Bir ülkenin futboldaki lokomotiv takımlarında işler yolunda gitmiyorsa, bu yalnızca o takımlarla ilgili bir şey değil; ülke olarak ciddi bir sıkıntının göstergesi olabilir. Geçenlerde Hollanda'da bir araştırma yayınlanmıştı. Takımlarının yenildiği günün ertesi günü insanlar mutsuz oluyorlarmış. Bu mutsuzlukları da doğal olarak gündelik hayata yansıyormuş. İnsanlar arasındaki iletişimde beş karış suratlar konuşuyor, ani gereksiz tepkiler verilebiliyor; hatta çalışırken isteksiz davranmalar yüzünden ülkenin işveriminde o günlük küçülme olabiliyormuş. Futbolu hayatının merkezine yakın bir yere koyanlar için bu son derece normal. En önemsediği şey futbol olan bir kişi için takımının aldığı galibiyet birçok şey ifade ediyor, takım kötü gittiğinde ise o insanın da hayatında bazı düşüşler olabiliyor.
Bu konu yalnızca ülkenin büyük takımları için geçerli bir durum değil tabii ki. Tutku, takımın büyüklüğü ile doğru orantılı değil hiçbir zaman. Gelgelelim, bu lokomotiv, büyük takım taraftarlarının futbolla yaşadığı heyecan, kendi takımının maçlarında yaşadığı heyecan kadar ezeli rakibinin maçlarında yaşadığı heyecandır. Ligdeki şampiyonluk yarışı ve maçlardaki atmosfer, en çok ezeli rakip ile yaşandığı zaman yoğunlaşır. O büyük rakibin kötü gittiği zamanlarda elbetteki bir taraftar olarak sevinilir lakin bir diğer yandan ligdeki yaşanan heyecanın dozu biraz azalır.
Galatasaray, tarihinin en çalkantılı günlerinden birini yaşıyor. Ben bir Fenerbahçeli olarak, çok afedersiniz, kıs kıs gülerek izliyorum olanları. Yalan yok, ezeli rakibimin, en büyük rakibimin şu durumlarda olması beni tabii ki mutlu ediyor. Şampiyonluk yarışında bir rakibim eksilmiş oluyor. Amma velakin, bir diğer yandan; Fenerbahçe'nin Galatasaray ile ya da Beşiktaş ile değil de; Bursaspor'la, ne bileyim ben, Kaysersispor'la şampiyonluk için yarışması hiç hoşuma gitmiyor. O tadı alamıyorum ben. Yanlış anlaşılmasın, Kayserispor'u, Bursaspor'u, Trabzonspor'u ya da bundan sonra şampiyonluk için yarışmamız muhtemel olan diğer Anadolu takımlarını küçümsemek için söylemiyorum bunları. Ama siz de takdir edersiniz ki Galatasaray ile yarışmayınca olmuyor, Galatasaray'sız bir zirve yarışı, bana çok da fazla heyecan vermiyor. Tamam, şampiyon olmasınlar ama zirve yarışından bu kadar da erken kopmasınlar...
Yazıyı buradan hareketle Hollanda'nın en büyük takımlarından biri olan Feyenoord'a bağlamak istiyorum. Amsterdam derbisinin bu büyük tarafı, 15 maçta yalnızca 13 puan alarak sondan 3. sıraya yerleşmiş durumda. An itibariyle lider PSV Eindhoven ile aralarındaki puan farkı 23. Ve daha 15. haftada bu fark oluştu. Kadrolarında birçok genç futbolcu var fakat tecrübeli-tecrübesiz dengesini tutturabilmiş değiller, kendilerine yakışmayacak derecede kalitesiz bir kadroları var.
Ezeli rakipleri PSV'ye tam 10-0 yenildiler. 10-0 yahu. Bu skor Feyenoord'un ne denli kötü bir durumda olduğunun bir kanıtı. Bu sezon oynadıklar 3-4 maçı izleme şansım oldu. İzlediğim maçlar içerisinde gördüm ki, topu defans ve ortasaha arasında çevirmekten başka yaptıkları bir şey yok. Hücumda yaratıcı değiller ve bu da maç içerisinde kısır bir takım görüntüsü veriyor. Benim görüşüme göre bir takımın "iyi" takım olabilmesi için ya hücumda ya da defansta sağlam görüntü vermesi gerekiyor. Misal, Kayserispor defansif anlamda üst düzey bir takım olmasına rağmen hücumda biraz kısırlık çekiyor, ama bana göre iyi bir takım. Keza Trabzonspor hem defansta hem ofansta dengeyi tutturabildi, ligin en iyi takımı. Beşiktaş ikisinde de bocalıyor, iyi bir "takım" değil. Feyenoord da keza aynı şekilde.. Hücumda bu kadar boş bir takımın en azından geride iyi organize olması gerekirken Feyenoord bunların ikisini de yapamıyor. Ligin en sıradan takımlarından biri gibi hareket ediyorlar. Hele de ülkenin bu kadar büyük takımı bu görüntü içerisinde ise doğal olarak eleştiri ve dalgaların boyutu bir hayli büyüyor.
Bugün de Groninden deplasmanında 2-0 mağlup oldular. Maçı izledim. Groningen iki güzel golle mağlup etti Feyenoord'u. Belki maç başa baş gitti ama Groningen maçı kazandıracak kadar pozisyon buldu ve bunları kullandı. Feyenoord onları bile bulamadı. Hiçbir şekilde tehlike arz etmediler. Yalnızca topa daha fazla sahip oldular ama tehlikeli bölgeye gidemediler. 10-0'lık mağlubiyete rağmen istifası kabul edilmeyen (o nasıl bir şeyse?) teknik direktör Marco Been, takımı ne kadar çabuk ve ne şekilde toparlar bilemiyorum ama işi çok zor. Şamar oğlanına döndürdü takımı.
0 yorum:
Yorum Gönder