Futbol ; Faİr Play, Cesaret, Mücadele ve Zafer...

26 Haziran 2011 Pazar

Kaybolan Yıllarımı GeRiver!

Hüznün adı her yerde aynı. Bir taraftar için en acı şeydir tuttuğu takımın küme düşmesi. Şampiyonluğu son maçta kaybetmek mi yoksa iki maçlık eleme turunda küme düşmek mi? Küme düşmeyi bilmem ama ilkini yaşadığım için biliyorum, acıdır. El Monumental'de acı, hüzün vardı Belgrano maçında. Şanlı tarihinde ilk kez küme düştü River Plate. Kırmızı beyazlı renklere gönül verenler tuzu kuru diye bilinir ama maç sonunda sahada olaylar çıktı, klasiktir; bir şey dememek lazım. Benim Arjantin'de tuttuğum bir takım yok ama -muhtemelen renklerinden dolayı- Boca Juniors'a sempatim var. Haliyle ezeli rakibimizin bu durumuna vereceğim tepki aşağı yukarı bellidir. Fakat benim için Arjantin futbolunun en çekici tarafı olan Superclasico'yu en az bir sezon seyredememe olayı var ki keşke River düşmeseydi diyorum. Nice efsaneler düştü, kalktı, baş aşağı gidip kudretli bir şekilde zirveye çıktı; muhtemelen River Plate de en kısa sürede eski gücüne kavuşacaktır. Fakat artık ezeli rekabette boyunları çok bükük olacak.

Batan geminin malları: Büyük bir ihtimalle başta Erik Lamela, Alexis Ferrero ve ortasahadan birkaç isim olmak üzere takımdan ayrılacaklar çok olacaktır. Bonservislerini çok bulan kulüplere de gün doğdu böylelikle. Jesus Almeyda da artık bırakır sanırım.

Belgrano 2 - 0 River Plate
River Plate 1 - 1 Belgrano

22 Haziran 2011 Çarşamba

Fenerbahçe Orta Sahasına Alternatif İsimler: Borja Valero ve Matuzalem


Fenerbahçe teknik direktörü Aykut Kocaman, geldiğinden bu yana transfer konusunda bilinçli hamleler yaparak olumlu tablosuna artıları ekledi. Sezon başında Kocaman'ın kafasında bir fikir vardı. Takım kanatları kullanacaktı. Aykut Kocaman'ın bu düşüncesinden yola çıkarak yönetim gereksiz, içi boş "yıldız" transferlerinden vazgeçip vaad edilen oyuna uygun oyuncular peşinde koştu. İki hızlı ve genç kanat adamı, bir iyi bir bitirici ve transfer sezonunun sonuna doğru bir de stoper alındı ki tutarlı transferlerdi bunlar. Eksik bölgelere adamlar alınmıştı, kadro genişlemişti ve sezon içinde Fenerbahçe hiçbir zaman kadro sıkıntısı yaşamadı.

Şimdi yeni sezon öncesi üç kulvarda zorlu maçlar oynanacak. Avrupa'da gidebilinen yere kadar gidilecek, kupada bir kez daha büyük umutlarla zafer aranacak ve en önemlisi de ligde şampiyon olunacak. Üst üste zorlu maçlar oynanacak, haftada bazen iki kez sert maçlara çıkılacak ve artık rakipler daha fazla. Trabzonspor, Fatih Terim'li Galatasaray, yenilenen Beşiktaş ve Bursa, Gaziantep, Kayseri gibi takımların bu sene zirveyi zorlamasına kesin gözüyle bakmak lazım. Haliyle rakipler çoğalınca, iyi de bir kadro kurmanız gerekiyor.

Şu zamanlarda Fenerbahçe'de transfer gündeminin birinci maddesi Emre'nin yanına alınacak bir orta saha oyuncusu. Geçen sezon içinde Emre'nin yanı vasat Cristian Baroni ve Selçuk'la tamamlanmaya çalışılmıştı, zaman zaman zorlama hamlelerle Gökay ve Mehmet Topuz da rotasyonda kullanılmıştı. Avrupa'dan ve kupadan erken elenip rotanın yalnızca lige yönelmesiyle birlikte o bölgedeki eksiklik belki çok fazla göze batmadı; bir şekilde rotasyonlarla maçlar tamamlandı.

Fakat bu sene Fenerbahçe geçen seneden daha iddialı; ve daha güçlü olmak zorunda. Rakipler çoğaldı, maçlar çoğalacak, yoğun dönemler yaşanacak ve sakatlıkların artması da çok muhtemel. Hal böyle olunca doğru bir teşhisle o bölgeye eleman alma adına girişimler başlatıldı. Aykut Kocaman'ın şampiyonluk sonrasında LİGTV'ye verdiği bir röportajda söylediği sözler ışığında beklentilerimi yönlendirdim ben. Kocaman, alınacak orta saha oyuncusunun sert, fiziki mücadeleden kaçmayan ama yalnızca defansif olarak değil hücum olarak da takıma katkı sağlayan bir eleman olacağını söylemişti. Bu niteliklere uyan birçok oyuncu var ki bunlardan biri de Aykut Kocaman'ın kendi ağzıyla söylediği üzre Lass Diarra. Lass o bölgeye güzel olabilirdi ama maddiyat olarak büyük bir külfetin altına girmek gerekiyordu; "takım içi dengeler"i bozmamak adına diğer alternatiflere yönelindi. Alou Diarra, Moussa Sissoko, Etienne Capoue gibi isimler geçiyor. İlki hariç diğer ikisi hakkında pek fazla bilgim yok, bir şey diyemem. Ama benim iki güzel önerim var: Villarreal'da oynayan Borja Valero ve ikinci tercihim olarak Lazio'lu Matuzalem.

Ortak yanları pas kalitelerinin yüksek olması ve trend tabirle "iki yönlü oyuncu" olmaları. Ama tek tek değerlendirelim bilgimiz dahilince.

Borja Valero 26 yaşında. Valero'yu izlediğiniz zaman onun temposu, pasları ve sahanın her yanına koşuşu dikkatinizi çekiyor. Bırakın iki yönlüyü, dört yönlü bir oyuncu olarak bile görebiliriz kendisini neredeyse. Klasik bir savunma önü oyuncusu değil, ilk önce bunu söylemek lazım. Oyunu kuran, pas dağıtan ve takımı hücuma kaldırdıktan sonra yerinde çakılı kalmayıp ileriye giden, modern bir orta saha oyuncusu. Onu çok iyi yapan en önemli özelliği de defansı ve hücumu aynı oranda disiplinli bir şekilde yapabiliyor olması. Duran topları kullanmada usta. Ve de kesinlikle bir lider. Sürekli pas isteyen, arkadaşlarını yönlendiren, oyunun sıkıştığı anlarda sorumluluk alan bir oyuncu.

İstatistiklerine bakıp kendisinin golcü bir oyuncu olmadığını düşünebilirsiniz ki nispeten doğrudur. O gol atmaktan çok gol hazırlamada usta bir oyuncudur. Bu sezon Villarreal'in keyif veren futbolunun en önemli oyuncularından biriydi ve Nilmar ile Rossi'yi paslarıyla sürekli besliyordu. Zamanında attığı şık ara pasları takımı ipten aldı çokça zaman.

Ayrıca "ısıran" bir oyuncu olduğunu da geçtiğimiz sezon gördüğü 9 sarı 1 kırmızı karttan anlayabiliriz.

Geçen sezon yalnızca ligde bir kez maç kaçırdı ve oynadığı 35 maçın tamamında ilk 11'de sahaya çıktı. Takımının banko ismiydi.

Bu kadar övdük, pek bilgisi olmayanlar Messi sanmasın. Olumsuz özelliklerini de hemen sıralayalım: Temel gücünü paslarından aldığından dolayı işi abarttığı sıralarda bazen anormal pas hataları yapabiliyor. Ve bazen görev bölgesinin dışına çıkıp ani ataklarda çok ilerde kalabiliyor. Ama genel oyun profili, olumsuz özelliklerini gömüyor diyebiliriz rahatlıkla.



Matuzalem ise Valero'ya göre daha temposu düşük, daha dar alanda oynayan bir oyuncu olmasına rağmen pas kalitesi bakımından Valero'dan daha kötü değil. Temposundaki gerilemeyi de yaşına (31) bağlamak lazım. Kariyerinin büyük bölümünde istikrar tutturamamış olsa da 3 yıllık Shaktar Donetsk ve ardından geçen sezon Lazio'da aldığı süreler fena değildi.

Oyun tarzı bakımından Emre'nin benzeri demek mümkün. Teknik bir sol ayağı ve üstün bir oyun görüşü var. Temposu dediğim gibi yüksek değil ama hücumda iyi bir silah. Sürekli deldiği pas yollarıyla takımın hücum alternatiflerini çoğaltmakta.

Şöyle bir detaya gireyim. Matuzalem Şampiyonlar Ligi'nde takıma ayak uyduramayabilir. Zira Fenerbahçe Avrupa'da maçların büyük bir bölümünü kendi yarı sahasında geçirecek. Haliyle defansif organizasyonun üst düzeyde olması lazım. Keza hücumda da. Matuzalem bu tempoyu kaldırabilir mi, emin değilim. Ama ligde sürekli hücumda oynayan Fenerbahçe'nin en önemli kozu olabilir. Oyunu rakip yarı sahaya yıkan bir takım için muhteşem bir orta saha oyuncusu olacaktır.
2 yıllığına al takımına, bu oyunu ligde şampiyonluk için yeterli olur.

Valero ise fiziksel olarak yıpranmamış, jilet gibi oyuncu. Hem defansif hem ofansif anlamda takımın beyni olabilir. Fenerbahçe'nin aradığı orta saha elemanı bana göre Valero'dur, ikinci alternatif ise Matuzalem olabilir.

İşin muhasebesine gelince. Transfermarkt'taki veriler ne kadar doğrudur bilemem ama Valero'nun bonservis bedeli 12.000.000£ olarak gözüküyor. Matuzalem'in ise daha düşük; yalnızca 2.500.000£.

Alınabilir mi? Neden olmasın? Alınır mı? Hiç ümidim yok.

17 Haziran 2011 Cuma

Leyla İle Mecnun


Kesinlikle farklı, aykırı bir dizi. Son zamanlarda kalitesi gitgide düşen Türk komedi dizilerinin arasında inci gibi parlayan, kendini izlettiren ve her bölümde aynı dozda güldürebilen, net bir şekilde gelmiş geçmiş en komik Türk dizilerinden biri. Bir kere Leyla İle Mecnun'u komik yapan şey, filmin yalnızca bir karaktere yoğunlaşmaması. Sürekli aynı adamdan benzer esprileri duymak bıkabilir, dizi kendini izletse de her zaman için bu olumsuz bir detay. Fakat Leyla İle Mecnun'un her karakteri ayrı ayrı komik, absürd, nev-i şahsına münhasır olan kişiler.

Benim favori karakterim hemen hemen herkesin de aynı görüşte olduğu üzre İsmail Abi. Fakat en az İsmail Abi kadar güldüğüm bir adam daha var, o da Erdal Bakkal. Çocukça hali, olur olmadık yerde verdiği tepkiler ve çoğu zaman ortama ayak uyduramayıp saçma şeyler söylemesi...

Onur Ünlü ve senarist Burak Aksak absürdlüğünü geçen bölümlerin her birinde gördük fakat artık Onur Ünlü yönetmenlik koltuğunu Murat Onbul'a bıraktı ama son bölüm itibariyle temponun ve esprilerin düşmediğini gözlemliyoruz ki burada bir Burak Aksak başarısından bahsetmek gerekir.

Uzun lafın kısası; izleyin ve izletin efendim. Kesinlikle farklı bir tad bulacaksınız.

Sihriyle Şampiyon Yapan Gerçek Bir Kahraman (Alex Değerlendirmesi - 2)


Aykut Kocaman bence sezon başında teşhisi yanlış koydu. Medyadaki genel akıma o da kapıldı. Her şeyi Alex bozuyormuş gibi, nokta bir bakışla Alex'i takımdan kesti. Fenerbahçe şu haliyle sınıf atlamadığı müddetçe, kadroda Alex varsa her zaman ilk 11'de oynamak zorunda. Takımın oyun yapısı ve futbolcu kadrosu başkasına imkan vermiyor zira.

Fenerbahçe'nin pek de sürprize yer vermeyen oyun yapısı kabaca bellidir yıllarca. Takımın oyun kurucusu Alex'tir ve hücumun yarısından fazlasını Alex üstlenir. Takım iyi de olsa kötü de olsa Alex bir şekilde skor üretir, bazen maç kurtarır, bazen de şampiyon yapar. Takım ona ayak uyduramadığı zaman, yani takımın geri kalanı yetersiz olduğu zaman şampiyonluklar elden gidiyor. Gerçi Alex'in takıma geldiğinden beri şampiyonluk yarışı içinde olmadığımız bir sezon hatırlamıyorum Aragones'li 2008-09 sezonu haricinde. Onun dışında Fenerbahçe sürekli şampiyonluğun en önemli adayı oldu ve sezon içerisinde Alex'ten bolca faydalandı. Fakat "Avrupa'da Alex'le Olmuyor" düşünce tarzına Aykut Kocaman da katılınca takımın başına gelir gelmez yaptığı ilk icraat Alex'siz bir takım yaratmaktı. Hamlelerini buna uygun olarak yaptı.

Sezon başındaki düşüncesi neydi Kocaman'ın? Kanatların birinci hücum yönü olduğu, hızlı bir 4-3-3 sistemiydi. Alex'in orta 3'lüde yeri yoktu. Haliyle Stoch ve Dia gibi iki kanat alınırken Alex yedek soyunmaya, ilk 11'de çıktığı maçlarda da oyundan alınmaya başladı. Fakat Aykut Kocaman'ın hesap edemediği ve bence Alex konusunda çuvalladığı nokta şuydu: Alex'in yokluğunda takımı hücumda kim sırtlayacaktı? İki kanat oyuncusu daha henüz uyum sorununu atlatmamışken, orta sahada Cristian Baroni ve Emre sezona hazırlıksız girmişken, takım nasıl hücum yapacaktı? Yapamayacaktı. Bu hamlenin başarısız olacağını anlayan Kocaman da zaten başka türlüsünün çok zor olduğunu anlayıp tekrar takıma Alex'i kattı ve yavaş yavaş galibiyetler gelirken ikinci yarının yıldızı Alex oldu.

Devre arasından güçlü dönüş, Alex'in moralsizliğini atlatması ve her futbolcunun bireysel performansının üzerine koymasıyla birlikte sezonun ikinci yarısında tarih yazıldı. Galibiyet almayı öğrenen takım, kötü de oynasa bir şekilde 3 puanı almayı bildi. Ve seri galibiyetlerdeki baş kahraman, sezonun ilk yarısında oynamaması için kitlelerin oluştuğu, "seneye gidecek zaten" diye tahminlerin yapıldığı, "Avrupa futbolunda 10 numara devri bitti" diye ukalalığın edildiği Alex'ti. Bazen kritik duruma giren maçların en mühim anlarında duran toplarıyla kilidi açtı, bazen arkadaşlarını hareketlendirdi, tribünleri ayağa kaldırdı, yapılamayacak şeyleri yapıp atılamayacak golleri attı. İki büyük derbi maçında resmen takımı kurtaran adamdı. Galatasaray ve Beşiktaş maçlarında Fenerbahçe'nin attığı 6 golün tümünde imzası vardı. "Büyük maçlarda oynamıyor yeaa" diyenlere selam olsun...


Biraz taktiksel detaya girecek olursak Alex'le ilgili söylenecek önemli şeyler var. Alex, pas yapma konusunda pek başarılı olmayan (bence) Fenerbahçe orta sahasının hücumla olan bağını kurdu, köprü vazifesi gördü. Efsanevi oyun zekasını sahada durması gereken yer konusunda çok iyi kullandı, her zaman müthiş bir pas alış mesafesine geçti ve az top kaybıyla topu kaleye yaklaştırdı.

Fenerbahçe'nin, sezonun ikinci yarısının ortasından itibaren uyguladığı defansif düzenin ana hattını da Alex çizdi. Fenerbahçe öne geçtiği maçlarda skoru korumak adına saha içinde yer değişiklikleriyle defansif direnci arttırdı. Diziliş 4-2-3-1'den defansın ön planda olduğu bir 4-3-3'e geçti. Sağ kanat Mehmet Topuz ortaya yaklaştı ve 3'lünün bir parçası oldu. Santrfor Niang ise kanatlardan birine geçti, defansif bir kanat oyuncusu oldu. Alex ise tek forvet olarak en uca kondu. Birçok yönden bu diziliş bana geçen senenin Inter'ini hatırlatıyordu. Hatırlayın Eto'o'nun sol bekliğe evrilişini, ilerde yalnız duran hedef adam Milito'nun fırsatları değerlendirmedeki müthiş ustalığını.

Fenerbahçe bu şekilde skoru korumayı başarıyor, topun arkasına sağlam geçiyor, defansif bir takıma bürünüyordu. Fakat topun sahibi olunduğu anlarda ise bir kısırlık meydana geliyordu. Normalde takımın oyun kurucusu olan Alex, en uca geçince Fenerbahçe orta sahası pas yapmakta sıkıntı çekiyordu. Emre istikrarlı bir şekilde bir takımın oyun kurucusu olacak kapasitede değil. Mehmet Topuz'un oyun görüşü çok zayıf, Selçuk'u saymıyorum zaten. Haliyle yerden pasla ileriye taşınamayan top, kanatlara akan Niang ya da Stoch'a havadan gönderiliyordu. Aykut Kocaman muhtelemen Alex'in sahte 9 özelliğini göstermesini bekliyordu fakat topun bir şekilde Alex'e ulaşması lazım ki Alex etkinliğini gösterebilsin. Fenerbahçe orta sahası topu ileriye taşımakta sıkıntı çekince en uca konan Alex pek bir varlık gösteremedi.


En başa dönüp birkaç şey söyleyip yazıyı bitirelim. Aykut Kocaman'ın Alex'le olan sıkıntısını aşağıdaki yazılardan birinde söyledim. Tekrarlayayım: Top kaybedildiğinde Alex'in yapmadığı presler orta sahada bir şeffaflığa neden oluyor, o bölgedeki delikten faydalanan rakipler hızlı bir şekilde orta sahayı geçiyorlardı. Geçmiş yıllarda Fenerbahçe'nin defansif orta sahaları Alex'in pres yetersizliğini nispeten kapatıyorlardı fakat bu sezona hem Emre hem de Cristian Baroni çok kötü girdi, onlarda da pres yapmama özelliği baş gösterdi. Haliyle bu eksiklik anormal derecede göze batıyordu. Aykut Kocaman da takımın orta saha yapısını değiştirmek yerine tek bir kişiye yükledi sorumluluğu: Alex'ten daha çok koşmasını istedi. En azından rakibiyle beraber hareket etmesini, daha geniş alanda oynamasını, daha hareketli olmasını istedi. Ve bunu başardı da. Alex rakibini kovalayan, nispeten pres yapan, hatta rakibinin ayağına kayıp top kapan bir adama dönüştü. Bu dönüşümü irdelerken başka bir adam haline gelen, hem de bu yaşta, Alex'i alkışlamak gerekir. Alex dönüşürken takım da kendine gelmeye başladı. Fenerbahçe orta sahası daha dengeli, daha güçlü oldu; haliyle Alex artık tartışılmaktan kurtuldu. Bu dönüşüm takımı da etkiledi elbette ve Alex maç kurtardı, müthiş goller attı, sezonu son haftaya taşıyan adam oldu.

Sonuç

Sezona her anlamda kötü giren Fenerbahçe'de teknik direktör bunun faturasını Alex'e kesmeye niyetlendi fakat takımın geri kalanının da Alex'ten pek farkı olmadığını görünce Alex'i tekrar takıma dahil etti. Ardından takım düzelince Alex kalitesini ortaya koydu, takımı sırtladı, baş kahraman oldu ve gönderilsin diye kampanya yapılan adam açık ara farkla sezonun gol kralı oldu. Tarih bu sezonu Alex adına bambaşka yazacak.

Alex de Souza'nın bir fan sitesi var. Tavsiye ederim. Tıklayın.

14 Haziran 2011 Salı

Alex de Souza ve Büyük Maçlar Meselesi (Alex Değerlendirmesi - 1)


Alex'in güzel futbolculuğunu ya da insanlığını anlatmanın anlamı pek yok, tekrara giriyor zira. Ne kadar büyük bir futbolcu olduğuna dair çok fazla övgü dolu yazılar okuduk, yorumlar dinledik ve uzuun yılların ardından çocuklarımıza, küçüklerimize heyecanla anlatacağımız bu adamı canlı canlı izlemenin keyfini çıkarıyoruz. Alex her sezon tartışıldı, hem sezon başında hem içinde. Skora olan katkısına dair zaten yapılabilecek bir eleştiri yok. Ama uzun yıllar boyunca Alex'le ilgili söylenegelen şey büyük maçlardaki etkinliği. Alex karşıtı olanların çoğunun benzer argümanlarla Alex'i yermeye çalıştığını görüyorsunuz. Alex büyük maçlarda (büyük maçlar?) küçük maçlardaki kadar (küçük maçlar?) kendini gösteremiyormuş, takımı kurtaramıyormuş, aslında abartıldığı kadar büyük oyuncu değilmiş.

Şimdi eleştirilerin mantıksızlığı kendi içinde belli oluyor aslında ama şunu söylemek lazım. Futbol, 11 kişiden oluşan iki takımın karşılaştığı bir spordur. Hiçbir futbolcudan tek başına takım kurtarması normal bir şey olmadığı gibi, normal bir insanın bir futbolcudan böyle bir şey beklemesi de anormaldir. Alex haricindeki 10 futbolcudan her biri her şampiyonlar ligi maçında maç kurtarıyor da, sıra Alex'e gelince iş yapamıyormuş gibi bir hava estiriliyor. Kaldı ki bahsedilen arena "Şampiyonlar Ligi" arenası. Yani maç kurtarmasını beklediğiniz oyuncunun bu maç kurtarma olayını hangi mecrada yapacağını iyi gözden geçirin. Dünyanın en iyi birkaç futbolcusundan biri olan Rooney, CL finalinde takımını kurtarabildi mi? Tüm maçı bir futbolcuya endeksleyip takımın aldığı her sonucu o futbolcuya yükleyen, eleştirileri takım olarak değil de bireysel olarak yapan medya, insanların tüm fikriyatını değiştiriyor. Hal böyle olunca gerçekler çok kolay biçimde görmezden geliniyor.

Nedir o gerçekler? Alex'in, Şampiyonlar Ligi ve UEFA (yeni adıyla Avrupa Ligi) kupası istatistikleri. Alex Fenerbahçe'ye geldiği 2004-05 sezonundan beri 39 defa Avrupa maçına çıktı. Ve bu 39 maçta 9 kez gol atıp 16 kez de asist yaptı. Yani 39 maçta 25 kez skora katkı yaptı. Büyük maççılar'a özel not: Bu istatistikte eleme maçları sayılmadı, yani direkt olarak grup maçları dikkate alındı. Ve Alex bu süreçte Fenerbahçe'nin 2007-08 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale çıktığı sezon takımının kaptanıydı ve 2 eksik maçla turnuvanın asist kralı oldu. Büyük maççılar acaba oynadığı maçlarda %64 oranında skora katkı yapıp takımının çeyrek finale çıkmasında en büyük pay sahiplerinden biri olan ve aynı zamanda 2 eksik maçla CL'nin asist kralı olan bir adama bu eleştirileri yaparken biraz acımasız davranmıyorlar mı?

Şiir gibi top oynanan Inter maçında takımının tek golünü atan Deivid'e muazzam bir çalımın ardından "İyi orta gol getirir"cilerin yüreklerini hoplatan bir pas atıp alkışı hak eden futbolcu Alex'ten başkası mı ? Ya da CSKA Moskova maçında göğsünde erittiği topu ölü noktaya gönderip turnuvanın o sezonki en güzel gollerinden birini atan kim ?

Bir sinir bozucu durum da Alex'in Fenerbahçe'yi Avrupa maçlarında bir kişi eksik oynattığı yönündeki eleştiriler. Sanki Alex'ten önceki dönemde Fenerbahçe Avrupa'da çok başarılı, sürekli yarı finalleri zorlayan, müzesinde 3 Avrupa kupası bulunan, elit kulüplerden biriydi de Alex gelince işler bozuldu. Ya da Avrupa maçlarında Fenerbahçe'nin Alex haricindeki 10 oyuncusu süper oynuyor da bir tek Alex sırıtıyor. Kaldı ki Fenerbahçe'nin Avrupa macerası Alex'ten önceki dönem ve Alex'ten sonraki dönem olarak ikiye ayrıldığında ikinci dönemin daha başarılı olduğu da bir gerçek.

Fenerbahçe'nin rakiplerinin taraftarlarını kızdıracak son paragraf: Küçük maçların adamı denilen Alex, kariyerinde Beşiktaş'a karşı 20 maçta 12, Galatasaray'a karşı 6, Trabzonspor'a karşı ise 4 golü var. Şimdi bu durumda üç büyük ezeli rakibine karşı 7 sezonda 22 gol atan mı Alex küçük yoksa bu gol attığı takımlar mı?

Serinin ikinci bölümünde Alex'in bu sezonki değerlendirmesi olacak.

Not1: 3. paragraftaki istatistikler Papazın Çayırı blog'dan alındı.

Not2: Alex de Souza'nın yeni açılan bir fan sitesi var. Tıklayın.

10 Haziran 2011 Cuma

Trabzonspor'un Emek Söylemi


Trabzonspor şampiyonluğu kaçıran nice takımlardan farklı bir şekilde hareket ediyor. Sürekli bir şeylerden şikayet ediyor, sürekli birilerini hedef gösteriyor, kanıtsız iddialar ortaya atıyor, ağlıyor sızlıyor ve bu mağdur edebiyatından destek sağlamak istiyor, kaçan şampiyonluğa kılıf arıyorlar.

Hadi bir yere kadar bu iftiralara katlanırız ama işin boyutunu bir yerde abartıyorlar ve bu durum benim sinirimi çok bozuyor. Diyorlar ki; biz emeğimizle, alın terimizle buraya kadar geldik, şampiyonluğu aslında biz hak ettik, biz olmalıydık, Fenerbahçe haksız bir şekilde şampiyon oldu.


Nüktedan başkan Sadri Şener, geçende neden Fenerbahçe'nin şampiyonluğunu kutlamıyorsunuz şeklinde bir soruya rezil bir cevap verdi: "Ben Fenerbahçe'yi şampiyon olarak görmüyorum, gerçek şampiyon biziz."

Zihniyete bakar mısınız?

Şimdi efendim Trabzon camiasının genel algısı, düşünce biçimi ve asla değiştirmeyecekleri, tabu kabul ettikleri bir şey var: Fenerbahçe şikeyle, hakemle şampiyon oldu. Oyuncuları ayarttılar, hakemleri satın aldılar, kazandıkları maçların tümünde şaibe vardı. Aslında gerçek şampiyon biziz. Ellerinde tek bir kanıt dahi yok, Emre'nin mesaj olayı da ciddi ama henüz kanıtlanmamış bir iddia. Emre olayının dışında söylediklerinin çoğu da ciddiyetsiz ve deli saçması şeyler, aslında gülüp geçmek lazım ama insanın gerçekten siniri bozuluyor.

Trabzonspor emek vermiş ama Fenerbahçe vermemiş. Trabzonspor'un lehine hiç hakem hatası olmamış ama hep Fenerbahçe'nin lehine olmuş. Rakip oyuncular Trabzonspor maçlarında hata yapmıyorlar ama Fenerbahçe maçlarında yapıyorlar ve bunların hepsi şikenin sonucu. Fenerbahçe 52 yıllık ligde 18. kez şampiyon olmuş, gol kralları çıkarmış, Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final görmüş ama ligin sonuncu sırasındaki bir takımdan dahi korktuğundan mecburen şike yapmak zorunda kalıyor. Böyle bir saçmalık olur mu?


Emek meselesine geri dönelim. Evet Trabzonspor çok emek harcadı, alkışlık geri dönüşler yaptı, müthiş özveri gösterdiler. Kaleci Onur Kıvrak ligin en iyilerinden biri oldu, Burak Yılmaz bambaşka bir adama döndü, Selçuk İnan yerli Xavi oldu, Serkan'ı, Colman'ı, Umut'u, o'su bu'su... Hepsine tek tek alkış, tebrik. E peki Fenerbahçe maçları oynamadan mı kazandı? Volkan Demirel'in kritik kurtarışları, Gökhan Gönül'ün kendini yırtarcasına mücadelesi, Mehmet Topuz'un tüm maçlarda oynaması, Emre'nin sahanın her yerine koşuşu, Niang'ın mücadeleden bir an olsun yılmaması, Alex'in bu yaşında evrim geçirip rakibin ayağına kayması ve golleri... Bunlar bir emeğin sonucu değil mi? Fenerbahçe ikinci yarıda 16 galibiyet aldı, bunların hepsini şikeyle mi aldı? Alex'in frikiklerini, Ankaragücü maçındaki aşırtmalığı, presle kazanılan goller... Hangisini şikeyle açıklayabilirsiniz?

Biraz saygı lütfen.


Bizim insanımızın temel noktadaki yanlışı şu: Hakem hatalarını, oyuncu hatalarını ya da takımların kötü oyununu futbolun doğal akışı içerisinde değerlendirmiyorlar. Bir yan hakem ofsaytı kaçırmışsa kesin satılıktır, bir orta hakem yanlış bir faul düdüğü çalmışsa banka hesapları incelenmelidir, bir futbolcu yanlış bir hamle yapıp takımının gol yemesine sebep vermişse kesin maçtan önce bir olaylar dönmüştür. Bizim düşünce tarzımız bu. Hiçbir şeyi doğal göremiyoruz. Her şeyin altında bir şaibe arıyoruz. Fakat futbolun doğasında hata var. Yanlış yapacaksınız ki rakip size gol atsın.


Bu düşünce tarzı o kadar yerleşmiş ki Trabzon camiasına, Fenerbahçe'nin Ankaragücü maçında 3 penaltı bulmasının ardından TS yöneticisi Hasan Yener'e bu penaltılarla ilgili ne düşündüğü sorulduğunda onun verdiği cevabın trajikomikliğinin açıklamasını bulamıyor insan: "Penaltıları görmedim ama umarım Aykut Kocaman'ın yüzü kızarmıştır."

İşte bu zihniyet, görmediği penaltılar üzerinden bir insanın yüzünün kızarmasını isteyen zihniyettir. Bu sezon şampiyonluğa en çok bu zihniyetin kaybetmesi nedeniyle sevindim.

Bir de şunu söyliyeyim. Ben gözü kara holigan bir Fenerbahçeli değilim. Eğer ortada hakikaten bir Fenerbahçe lehine hakem hatası varsa söylerim. Bu sezon bu tip bir hata yapılmadı mı? Yapıldı. Gençlerbirliği maçında Lugano'nun golünden önce ofsayt var. Gaziantepspor maçında Lugano'ya verilmeyen kırmızı kart var. Ve son Sivasspor maçında Erman'a kaldırılan ofsayt bayrağı yanlış.
Ama illaki altında bir şey mi aramak gerekiyor? Sadri Şener Lugano'nun golünde ofsaytı vermeyen hakemin Diyarbakırlı olduğuna dikkat çekerek bir şeyler ima etti. Rezil, iğrenç bir demeçti.

Trabzonspor'un lehine hakem hataları olmadı mı? Bal gibi oldu. Ligin ilk yarısındaki Buca maçında Engin'in kendini yere atıp penaltı aldığı pozisyonun penaltıyla uzaktan yakından alakası yok. Beşiktaş maçında Simao'nun sayılmayan golünde ofsayt yok. O gol olsa durumu 2-2 olacaktı. Gaziantepspor maçında Burak'ın düştüğü yer ceza sahasını içi değil dışı, dolayısıyla kırmızı kart doğru ama penaltı olmaması lazım. Ama aynı maçta, aynı hareketin daha sertini yapan Giray'a kırmızı yerine sarı veriliyor. Buca maçında topu süren Umut Bulut'un önündeki arkadaş kendini nedense bir anda yere atıveriyor.
E o zaman bunlarda da şike var? Konu Fenerbahçe olunca kolayca şike, satılmış diyorsunuz da neden aynı şeyler Trabzonspor'a olunca hakem hatası, olur böyle şeyler diyor ya da hiç sesinizi çıkarmıyorsunuz? Bunun adı net bir şekilde ikiyüzlülük değil midir?

Bana göre saydığım tüm hatalar insan hatasıdır. Altında bir şey aramak saçma olduğu kadar sonuçsuz da kalacaktır. O yüzden bu muhabbetleri sürdürmenin hiçbir anlamı yoktur.


Son olarak da şunu söyliyeyim. Ben bu blogda daha önce rakip takımlar hakkında olumsuz şeyler söylemekten hep kaçındım. Türkiye içinde yalnızca Fenerbahçe ile ilgili yazdım. Fakat bu sezon o kadar iğrenç, o kadar mide bulandırıcı söylemler oldu ki futbol camiasında, tüm sezon boyunca doldum doldum ve insan bir yere bunları dökmek istiyor. Üslup ağır olmuş olabilir, kusura kalmayasınız.

Aykut Kocaman'ın Psikolojik Katkısı (Şampiyonluk Yazıları - 2)


En son söyleyeceğimi en baştan söyliyeyim. Geçen sezonun travmasının ardından sezona kötü girildi fakat devre arasından muhteşem dönüldü. Ve artık Fenerbahçe maçları formasıyla kazanmaya başladı. Bu müthiş piskolojik dönüşüm, Aykut Kocaman'ın eseridir.

Sezon başını hatırlayalım. Son maçta bir kez daha kaçan şampiyonluk, Cristoph Daum'un gönderilişi, pek de etik olmayan bir şekilde Aykut Kocaman'ın takımın başına geçişi, transferlerin her zaman olduğu gibi kampın ertesine yetiştirilişi ve bu süreçte oynanan Avrupa maçlarında çok kötü sonuçların alınışı. Ve de en büyük tartışma konusu olan Kocaman - Alex psikolojik savaşı... Bu 2-3 aylık periyotta, Fenerbahçe taraftarlarının ileriye dair umutları pek yoktu. Aykut Kocaman nasıl bir teknik direktördü? Alex'siz bir takım başarılı olabilir miydi? Yeni transferler uyum gösterecek miydi?.. gibi sorular kafaları kurcalıyordu ve akabinde ligdeki vasat sonuçlar, umutların yavaş yavaş karamsarlığa evrilmesine neden oldu.

Ancak Aykut Kocaman her demecinde bu takımdan beklentisinin büyük olduğunu, toparlanacaklarını, sezonu şampiyon tamamlayacaklarının söylüyordu. Camianın kasvetli havasına aldırış etmeden umudunu korudu, sinmedi ve camiayı ayakta tutmaya yarayan şeyler söyledi. Ve de söylemekle kalmadı, ilk önce Alex'le olan sorununu çözdü, ardından takımdaki birlikteliği kuvvetlendirdi; hem kendini geliştirdi hem de takımı değiştirdi.

İlk yarının ikinci bölümünden itibaren Fenerbahçe iyi sonuçlar almaya başladı. Oynanan oyun belki iyi değildi ama en azından takım kazanıyordu. Coşku yoktu belki, tribünler de mest olmuyordu; ancak bu sezonun ikinci yarısında düzelebilirdi.

Ancak bir anda Andre Santos krizi patlayıverdi. Andre Santos Sabah gazetesine verdiği demeçte Aykut Kocaman'ın futbol fikrini beğenmediğini, Cristoph Daum'un daha iyi bir teknik direktör olduğunu söyledi. Bu olaydan sonra herkes Andre Santos devrinin bittiğini düşünürken, Aykut Kocaman öyle düşünmüyordu. Sezonun hikayelerini yazan medya mensuplarından öğrendiğimiz kadarıyla, devre arası ve sonrasındaki 2-3 haftalık dönemde, Aykut Kocaman ile Andre Santos arasındaki gerilim teknik direktörü tarafından çözüldü. Kendisini eleştiren oyuncunun kadro dışı bırakmak gibi bir basit ve kolaycı yolu seçmedi, iletişim kurdu, oyuncusunu eleştirdi ve o Andre Santos, ikinci yarının en önemli futbolcularından biri olurken şampiyonluk maçında ilk golü atan adam oldu.

Aykut Kocaman kendini geliştirirken takımı da geliştirdi dedik. Bunu boş bir cümle olarak algılamayın. Atılan her kritik ya da normal golden sonra takımın nasıl kenetlendiğini, oyuncuların nasıl sarmaş dolaş olduğunu hatırlayın. Fenerbahçe, başındaki liderin sayesinde şampiyonluk havasına daha Kadıköy'deki Trabzonspor maçında girdi.

Ve hoca elindeki her oyuncudan maksimum performansı almayı başardı. Andre Santos başka bir adama dönüştü. Alex, gönderilsin diye tartışılan bir adamken takımın bir numarası oldu; attı, attırdı, maç kurtardı. Mehmet Topuz sağ kanatta hem ofansif hem defansif oynadı, yetmedi skoru koruma düşüncesinin belirdiği anlarda orta sahayı üçledi, tam bir görev adamı oldu. Mamadou Niang sakatlık dönüşleri belki tekniğinden biraz kaybetmiş olarak döndü ama sürekli koştu, çabaladı, bozdu. Uzuun bir süre boyunca sürekli yedek kalan, çoğu maçta sonradan dahi oyuna girmeyen Miroslav Stoch ligin son haftalarında takımın aslarından oldu. Bazen kilidi açtı, bazen hücuma renk kattı. Küsmemiş bir şekilde son derece güçlü olarak geri dönmüş olması yalnızca oyuncunun bireysel başarısı değildir, burada bir teknik direktör hamlesinden bahsetmek gerekir. Ve Daniel Gonzalez Güiza... Evet, Buca maçında dek yalnızca 8 dakika oynayabilen Güiza, kritik durumda olan Buca maçına sonradan girdi ve topla ilk buluşmasında takımını öne geçirdi.

Ve de sezonun bence en güzel hareketlerinden biri: Ankaragücü maçında durum 4-0'ken kullanılan bir frikikten önce topun başına geçen Alex, Mehmet Topuz'un bir isteğiyle karşılaştı. Mehmet frikiği kendisinin kullanmasını istiyordu. Zira büyük umutlarla geldiği Fenerbahçe kariyerinde toplam 2 golü vardı. Belki özgüven depolamak, belki kendini kanıtlamak istiyordu. Kazanılması garanti olmuş bir maçta böyle bir şey denenebilirdi. Alex'e isteğini iletti ancak kaptan kabul etmedi. Mehmet Topuz üzüldü, yüzü asıldı. Alex frikiği gole çevirince Topuz'un içinde büyük ihtimalle fırtınalar kopmuştur ancak o yine de bunu büyütmedi. Kafasını çevirdi, oyununa devam etti. Artistlik yapmadı :) Ve o Mehmet Topuz, 6. golü atan Alex'e golün pasını veren kişiydi. Maçtan sonra bu durum çok fazla konuşulmadı, büyütülmedi. Birkaç sezondur Galatasaray ve Beşiktaş'taki oyuncu kavgalarını düşününce, bu durumun güzelliği daha net anlaşılabilir.

Sonuç

Her oyuncunun katkı verdiği, mücadele ettiği, küsmediği, aidiyet duygularının had safhaya çıktığı bir takımda ortam değişiyor, güzelleşiyor; güzel oynanmasa dahi bir şekilde sonuçlar alınıyor. Bu net bir şekilde Aykut Kocaman başarısıdır.

Diriliş (Şampiyonluk Yazıları - 1)

Ne Aramıştınız

''Hayata dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.''
Albert Camus.

Popüler Yazılar

Zİyaretçİler

Futbol Blog. Blogger tarafından desteklenmektedir.