Kayseri Kadir Has stadyumunda oynanan Süper Kupa finali belki de bir sezon öncesi maçı olması sebebiyle temposu düşük, genel olarak takım oyunundan uzak bir görüntü içerisinde cereyan etti, kazanan takım Galatasaray oldu.
Maçın hemen hemen hiçbir diliminde tempolu futbol izleyemedik. Sezon başındayız ve her iki takımda da eksiklikler var. Özellikle Fenerbahçe hem sakatlıklar hem de formsuzluklar yüzünden potansiyelinin epey altında şu anda.
İki takım da maçın ilk yarım saatlik kısmında dengeli, risksiz, birbirini tartar biçimde oynadılar. Ersun Yanal selefi Aykut Kocaman'ın hücumdaki mirasını kullanmıştı şu ana kadarki maçlarda. Hareketli Sow - Webo - Kuyt üçlüsüyle çok fazla pas yapmaya gerek kalmadan gol bulunabiliyor. Galatasaray karşısında da sürpriz yapmadı, eksikler dışında ideal bir kadroyla ve 4-3-3 dizilişiyle sahaya çıkardı takımı.
Orta sahada Mehmet Topal - Emre - Baroni üçlüsü ideal bir üçlü değil. Mehmet Topal net bir defansif orta saha, ileriyle bağlantısı neredeyse hiç yok. Emre son birkaç sezonda tamamen temposu düşük, tecrübesiyle oynayan, vasata doğru giden bir oyuncu görüntüsünde. Haliyle yalnızca Baroni'nin gününde olmasına dua eden bir Fenerbahçe bütün sezon boyunca bunun sıkıntısını çekti, çekecek. Meireles Baroni'den bir adım daha ötede bir futbolcu ama onun da sağı solu belli olmuyor, bir türlü istikrarı tutturamadı. Ersun Yanal ortadaki üçlüyü ne denli ilerideki üçlüyle yakın oynatırsa Fenerbahçe o kadar çok pozisyona girer.
Maça gelecek olursak, maçın başından itibaren uzun bir süre boyunca iki takım da birbirini kitledi, Fenerbahçe Selçuk ve Drogba'ya, Galatasaray da özellikle Sow'a önlem almıştı. Orta sahada yavaş paslar eşliğinde geçen bir yarım saat izledik. Sneijder'in biraz çabası, Melo'nun şutu haricinde pek de atak yoktu. Bruno Alves tüm takımdan ayrı bir oyuncuymuşcasına oyundan atılana dek üst düzey bir performans sergiledi, Drogba'ya nefes aldırmadı, defansın kalitesini epey yukarıya çekti. Hamit ve Selçuk'un etkisiz oyunları da buna eklenince, Sneijder ve Amrabat'ın iyi niyetli ama tehlike içermeyen oyunlarının Fenerbahçe'nin güzel takım savunması tarafından bertaraf edilmesini izledik ilk 45 dakikanın büyük bir bölümünde.
Fenerbahçe takım savunmasında başarılıydı fakat hücumda kısır bir görüntü sergiledi. Bunun da nedeni iki önceki paragrafta bahsedilen konulardan ötürü. Üçüncü bir stoper gibi oynayan Mehmet Topal, oyun kurulumuna çok az yardım eden formsuz Emre ve tek başına hücuma yetmeyen Baroni sayesinde Fenerbahçe orta sahası ilerideki Sow - Webo - Kuyt üçlüsüyle çok az pas alışverişine girdi. Hasan Ali ve Mehmet Topuz kanatları da pek çalışmayınca sadece savunan, golü de belki atar görüntüsünde bir takım çıktı ortaya.
Ardından ilk 45 dakikanın son 10 dakikasında Galatasaray baskısını izledik. Topa da sahip oldular, birkaç pozisyona da girdiler ancak tüm maç boyunca olduğu gibi Mert bu pozisyonlarda oldukça başarılıydı.
Devre arasından sonra Galatasaray bu baskısına biraz daha düşük ayarda devam etti ama Fenerbahçe iyi direniyordu. Ve Bruno Alves ikinci sarıdan atıldı. İlk sarı kartı çok gereksizdi, onun varlığı Fenerbahçe için çok değerliydi, belki de maç bile kazanılabilirdi. Ancak 10 kişi kalan Fenerbahçe bunun dezavantajını kısa vadede pek yaşamadı, yine dengede gidiyordu maç ama daha sonra yavaş yavaş fiziksel eksiklikler ortaya çıkmaya, Drogba boş alan bulmaya başladı. Fenerbahçe yoruldu. Maç uzatmaya götürülse de daha fazla dayanamadı takım. Drogba golü attı. Ve maçı sarı kırmızılı takım kazandı.
Genel olarak iki takımın da görüntüsü çok iyi değildi. Ama İlk 60 dakikadaki Fenerbahçe'nin takım savunması ilerisi için umut verdi. Bruno Alves kalitesini gösterdi. Tandem Yobo ile mi Egemen ile mi tamamlanacak, bu Ersun Yanal için çetrefilli bir konu. Kaleci Mert'in güzel oyunu da Fenerbahçe adına belki en sevindirici detaydı. Keza oyuna girdikten sonra ileriye doğru oynayan Alper de umutları arttırdı. Galatasaray cephesinde ise Semih alkışı hak etti. Sert, akıllı bir stoper. Daha da iyi olacaktır. Hamit'in performansı düşündürücü. Bu Galatasaray kalitesi için tempo olarak aşağıda kalıyor.
Maçın hemen hemen hiçbir diliminde tempolu futbol izleyemedik. Sezon başındayız ve her iki takımda da eksiklikler var. Özellikle Fenerbahçe hem sakatlıklar hem de formsuzluklar yüzünden potansiyelinin epey altında şu anda.
İki takım da maçın ilk yarım saatlik kısmında dengeli, risksiz, birbirini tartar biçimde oynadılar. Ersun Yanal selefi Aykut Kocaman'ın hücumdaki mirasını kullanmıştı şu ana kadarki maçlarda. Hareketli Sow - Webo - Kuyt üçlüsüyle çok fazla pas yapmaya gerek kalmadan gol bulunabiliyor. Galatasaray karşısında da sürpriz yapmadı, eksikler dışında ideal bir kadroyla ve 4-3-3 dizilişiyle sahaya çıkardı takımı.
Orta sahada Mehmet Topal - Emre - Baroni üçlüsü ideal bir üçlü değil. Mehmet Topal net bir defansif orta saha, ileriyle bağlantısı neredeyse hiç yok. Emre son birkaç sezonda tamamen temposu düşük, tecrübesiyle oynayan, vasata doğru giden bir oyuncu görüntüsünde. Haliyle yalnızca Baroni'nin gününde olmasına dua eden bir Fenerbahçe bütün sezon boyunca bunun sıkıntısını çekti, çekecek. Meireles Baroni'den bir adım daha ötede bir futbolcu ama onun da sağı solu belli olmuyor, bir türlü istikrarı tutturamadı. Ersun Yanal ortadaki üçlüyü ne denli ilerideki üçlüyle yakın oynatırsa Fenerbahçe o kadar çok pozisyona girer.
Maça gelecek olursak, maçın başından itibaren uzun bir süre boyunca iki takım da birbirini kitledi, Fenerbahçe Selçuk ve Drogba'ya, Galatasaray da özellikle Sow'a önlem almıştı. Orta sahada yavaş paslar eşliğinde geçen bir yarım saat izledik. Sneijder'in biraz çabası, Melo'nun şutu haricinde pek de atak yoktu. Bruno Alves tüm takımdan ayrı bir oyuncuymuşcasına oyundan atılana dek üst düzey bir performans sergiledi, Drogba'ya nefes aldırmadı, defansın kalitesini epey yukarıya çekti. Hamit ve Selçuk'un etkisiz oyunları da buna eklenince, Sneijder ve Amrabat'ın iyi niyetli ama tehlike içermeyen oyunlarının Fenerbahçe'nin güzel takım savunması tarafından bertaraf edilmesini izledik ilk 45 dakikanın büyük bir bölümünde.
Fenerbahçe takım savunmasında başarılıydı fakat hücumda kısır bir görüntü sergiledi. Bunun da nedeni iki önceki paragrafta bahsedilen konulardan ötürü. Üçüncü bir stoper gibi oynayan Mehmet Topal, oyun kurulumuna çok az yardım eden formsuz Emre ve tek başına hücuma yetmeyen Baroni sayesinde Fenerbahçe orta sahası ilerideki Sow - Webo - Kuyt üçlüsüyle çok az pas alışverişine girdi. Hasan Ali ve Mehmet Topuz kanatları da pek çalışmayınca sadece savunan, golü de belki atar görüntüsünde bir takım çıktı ortaya.
Ardından ilk 45 dakikanın son 10 dakikasında Galatasaray baskısını izledik. Topa da sahip oldular, birkaç pozisyona da girdiler ancak tüm maç boyunca olduğu gibi Mert bu pozisyonlarda oldukça başarılıydı.
Devre arasından sonra Galatasaray bu baskısına biraz daha düşük ayarda devam etti ama Fenerbahçe iyi direniyordu. Ve Bruno Alves ikinci sarıdan atıldı. İlk sarı kartı çok gereksizdi, onun varlığı Fenerbahçe için çok değerliydi, belki de maç bile kazanılabilirdi. Ancak 10 kişi kalan Fenerbahçe bunun dezavantajını kısa vadede pek yaşamadı, yine dengede gidiyordu maç ama daha sonra yavaş yavaş fiziksel eksiklikler ortaya çıkmaya, Drogba boş alan bulmaya başladı. Fenerbahçe yoruldu. Maç uzatmaya götürülse de daha fazla dayanamadı takım. Drogba golü attı. Ve maçı sarı kırmızılı takım kazandı.
Genel olarak iki takımın da görüntüsü çok iyi değildi. Ama İlk 60 dakikadaki Fenerbahçe'nin takım savunması ilerisi için umut verdi. Bruno Alves kalitesini gösterdi. Tandem Yobo ile mi Egemen ile mi tamamlanacak, bu Ersun Yanal için çetrefilli bir konu. Kaleci Mert'in güzel oyunu da Fenerbahçe adına belki en sevindirici detaydı. Keza oyuna girdikten sonra ileriye doğru oynayan Alper de umutları arttırdı. Galatasaray cephesinde ise Semih alkışı hak etti. Sert, akıllı bir stoper. Daha da iyi olacaktır. Hamit'in performansı düşündürücü. Bu Galatasaray kalitesi için tempo olarak aşağıda kalıyor.
0 yorum:
Yorum Gönder