İlginç bir lig yaşadığımız kesin. Hiçbir takım önündeki maç için umut vermiyor, kazanılan 3 puanlar yalnızca haftanın sonucu gibi gözüküyor. Detaya girmeden, okuyucuyu da yormadan, ligimizin 28. hafta itibari ile ilk 5 sırasını oluşturan takımları hakkında bir iki kelam edelim.
Fenerbahçe ile başlayalım. Geçen seneki uyuşukluktan sonra Daum'la kazanılan Süper Kupa ile iyi bir başlangıç yapıldı, lige de bomba gibi girildi. 8'de 8 yapıldı ve ondan sonra çöküş dönemi yaşandı. Yılmaz Vural'a şov imkanı bile verildi. Bu takım sezon başından beri 4-2-3-1 sistemi ile oynuyor. Alex'in olmadığı maçlar da dahil çift forvet oynanılan maç yok. Kasımpaşa maçı hariç ben hatırlamıyorum. Stoper ikilisi Lugano-Bilica'nın güven veren uyumu ve Cristian-Emre ikilisinin defansif ve ofansif katkıları Fenerbahçe'yi ayakta tuttu. Sezon başından beri 3 kilit ismi var Kanarya'nın. Lugano, Emre ve Alex. Bu üçünden herhangi birinin olmadığı hemen hemen her maçta puan kaybedildi. Sorunlu bölge sol taraf. Solda denenmeyen oyuncu kalmadı aylardır. Roberto Carlos, Andre Santos, Vederson, Uğur Boral ve Özer değişmeli olarak forma giydiler. Roberto Carlos'un önünde oynayan kişi değişti genelde ve yeni transfer Andre Santos fazlasıyla sırıttı ön tarafta. Carlos'un gidişiyle sol beke kendisi geçti ve bu sefer onun önünde Vederson ile Özer oynadı. Özer'in varolan sakatlığı ve o bölgede sıkışıp kalmasıyla yeteri kadar topu iyi kullanamaması, rakiplerin daha çok sağ taraftan hücum geliştirmesine sebep oldu. Vederson da hem geride hem ileride vasatı hiçbir zaman aşamamış birisi. Sol taraf çok tartışıldı ama iyi ya da kötü bu günlere gelindi. Uğur Boral sakatlanmasaydı, hız problemi yaşayan Fenerbahçe'ye çok yararlı olabilirdi, ama aranan zamanlarda yok ortalarda. Medyamız abuk subuk işlerle uğraşacağına yararlı bilgiler verseler iyi olur. Fenerbahçe'nin hücuma çıkarken kaptırdığı topların istatistiğini istiyorum. Bu takımın hücuma çıkarken neden eziyet çektiğiyle ilgili güzel bir yazı görmek istiyorum. Ama yok. En fazla yine kendimiz tartışıyoruz. Bana göre iyi bir sol açık bu takıma basamak atlatır.
Galatasaray'ı bu blogda tartışmıştık ama kısaca üzerinden bir kez daha geçelim. Frank Rijkaard'ın gelişi ile beraber her alanda oyuna hakim olan, rakibe basan, tempolu bir futbol beklendi ancak mevcut oyuncu kadrosu ile bu çok da mümkün gözükmüyor. Bırakın Rijkaard'ın Total Futbol'unu, Ömer Üründül'ün kollektif futbolunu bile oynayamıyor şu takım. Hücumda Kewell, Baros, Arda vardı ve Elano, Keita, Giovani, Jo transfer edildi ama ironiye bakın ki ortasaha Mustafa Sarp-Mehmet Topal ikilisine emanet edildi. Koca sezon boyunca ayağa paslarla rakibe üstünlük kuran bir takım izleyemedik. Çoğu zaman bireysel çabalarla geldi goller. Ve bakın; Baros, Kewell sakatlandı ve Arda formsuzlaşmaya başladı, Galatasaray gol sıkıntısı çekiyor. Keita ve Giovani olmasa Ankaraspor'dan kötü takım olacak Cim Bom. Bu takıma iyi bir sol bek ve iyi iki önlibero lazım.
Beşiktaş'a bakacak olursak her daim sıkıcı bir futbol oynayan, fazlaca defansif anlayışa sahip bir takım görüyoruz. Yarım gol olsa ona bile itiraz etmeyecek Mustafa Denizli. Takımın yükünü Rüştü, Ferrari, Ernst ve Bobo çekmeye devam ediyor. Beşiktaş'ın takım olarak istikrar sorunu çekmesinde kadrosunda bir istikrar sağlayamamasının da sebebi var. Gerçi Mustafa Denizli Ali Güneş'i forvet oynatmış bir adamdır, şaşırmamak lazım ama Ekrem Dağ'ın sol açık oynaması bazı şeyleri ifade ediyordur sanıyorum. Ortasaha ile forvette köprü oluşturacak bir futbolcunuz olmayınca yoğun olarak atak geliştiremiyorsunuz. Fink çok ofansif bir futbolcu değil, Ernst her ne kadar Almanya'da hiç hücuma katılmamasıyla tanınsa da bir nebze Beşiktaş'ta bu görevi üstlendi ancak o da bir yere kadar. Tello desen, gününde olmadığı zaman ızdırap çektiren bir isim. Yusuf zaten ne yiyip ne içiyor bilemiyorum, ne zaman Beşiktaş'la ilgili haber okusam sakatlığı var. Hal böyle olunca Mustafa Denizli'nin ortasasaha bolca rotasyona gitmesi normal. Örneğin Eskişehir maçınca İbrahim Toraman önliberoya gelmiş, Fink ve Ernst daha ileriye çıkmış ve Beşiktaş üstün bir futbol oynamıştı. Skoru değiştirecek yetenekli ayaklara da çok fazla sahip olmayınca günü gününe uymayan, ilginç bir takım ortaya çıkıyor. Beşiktaş'ın ligin en az gol yiyen takımı olması hiç de şaşırılacak bir şey değil!
Bursaspor'la devam edelim. Belki de hiçbir Anadolu takımı takım, yönetim, şehir ve medya olarak şampiyonluğa kenetlenmemişti bu kadar. Bursaspor diğer Anadolu takımlarından kalitesi olarak belirgin bir üstünlüğe sahip. Arka tarafı ön tarafından daha tecrübeli. Hücum oyuncularından Volkan Şen, Sercan Yıldırım, Turgay Bahadır ve Ozan İpek daha önce hiç bu tarz bir tecrübe yaşamamışlardı. Yine de ligimizin en golcü takımı şu anda Bursaspor. Ertuğrul Sağlam'ın korkmadan hücum etmelerini emrettiği takım, skor ve dakika ne olursa olsun gol arıyor. Bu hücumcu özelliklerini de Kadıköy'de Fenerbahçe'ye ve İnönü'de Beşiktaş'a 3'er gol atarak gösterdiler. Kendi evlerinde Galatasaray'ı yendiler. Sürekli hücumu düşünmek risk almak demektir. Bazen bu riski denemeye değer ama özellikle Avrupa'da bu tarz bir oyun sistemi tarihi farklara neden olur. Defansif ve ofansif dengelerin sağlanması lazım. Ligi kaçıncı sırada bitirirlerse bitirsinler, bu sezon Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'tan daha başarılı oldukları kesindir.
Trabzonspor'la bitirelim. Hugo Broos Belçika'da 3 kez yılın teknik direktörü seçilmiş, boş bir hoca değil. Ancak Trabzonlular ona katlanacak da değil! Üst üste alınan kötü sonuçların sonunda kendisine yol verdiler ve her zaman olduğu gibi Şenol Güneş ismi gündeme geldi. Biraz tribün baskısı, biraz da çaresizlikten ötürü Güney Kore'den getirdiler Şenol Hoca'yı. Şenol Güneş'ten sonra 5-6 kez maçlarını izledim ve kesinlikle medyada büyütüldüğü kadar iyi futbol oynamadıklarına kanaat getirdim. Bana göre Hugo Broos döneminden çok çok iyi futbol oynamıyorlar. Temel fark, futbolcuların artık daha özgüven kazanmaları ve camianın olaylara daha pozitif bakması. Benim babam Trabzonsporlu'dur. Maçları izledikten sonra benimle konuşur ve 3 puan kazandıkları maçlardan sonra bile takımı eleştirmekten çekinmez. Trabzonlular (yanlış anlaşılmasın, Trabzonlu değiliz), hatta daha geniş bakalım, Karadenizliler duygusaldır, çok çabuk sinirlenirler, çok çabuk fikir değiştirirler. Şenol Güneş'in gelmesiyle beraber ılımlı bir hava esiyor gibi gözükse de bu takım 5 maç üst üste kazanamayınca sonu Hugo Broos'a benzeyebilir. Bu arada Selçuk İnan'a sesleniyorum burdan: Yerim ulan o attığın pasları...
Fenerbahçe ile başlayalım. Geçen seneki uyuşukluktan sonra Daum'la kazanılan Süper Kupa ile iyi bir başlangıç yapıldı, lige de bomba gibi girildi. 8'de 8 yapıldı ve ondan sonra çöküş dönemi yaşandı. Yılmaz Vural'a şov imkanı bile verildi. Bu takım sezon başından beri 4-2-3-1 sistemi ile oynuyor. Alex'in olmadığı maçlar da dahil çift forvet oynanılan maç yok. Kasımpaşa maçı hariç ben hatırlamıyorum. Stoper ikilisi Lugano-Bilica'nın güven veren uyumu ve Cristian-Emre ikilisinin defansif ve ofansif katkıları Fenerbahçe'yi ayakta tuttu. Sezon başından beri 3 kilit ismi var Kanarya'nın. Lugano, Emre ve Alex. Bu üçünden herhangi birinin olmadığı hemen hemen her maçta puan kaybedildi. Sorunlu bölge sol taraf. Solda denenmeyen oyuncu kalmadı aylardır. Roberto Carlos, Andre Santos, Vederson, Uğur Boral ve Özer değişmeli olarak forma giydiler. Roberto Carlos'un önünde oynayan kişi değişti genelde ve yeni transfer Andre Santos fazlasıyla sırıttı ön tarafta. Carlos'un gidişiyle sol beke kendisi geçti ve bu sefer onun önünde Vederson ile Özer oynadı. Özer'in varolan sakatlığı ve o bölgede sıkışıp kalmasıyla yeteri kadar topu iyi kullanamaması, rakiplerin daha çok sağ taraftan hücum geliştirmesine sebep oldu. Vederson da hem geride hem ileride vasatı hiçbir zaman aşamamış birisi. Sol taraf çok tartışıldı ama iyi ya da kötü bu günlere gelindi. Uğur Boral sakatlanmasaydı, hız problemi yaşayan Fenerbahçe'ye çok yararlı olabilirdi, ama aranan zamanlarda yok ortalarda. Medyamız abuk subuk işlerle uğraşacağına yararlı bilgiler verseler iyi olur. Fenerbahçe'nin hücuma çıkarken kaptırdığı topların istatistiğini istiyorum. Bu takımın hücuma çıkarken neden eziyet çektiğiyle ilgili güzel bir yazı görmek istiyorum. Ama yok. En fazla yine kendimiz tartışıyoruz. Bana göre iyi bir sol açık bu takıma basamak atlatır.
Galatasaray'ı bu blogda tartışmıştık ama kısaca üzerinden bir kez daha geçelim. Frank Rijkaard'ın gelişi ile beraber her alanda oyuna hakim olan, rakibe basan, tempolu bir futbol beklendi ancak mevcut oyuncu kadrosu ile bu çok da mümkün gözükmüyor. Bırakın Rijkaard'ın Total Futbol'unu, Ömer Üründül'ün kollektif futbolunu bile oynayamıyor şu takım. Hücumda Kewell, Baros, Arda vardı ve Elano, Keita, Giovani, Jo transfer edildi ama ironiye bakın ki ortasaha Mustafa Sarp-Mehmet Topal ikilisine emanet edildi. Koca sezon boyunca ayağa paslarla rakibe üstünlük kuran bir takım izleyemedik. Çoğu zaman bireysel çabalarla geldi goller. Ve bakın; Baros, Kewell sakatlandı ve Arda formsuzlaşmaya başladı, Galatasaray gol sıkıntısı çekiyor. Keita ve Giovani olmasa Ankaraspor'dan kötü takım olacak Cim Bom. Bu takıma iyi bir sol bek ve iyi iki önlibero lazım.
Beşiktaş'a bakacak olursak her daim sıkıcı bir futbol oynayan, fazlaca defansif anlayışa sahip bir takım görüyoruz. Yarım gol olsa ona bile itiraz etmeyecek Mustafa Denizli. Takımın yükünü Rüştü, Ferrari, Ernst ve Bobo çekmeye devam ediyor. Beşiktaş'ın takım olarak istikrar sorunu çekmesinde kadrosunda bir istikrar sağlayamamasının da sebebi var. Gerçi Mustafa Denizli Ali Güneş'i forvet oynatmış bir adamdır, şaşırmamak lazım ama Ekrem Dağ'ın sol açık oynaması bazı şeyleri ifade ediyordur sanıyorum. Ortasaha ile forvette köprü oluşturacak bir futbolcunuz olmayınca yoğun olarak atak geliştiremiyorsunuz. Fink çok ofansif bir futbolcu değil, Ernst her ne kadar Almanya'da hiç hücuma katılmamasıyla tanınsa da bir nebze Beşiktaş'ta bu görevi üstlendi ancak o da bir yere kadar. Tello desen, gününde olmadığı zaman ızdırap çektiren bir isim. Yusuf zaten ne yiyip ne içiyor bilemiyorum, ne zaman Beşiktaş'la ilgili haber okusam sakatlığı var. Hal böyle olunca Mustafa Denizli'nin ortasasaha bolca rotasyona gitmesi normal. Örneğin Eskişehir maçınca İbrahim Toraman önliberoya gelmiş, Fink ve Ernst daha ileriye çıkmış ve Beşiktaş üstün bir futbol oynamıştı. Skoru değiştirecek yetenekli ayaklara da çok fazla sahip olmayınca günü gününe uymayan, ilginç bir takım ortaya çıkıyor. Beşiktaş'ın ligin en az gol yiyen takımı olması hiç de şaşırılacak bir şey değil!
Bursaspor'la devam edelim. Belki de hiçbir Anadolu takımı takım, yönetim, şehir ve medya olarak şampiyonluğa kenetlenmemişti bu kadar. Bursaspor diğer Anadolu takımlarından kalitesi olarak belirgin bir üstünlüğe sahip. Arka tarafı ön tarafından daha tecrübeli. Hücum oyuncularından Volkan Şen, Sercan Yıldırım, Turgay Bahadır ve Ozan İpek daha önce hiç bu tarz bir tecrübe yaşamamışlardı. Yine de ligimizin en golcü takımı şu anda Bursaspor. Ertuğrul Sağlam'ın korkmadan hücum etmelerini emrettiği takım, skor ve dakika ne olursa olsun gol arıyor. Bu hücumcu özelliklerini de Kadıköy'de Fenerbahçe'ye ve İnönü'de Beşiktaş'a 3'er gol atarak gösterdiler. Kendi evlerinde Galatasaray'ı yendiler. Sürekli hücumu düşünmek risk almak demektir. Bazen bu riski denemeye değer ama özellikle Avrupa'da bu tarz bir oyun sistemi tarihi farklara neden olur. Defansif ve ofansif dengelerin sağlanması lazım. Ligi kaçıncı sırada bitirirlerse bitirsinler, bu sezon Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'tan daha başarılı oldukları kesindir.
Trabzonspor'la bitirelim. Hugo Broos Belçika'da 3 kez yılın teknik direktörü seçilmiş, boş bir hoca değil. Ancak Trabzonlular ona katlanacak da değil! Üst üste alınan kötü sonuçların sonunda kendisine yol verdiler ve her zaman olduğu gibi Şenol Güneş ismi gündeme geldi. Biraz tribün baskısı, biraz da çaresizlikten ötürü Güney Kore'den getirdiler Şenol Hoca'yı. Şenol Güneş'ten sonra 5-6 kez maçlarını izledim ve kesinlikle medyada büyütüldüğü kadar iyi futbol oynamadıklarına kanaat getirdim. Bana göre Hugo Broos döneminden çok çok iyi futbol oynamıyorlar. Temel fark, futbolcuların artık daha özgüven kazanmaları ve camianın olaylara daha pozitif bakması. Benim babam Trabzonsporlu'dur. Maçları izledikten sonra benimle konuşur ve 3 puan kazandıkları maçlardan sonra bile takımı eleştirmekten çekinmez. Trabzonlular (yanlış anlaşılmasın, Trabzonlu değiliz), hatta daha geniş bakalım, Karadenizliler duygusaldır, çok çabuk sinirlenirler, çok çabuk fikir değiştirirler. Şenol Güneş'in gelmesiyle beraber ılımlı bir hava esiyor gibi gözükse de bu takım 5 maç üst üste kazanamayınca sonu Hugo Broos'a benzeyebilir. Bu arada Selçuk İnan'a sesleniyorum burdan: Yerim ulan o attığın pasları...
0 yorum:
Yorum Gönder