreci birinci planda tutup takıma fazla laf söylemeyenler oldu. Hepsine, herkese, küfürler hariç, saygı duyuyorum. Ben bu sene fazla maç izlemediğim için Fenerbahçe'nin saha içerisinde ne yaptığına dair fikir belirtemeyeceğim, kaldı ki tüm maçları izlesem bile ne olacak, bu süreçteki belki de en önemsiz anlar her hafta izlediğimiz 90 dakikalardı.

Taraftarlar konusunda ise son olarak şunu söyleyeyim. Takımın arkasında durmak, her şartta desteklemek, her platformda herkese karşı savunmak elbetteki güzel ve taraftarlığın altın kuralları. Ama tahammülsüzlük yapmamak şartıyla. Karşındakinin de beyninin içinde bir fikir olduğunu, sen istesen de istemesen de onun senden farklı düşünebileceği gerçeğini arka plana atmadan. Diğer türlü haklıyken haksız duruma düşülebiliyor. Aynı renge gönül verdiğin adamdan ana avrat küfür yemek çok acı, ben bunu yaşadım. Körü körüne, tüm gerçekleri ikinci plana atıp sadece işine gelenleri savunmak olmuyor. Bu süreçte bizim taraftarı eleştirebileceğim birkaç nokta varsa budur.

TFF Saçmalıkları

Mehmet Ali Aydınlar dönemindeki türlü türlü saçmalıkların üzerine Yıldırım Demirören dönemindeki az ama öz saçmalıklar ülke futbolunu kaosa sürükledi. Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'nden hiçbir hukuki gerekçeye sığmayan ihracı ama buna rağmen lige devam ettirilmesi, Play-off sistemi vs. Bir şekilde MAA gitti, yerine Yıldırım Demirören geldi, YD ise kendi kendine Fenerbahçe'yi kurtarma planlarının içine girdi. Kimse Fenerbahçe'nin şike yaptığı kesinleşirse ligde kalmasını istemiyor, ama bu büyük para babaları, bu çok bilenlerin kafalarında ne tür senaryolar var bilemiyoruz. Genel kurulda değişikliği istenmeyen 58. maddeyi bir günde apar topar değiştirmeleri, Tahkim Kurulu'nun başına bu süreçte tarafını açıkça belli etmiş, tarafsızlığını kaybetmiş birisini getirmesi onun da kısacık başkanlık kariyerini eksi bakiyeye götürüyor. Allah sonunu hayır etsin.

Play-off

Fazla uzun yazmayacağım bu konu hakkında. İğrenç. Ben eski usulü istiyorum. 9 puan fark yapan Galatasaray'ın hakkı yenmedi mi bu sistemde? Aynı şey bizim başımıza gelse itiraz etmez miydik? Her şeyi geçtim, resmen takımlar arasındaki puan farkını indirip ikinci olana yeni bir şans verme oyunu bu. Sen sezon içinde misal 10 puan fark yaptığım takımı neden 5 puan farkla play-off'a sokuyorsun? Aradaki 5 puanım benim emeğim değil mi? Neden eritiyorsun? Uzun lafın kısası: tez elden son verile.

Bir sonraki yazımı ne zaman yazarım bilemiyorum. Selametle...

1 Nisan 2012 Pazar

Tam Benlik!

Benim gibi eskiyi seven, bir futbol kulübünün gol atarak değil köklerine sahip çıkarak, mazisini hatırlayarak büyüyeceğini düşünen Fenerbahçeliler için şahane bir kaynak buldum. Fenerbahçe dergisi için röportaj yapan Sibel Kurt, bu röportajları kendi internet sitesinde toplamış. Ben derginin abonesi olmadığım için tüm bunlardan habersizdim, bir sürü efsane futbolcumuzun ismini görünce epey heyecanlandım, dünden beri okuyorum. Röportaj yapılanlar arasında Lefter, Fikret Kırcan, Ogün Altıparmak, Can Bartu, Cemil Turan, Şeref Has, Şükrü Birand, Şükrü Ersoy, Alpaslan Eratlı gibi isimler var.

Site bu: http://www.sibelinsahasi.com

Röportajlar sitenin sağ köşesinde listelenmiş vaziyette. Meraklısına duyurulur.

22 Ocak 2012 Pazar

Anlamsız Olur Hayat Fenerbahçe Olmasa



Sarıyla Laciverte kurban olurum inan
Gözlerim başka rengi kör olur görmez ulan
Bir tek seni sevmişim senden başkası yalan
Gözlerim başka rengi kör olur görmez ulan
Ne güzel seni sevmek sana kanaryam demek
Anlamsız olur hayat bir gün seni görmesek
Adını söylemesek

Bizim blogun tarzı değil pek bu tip şeyler ama çok hoş, çok anlamlı bir beste.. Geçen sezon Buca deplasmanı öncesi çekilmiş bir görüntü...

21 Ocak 2012 Cumartesi

Kurtarılmak Değil, Aklanmak İstiyoruz


3 Temmuz'dan beri her gün ortaya atılan iddialar, tartışmalar, deliller ve telefon görüşmelerinin baş aktörü Fenerbahçe olmasa küme düşme kararı çoktan alınmış mıydı? Bence evet. Koskoca TFF hemen hemen her gün bambaşka bir çelişki içine düşer, küme düşmeyi kaldırmak için genel kurulu toplamak gibi bir rezillik içerisine girer miydi? Hayır. Küme düşme kararının kaldırılmasından ben bir Fenerbahçeli olarak mutlu muyum? Hayır, tersine rahatsızım. Peki bu kararı destekleyen bir Fenerbahçeli var mı? Benim çevremde bu zihniyette birisi yok. Aksine herkes bir an önce iyi ya da kötü bir kararın verilmesini, artık bu olayların sonlanması isteminde. Fenerbahçe spor kulübe de resmi olarak şike ya da teşvik priminin ve bunlara teşebbüsün cezasının küme düşürülme olması gerektiğini, puan silme ya da başka bir cezanın verilmemesi gerektiğini belirtti. Aziz Yıldırım ve Ali Koç'un ardından nihayet Nihat Özdemir de bu fikre sahip olmuş durumda. Galatasaray olayların başından beri bunu savunuyor zaten. Trabzonspor'u, Beşiktaş'ı, Ordu'su, Bursa'sı... Taraftarı, medyası, o'su bu'su... Herkes cezanın küme düşme olarak kalması fikrinde. Peki TFF ve onun başkanı Mehmet Ali Aydınlar'a ne oluyor? Neden cezaların değişmesi ya da bir seferlik affedilmesi için türlü türlü ali cengiz oyunlarına başvuruyor? Ondan başka isteyen yokken neden kendine böyle bir dert edinmiş durumda? Amacı Fenerbahçe'yi ya da alıştığımız ağızla "Türk futbolu"nu kurtarmak mı? Yoksa işin içinde çok daha derin mevzular mı var? Mesela oy kaygısına kapılan başbakan Erdoğan bu süreçte Fenerbahçe'yi kurtarmak gibi bir dert içerisine düşmüş olabilir mi? Ve Mehmet Ali Aydınlar'ı böyle saçma sapan kararlar almada "zorlamış" olabilir mi? Bence hiç de az ihtimalli bir durum değil bu.

Bence şike iddialarının tamamı deli saçması, mantıksız, aptalca şeyler değil. Bu blogda defalarca da söyledim, twitter'da da sürecin başından beri söylüyorum. Beni kuşkuya düşüren durumlar var. Normal olmayan olaylar, diyaloglar var. Fakat konumuz bu değil. Fenerbahçe bu süreçten tertemiz, aklanmış olarak da çıkabilir; pisliğin içine saplanmış olarak da... Fakat ne olursa olsun, tamamen hukuki ve sportif yargılamanın sonucunda, objektif kararlarla bu süreç sona ermelidir. Kişilerin keyfi tutumlarına, siyasi operasyonlara, ekonomik çıkarlara Fenerbahçe meze olmamalıdır. Kapalı kapılar ardında Fenerbahçe üzerinden kimse menfaat sağlamamalı, ne şiş yansın ne kebap zihniyetiyle hiçbir şekilde bir eyyama gidilmemelidir. 58. madde değişmemeli, suçlara af getirilmemeli, cezalarda azaltma olmamalı, puan silme cezası gibi aşağılık bir uygulamaya gidilmemeli. Hiçbir Fenerbahçeli bu süreçte suçlu bulunduğu takdirde affa uğramayı, kurtarılmayı istemiyor, beklemiyor ki zaten Fenerbahçe camiası buna ihtiyaç da duymamalı. Bu kulüp alt kümeye de düşse taraftarı yalnız bırakmaz, ilk günkü heyecanıyla ertesi sene tekrar ait olduğu yere döner, yine ligde fırtına gibi eser. Bundan benim şüphem yok. Hiçbir Fenerbahçeli küme düşmekten korkmamalı. İşte o zaman kaybederiz.

Son olarak; biz eyyam istemiyoruz. Objektif bir yargılamanın neticesinde cezamızı varsa çekmek istiyoruz. Kimsenin yardımına muhtaç değiliz, kimse bizim üzerimizden türlü oyunlar çevirmesin. Biz kurtarılmak değil, aklanmak istiyoruz.

15 Ocak 2012 Pazar

Lefter'e Veda


Biz bugün yalnızca Lefter'in fiziksel varlığına veda etmedik. Temiz, saygılı, herkesçe takdir edilen futbolun son temsilcilerinden birinin anısına veda ettik. Onun ne gollerini, ne çalımlarını izleyebildik ne de teknik direktörlüğünü görebildik. Lefter'e dair bildiğimiz şeyler bize anlatılanlar ve birkaç gol, çalım görüntüsünden ibaret. Yalnızca bu görüntülerden gördüklerimizle bile onun oynadığı futbolun zarafetini anlayabilmemizin yanısıra, ardında bıraktığı anılarda kendisine dair olumsuz hiçbir şey söylenmemesinden ne denli büyük bir oyuncu, ne denli büyük bir insan olduğunu anlayabiliriz. Bir nesli Fenerbahçeli yapan, Galatasaraylı'sı Beşiktaşlı'sını kendisini izlettirmek için stada dolduran, mükemmel bir futbol adamı. 85 yaşında Alex'le Büyükada'daki buluşmasında bile Fenerbahçe'sini anlatırken sesi titreyen, o günkü heyecanını hala yitirmemiş gözüken tam anlamıyla bir koca çınar. Elimde bu kadar fırsat varken onun yanına gidip elini öpememiş olmanın verdiği ağır pişmanlık duygusunu yaşatıyor bana Lefter Küçükandoyadis.

Ben Fenerbahçe konusunda muhafazakarım. Çoğu zaman atılan gol sevincine, golün kendisinden daha çok anlam veririm. Bir koşuya tav olurum. Halit Deringör Fenerbahçe televizyonunda ufak bir anısını anlatırken gözlerim dolmuştu. Lefter, İslam Çupi ve Basri Dirimlili'nin malum fotoğrafı bana her zaman mükemmel gelmiştir. Bugüne dek Fenerbahçe için çok fazla içim titredi, hüzünlendim, duygulandım ama ağladığım nadirdir. Gaziantep'i 3-0'dan 4-3 yendiğimiz maç için ağlamıştım Melih Gümüşbıçak "Rapaiç atıyor 4 oluyor" derken. En son hatırladığım geçen sene Kadıköy'deki Gaziantep maçının son dakikasında Andre Santos'un attığı gole ağlamış, sevinçten yumruğumu ısırmıştım. Ama bunların tamamını görüp yaşayıp, özümsemiştim ve bunlar bir birikimin verdiği tepkiydi. Ben bu yaşımda ne maçlarını izleyebildiğim ne de canlı görebildiğim Lefter için ağlıyorsam, Lefter Fenerbahçe için çok çok önemli bir insandır.

Şükürler olsun ki bu camia Lefter'e gerekli olan vefayı henüz o hayattayken gösterdi. Lefter Küçükandoyadis tesisleri, Lefter heykeli ve Büyükada ziyaretleri. Ona olan ilgiyi hiç azaltmadı Fenerbahçe taraftarı ve yönetimi. Bu takdir edilmesi gereken bir davranış. Aynı vefayı hayatta olan Can Bartu, Fikret Kırcan başta olmak üzere tüm efsanelere de göstermeliyiz. O zaman iyi gün taraftarı olmadığımızı belki dışarıya da anlatabiliriz.

Ruhun şad, mekanın cennet olsun Lefter. Senin anını biz hep yaşayacağız, gururla taşıdığın çubuklu formanın değerini en yüksekte tutmak için çabalayacağız. Rahat uyu.

1 Ocak 2012 Pazar

2012

Kürk Mantolu Madonna'nın Maria Puder'i yeni yılla ilgili ne diyordu? "İnsan ömrü doğumdan ölüme uzanan tek bir yoldan ibarettir ve bunun üzerinde yapılan her türlü taksimat sunidir." Ben Maria Puder kadar önemsiz bir olay olarak görmüyorum yılbaşlarını ve diğer tüm taksimatları. Raif Efendi'nin biricik sevdiğinin bakışına göre zamanı bölmesek, türlü türlü zorluklarla karşılaşırdık hayatta. Düşünsenize, "Doğum tarihin ne?" şeklindeki bir soruya "Soğuk bir kış günüydü" şeklinde cevap vermek zorunda kalabilirdik.

Fakat öte yandan, yeni yıla inanılmaz anlamlar yüklemek, büyük umutlar bağlamak da yanlış. 28 Aralık ile 29 Aralık arasındaki fark, 31 Aralık ile 1 Ocak arasındaki farka eşittir bence. Hayatımızda neler değişiyor ki temelden? Hele ekran karşısına geçip 2012'de neler olacağına dair tahminler yapan falcı ablalar ve abiler neyin kafasını yaşıyorlar merak ediyorum. Akrep burcu için 2012 "para yılı" olacakmış mesela. Ekonomik anlamda işlerimiz yoluna girecekmiş. 1 Ocak 2013'teki blogda yazacağım yazıda sizi bilgilendireceğim efendim.

2011 yılı tam anlamıyla olumsuzluklar yılıydı. Kişisel anlamda aşırı kötü olaylar başıma gelmedi ama ülkece büyük felaketlere şahit olduk. Deprem, şehitler, şike... Tekrar o günleri hatırlamak bile ürkütücü, mide bulandırıcı. Net olarak 2011 yılı kötü bir yıldı.

2012'ye girerken de dileyeceğimiz dileklerin en başında 2011 kadar olumsuzluklarla dolu bir yıl olmaması gelecektir. Daha az insan ölümü, daha az saçmalık, daha az hukuksuzluk, daha çok özgürlük, daha çok huzur ve daha çok para... Sağlıklı ve huzurlu bir yıl dileğiyle...

Ne Aramıştınız

''Hayata dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.''
Albert Camus.

Popüler Yazılar

Zİyaretçİler

Futbol Blog. Blogger tarafından desteklenmektedir.