Futbol ; Faİr Play, Cesaret, Mücadele ve Zafer...

29 Mart 2011 Salı

Türkiye 2 - 0 Avusturya


Türkiye A Milli Futbol Takımı, EURO 2012 yolunda hayati derecede öneme sahip olan Avusturya sınavından başarıyla geçti. Olası bir puan kaybında büyük bir ihtimalle havlu atacaktık ancak yetenekli ayaklar konuştu ve daha çok isteyen taraf kazandı. Artık önümüze daha umutla bakabiliriz.

Avusturya'nın geçtiğimiz günlerde Belçika'ya yenilip bizim maça final gözüyle bakmasını ben aslında çok fazla önemsemedim. Fizik olarak kötü durumda olacaklarını ve bizim de bu maça çok iyi hazırlanmış olmamızın bizi bir adım daha ileri attığını düşündüm... Tahmin edilenden daha kolay geçecek diye fikir beyan ediyordum ki öyle oldu. Zaman zaman doğal Avusturya baskısının haricinde kalemizde büyük tehlikeler görmedik.

Maça geçecek olursak.. İstekli başlayan taraf Türkiye oldu ve Belçika'yı kendi yarı sahasına itti. Topa sahip olarak ev sahibi avantajımızı kullanmak istedik lakin bu baskı pek de beklendiği gibi sürmedi ve Avusturya'nın katı defansı, hamlelerimizi kısıtladı. Geride çok iyi konuşlandılar, alanları çok iyi kapattılar ve bize boşluk vermediler. Maierhofer'in ileride tek kaldığı 4-5-1 dizilişiyle orta sahada agresif oynadılar. Hücumu çok fazla düşünmediler ve ilk olarak bizi durdurmayı seçtiler. Bununla birlikte biz oyun kurarken ileride çok sıkı ve seri preslerle defanstan top çıkarmamızı zorlaştırdılar. Stoperlerle Selçuk arasındaki mesafe bu yüzden çok kısaldı zira pas bağlantılarını kestiler. O yüzden Selçuk pasla oyun kuramadı, sürekli uzun top atmak zorunda kaldı. Ancak bu hava toplarını alacak net bir santrfor olmayınca hücumlar sürekli kanatlara yığıldı. Sol kenarda Hakan Balta - Arda uyumu vasatın üzerindeydi ve en azından bir birliktelik oluşturdular. Ancak aynı uyumu sağ kenar için söylemek zor. Gökhan Gönül ilk yarıda çok silikti ve sağ kenar hücumları Hamit'in üzerine yığıldı. Ki, ilk yarıdaki golun haricindeki en net pozisyonumuzu da Hamit'in bireysel çabası sayesinde bulduk.


Avusturya beraberlik için gelmiş, bu çok kısa bir süre içerisinde belli oldu. Defansif anlamda geçen senenin Inter'ini andırıyorlardı. Tek santrforu ileride bırakmışlar, geri kalan oyuncularıyla 40 metrede bizi savunuyorlardı. Hücumdaki alternatifleri ise çok kısıtlıydı. İlk opsiyon olarak kenar ortalarıyla Maierhofer'i bulmaya çalıştılar. Normaldir, 2.02'lik golcünüz varsa kullanmak istersiniz. Ki birkaç kez de kafa vurma şansını elde etti ama Ercan Taner'in dediği gibi bir Koller ya da Klose değil... İkinci seçenekleri ise hızlı hücumlarda orta saha elemanı olan Alaba'nın hızından yararlanıp onun sürpriz koşularından pozisyon üretmekti. Alaba hızını kullanarak defansın dengesini iki sefer bozdu, biraz daha dikkatli olsa golü de atabilirdi ama olmadı.

Özetle, Avusturya'nın hücum planı işlemedi, maçın, özellikle de ilk yarının, 40. dakika hariç, hiçbir bölümünde organize gelemediler. İlk organize hücumlarını 39. dakikanın bitimine yakın bir vakitte yaptılar. 7 oyuncusu birden bizim ceza sahası civarımızdaydı rakibimizin ve yaklaşık 1 dakika süren bir set oyunu oyunadılar ama bundan da sonuç çıkmadı.

Oyun sıkışmıştı. Avusturya iyi kapanıyordu. Ama devreye Arda'nın fırsatçılığı girdi. Hakan Balta'nın güzel taç atışını iki bilek hareketiyle değerlendirdi ve takımı çok kritik bir anda öne geçirdi.

Ardından değişen pek bir şey olmadı. Maç golden önceki seyrinde devam etti.


İkinci yarının başından itibaren başlayıp 70. dakikaya kadar süren "doğal" Avusturya baskısını normal karşılamak lazım ama bizim neden bu kadar kolay çözüldüğümüzün cevaplanması gerekir. Skoru korumak adına geriye yaslanmamızı ve bunun neticesinden Avusturya'nın biraz daha iştahla oynamasını kabul ediyorum, fakat skoru korurken bu kadar düzensiz oynamamız çok şaşırtıcı. Daha dengeli bir şekilde geriye yaslanmamız gerekirdi. Maç kısır geçiyordu ama Avusturya'nın direnci artıyor, üst üste birkaç korner kazanıyordu. Bu 20-25 dakikalık bölümü iyi analiz etmek gerekir. Allah'tan devreye Semih değişikliği girdi de maç koptu. Müthiş bir orta saha pası attı, Gökhan Gönül aynı güzellikte vurdu ve maç orada bitti. Semih golden önce Nuri'ye de çok şık bir pas atmıştı ama yan hakem yanlış bir kararka ofsayt gerekçesiyle oyunu durdurmuştu. Bu kadar kısa sürede maçın seyrini bu kadar değiştiren bir yedek oyuncumuzun olması büyük şans.

Semih'in en büyük özelliği, orta saha ile forvet bölgesindeki sentezlemeyi müthiş bir şekilde başarabilmesidir. Formda olmadığı zamanlar haricinde, oyuna sonradan girdiği her maçın seyrini bir şekilde değiştirmiş, oyuna hareketlilik getirmiştir. Çünkü çok zeki bir oyuncudur. Fenerbahçe'de Alex'in yokluğunda onun boşluğunu en iyi şekilde doldurabilecek nitelikte bir oyuncudur. Uğur Meleke'nin güzel deyimiyle, Semih de Souza'dır... Geriye gelir top alır, duvar pası yapar, oyunu geniş bölgeye yayar, uzaktan şut çeker ve kafa toplarına çok hakimdir. Ve bana göre bu ülkede Burak Yılmaz'la birlikte sahte 9 numara oyununu en iyi oynayan oyuncudur. (Kısmet olursa bu sahte 9 numara olayına detayıyla inmeye çalışacağım bu blogda, biraz daha zaman lazım.)


Ekstralar:

Neden bu kadar yavaş oynuyoruz? Kadro olarak çok fazla yaşlı oyunculara sahip değiliz. Fiziksel olarak da yıpranmamış olmamız lazım, bu takım 1 haftadır kampta. Ancak çok hantal oynuyoruz, işin kötü tarafı set hücumunu da pek beceremiyoruz. Daha kuvvetli rakipler karşısında ciddi zorluklar, tıkanmalar yaşayacağız bence.

Mehmet Ekici'yi beğendim. Soğukkanlı, ayaklarına hakim ve pasları yerli yerinde. Biraz daha zaman geçtiği takdirde bu takımım hücumda beyni olabilir.

Nuri Şahin hücumda pek fazla gözükmedi, bana göre biraz daha risk alsa hiç fena olmazdı. Ama dikkat çekmeyen bölgelerde çok güzel hamleler yaptı, güzel bir defansif orta saha işlevi gördü.

Dizilişimiz

Türkiye bugün 4-3-3 dizilişiyle oynadı. Diziliş birçok şeydir ama her şey değildir. Maç kazanma stratejinizin temel noktasını dizilişlerden başlatırsınız ama ne kadar güzel dizilirseniz dizilin bu maç kazanmanıza yetmez. Sistem ve taktiksel organizasyonlar (Kısmetse bu bilgi kirliliğiyle ilgili de bir şeyler yazmaya çalışacağım; diziliş, sistem, taktik vs. ) sizi hedefe götürür. Hiddink elindeki kadrodan çıkarılabilecek en uygun kadrolardan birini çıkarmış. Yalnızca santrfor Burak Yılmaz tercihini beğenmedim, bunun tutmayacağı belliydi.

Orta üçlüde Selçuk - Nuri ikilisi daha geride, Mehmet Ekici ise ofansif orta saha rolündeydi. Oyun kurulurken Selçuk stoperlerden pas alıyor, Nuri orta saha yuvarlağının ilk diliminde hazır bulunuyor, diğer dilimin etrafında da Ekici geziniyordu. Kanatlarda Hamit - Arda, en uçta ise Burak. Yetenekli ayaklar, müthiş oyun kurucular.

Bana göre 4-2-3-1 ile 4-3-3 dizilişleri arasında çok büyük bir fark yoktur. Temel nokta ofansif orta sahalarından bulunduğu konumdur. Bu orta saha elemanı eğer gerideki iki elemana yakın oynuyorsa bu diziliş 4-3-3'e daha yakındır. Kanat oyuncularının orta saha nitelikleri taşıyıp taşımadığı da önemli elbette. Hamit ve Arda 4-2-3-1'in kanat elemanları fakat biz bugün merkezi ileride kurduğumuz için kanatlar dibe daha çok yaklaştı.

Ofansif orta sahalardan bahsediyorduk. Misal Alex'li Fenerbahçe 4-2-3-1 oynuyor. Alex, Emre ve Selçuk'a defansif anlamda yardım etmiyor. Onun açığını ise biraz da Aykut Kocaman'ın isteğiyle kanatlardaki Topuz - Dia ikilisi kapatıyorlar. Ama bugünkü Türkiye'nin dizilişinde Mehmet Ekici Alex misali ikinci forvet olarak değil, ortadaki üçlünün bir parçasıydı. Geriye de yardım etti.

Sonuç1 (Diziliş): 4-3-3 oynuyoruz ve kanat oyuncularımızın çok yönlülükleri sayesinde birçok tek santrforlu dizilişe geçebiliriz. 4-2-3-1 ve 4-3-3 arası esnek bir dizilişte oynayabiliriz.

Sonuç2 (Maç): Hiddink bir yandan Avrupa Şampiyonası'nın planlarını kurarken diğer yandan geleceğin takımını kuruyor. Bu maça bir dönüm maçı olarak bakılabilir. Hem gruptaki konumumuzu kaybetmedik, hem de Mehmet Ekici'yi daha iyi tanıma fırsatı bulduk. Artık uzun bir süre rahat edebiliriz.

20 Mart 2011 Pazar

Duyarlı Valencia


Japonya'daki deprem ve sonrasında oluşan tsunami malum. Büyük bir felaketti... Yası futbol sahalarında da tutuluyor. Her ülkede maç başlamadan önce saygı duruşunda bulunuluyor. Valencia ise işi biraz daha ileriye götürmüş. Sevilla karşılaşmasına forma isimlerinin Japonca yazılmış versiyonuyla çıktılar. Güzel, estetik, tebrik edilesi bir düşünce...

Not: İlk fotonun üzerine tıklanıldığında daha net bir görüntü ortaya çıkmakta.

19 Mart 2011 Cumartesi

"The Others"


Türkiye'nin 4'te 3'lük kısmından bir vatandaş... Fenerbahçe'ye karşı Galatasaray'ı desteklemeni anlarım da, TS forması giyip, Galatasaray ipliğini kafana asıp TT Arena'da maç seyretmenin mantığı nedir yahu?..

Mekan Ayırt Etmiyoruz!


Şu maçın nesi yazılır? Şu anki duygularımı ifade edecek kadar güçlü bir kalemim maalesef yok. Şu an yalnızca bir resim ve bu resim altı yazısıyla idare edelim.. Belki başka zaman, başka bir kafayla, güzel bir yazı gelecek buraya...

Aleex! Sen Allah'ın bir lütfusun!

17 Mart 2011 Perşembe

Fenerbahçe İle Galatasaray Beraber Büyüdüler

İkisi de 100 yaşını devirdiler, sürekli birbirini yenmeye çalıştılar. Biri önce geçince diğeri onu yakaladı, rekabet onları büyüttü. Galatasaray ve Fenerbahçe, futbolumuzun da tarihini yazdı.

Ali Sami Yen

Mekteb-i Sultani'de edebiyat öğretmeni ders anlatırken birkaç arkadaş kafa kafaya vermişti; haylazlık peşindeydiler ve bir futbol takımı kurmaya kara vermişlerdi! Reisleri Ali Sami Yen rotalarını şu sözlerle açıklamıştı: "Maksadımız, İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme malik olmak, Türk olmayan takımları yenmektir." O gün aylardan ekim, yıllardan 1905'ti. O sınıfta Galatasaray kurulmuştu.

Ziya Songülen

İstanbul'da İngilizler, Rumlar ve Fransızlar futbol oynarken Anadolu yakasındaki başka gençler de meşin yuvarlağın peşinde koşmak istiyorlardı. Önce 1899'da, sonra da 1902'de kulüp kurmaya çalışmışlar, hükümet tarafından engellenmişlerdi; 1907 ilkbaharında kimse karşılarında duramayacaktı. Ziya Songülen, Ayetullah Bey ve Necip Okaner'in önderliğinde, Kadıköy ilk Türk takımına; Fenerbahçe Futbol Takımı'na kavuşmuştu.

Bugün arkalarında yüzlerce maç bırakan Fenerbahçe ve Galatasaray böyle kurulmuşlar, uzun bir süre İstanbul Ligi'ni domine eden yabancı ve azınlık takımlarına karşı ortak hareket etmişlerdi. Hatta 1911-1912 sezonu öncesinde iki takımın birleşmesi bile gündeme gelmişti. Bazı Avrupa takımlarına karşı ortası sarı, bir tarafı lacivert, diğer tarafı kırmızı forma giymiş karmalar da oluşturmuşlardı. Galatasaray Avrupa turnesine çıktığında Fenerbahçe'den Zeki Rıza Sporel, Nedim Kaleci, Cafer Çağatay, Galip Kulaksızoğlu ve Bekir Refet'i kadrosuna eklemişti. Bu arada kendi aralarında da 1914'e kadar yedi maç yapmışlar ve Galatasaray bunları gol yemeden kazanmıştı. 4 Nisan 1914'te tarih değişti ve Fenerbahçe, İstanbul Ligi'ni sürekli kazanan Galatasaray'ı yenmeye başladı. Bu en büyük derbimizin doğuşu oldu.

İki takım Türkiye 1. Profesyonel Futbol Ligi kurulana kadar 160 kez karşılaştılar. Bu dönemde iki kulüp de kendi efsanelerini yarattı. Eski başbakanlardan Şükrü Saracoğlu 16 Mart 1934 ile 15 Ekim 1950 tarihleri arasında Fenerbahçe'ye en uzun süre başkanlık yapan isim oldu. Bugünkü stadın onun ismini taşıması tesadüf değil; o stadı Fenerbahçe'ye o kazandırdı.

Kadıköy'de yeşil sahalarda da bir efsane vardı; Zeki Rıza Sporel 19 yıl sarı lacivertli formayı giydi. 332 maçta 470 gol attı. "Üstat", Beşiktaş'a, Galatasaray'a ve Finlandiya Milli Takımı'na bir maçta dörder gol atmayı başardı. Aynı dönemde Cihat Arman, Fikret Arıcan, Şükrü Ersoy, Halit Deringör, Basri Dirimlili, Mehmet Ali Has, Galip Kulaksızoğlu diğer Fenerbahçe yıldızlarıydı.

Fenerbahçeliler kendi efsanelerini yaratıp tarihlerini yazarken Galatasaraylılar da boş durmuyorlardı. Kulübün 1 numaralı kurucu üyesi ve başkanı Ali Sami Yen, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanlığı yapacak kadar spor aşığı bir insandı ve Türkiye Milli Futbol Takımı'nın da ilk çalıştırıcısıydı. Onun da ismi Mecidiyeköy'de yaşıyor. O dönemin birçok Galatasaray efsanesi arasında Baba Gündüz Kılıç'ın yeri ayrıdır; Beşiktaş'a 20, Fenerbahçe'ye 9 gol attı. 30 Haziran 1940'ta Beşiktaş'ın Baba Hakkı'sının da oynadığı maçta üçü ayakla, ikisi kafayla olmak üzere beş gol atarak tarihe geçti.

Türkiye 1. Profesyonel Ligi kurulunca bu iki dev kapışmak için bambaşka bir arena bulmuş oldu. İlk üç şampiyonluğun ikisini Fenerbahçe, birini Beşiktaş aldıktan sonra Galatasaray fırtınası esmeye başladı. Gündüz Kılıç idaresindeki Cim Bom, 1961-1962 ve 1962-1963 sezonlarını birinci bitirmeyi başardı. İkinci şampiyonluklarını kazanırken uzun yıllar kırılamayacak, kırılması da bir başka Galatasaraylı futbolcuya nasip olacak bir rekora imza atan bir oyuncuları vardı; Metin Oktay 22 maçta 38 gol atarak 1960'lı yılların en büyük Galatasaraylı futbolcusu olmuştu.

Metin Oktay'ın ağları delen golü

"Naci'yi geçtikten sonra çok dar açıdan kaleye vurmak zorundaydım. Başımı kaldırım, bütün kuvvetimle vurdum. Özcan köşeyi kapamıştı, ama top Fenerbahçe kalesine girdi. Golden sonra arkadaşlarımın kucağındaydım. Topun ağları deldiğini sonradan öğrendim." diye anlatmıştı Metin Oktay efsanevi golünü. Taçsız Kral altı kez gol kralı olmayı başardı: 15 sene oynadığı Galatasaray'a 217 gol armağan etti; bunlardan 18 tanesini sarı lacivertliler kabullenmek zorunda kaldı!


Ordinaryüs Lefter Küçükandonyadis

Lig Fenerbahçe için çok güzel başlamıştı. İlk ve üçüncü şampiyonluğu aldılar, Galatasaray'ın dublesi sırasında solunlandılar, iki kez arka arkaya birincilik tatılar ve 1967-1968 sezonunu şampiyon tamamladılar. Profesyonel ligin ilk altı sezonunda forma giyen Lefter Küçükandonyadis beş sezonda takımının en golcü ismiydi. Onu bir başka efsane Can Bartu anlatıyor: "Tek başına bir takımdı. O iyi oynadığı zaman hiçbir rakip onu durduramazdı. Topu istediği yere atardı. Frikikleri, penaltıları önlenemezdi. Rakiple dalga geçerdi." Ordinaryüs, 16 yılda 615 kez giydiği Fenerbahçe formasıyla 423 resmi gol attı. Sar kırmızı ağların tozunu 18 kez aldı. Milli takımda 50 maç oynayan ilk futbolcu oldu.

Lefter ve Can saha içinde Fenerbahçe rüzgarı estirdikten sonra kulübü efsane bir başkan devraldı. Faruk Ilgaz 20 Mart 1966-24 Şubat 1974 yılları arasında hem tesis hem sportif açıdan Fenerbahçe'ye çok şey bıraktı. Onun zamanında sarı-lacivertliler beş kupalı 1967-1968 sezonunu yaşadılar, Avrupa Devi Manchester City'i elediler, iki kez şampiyon oldular. Ilgaz'ın teknik direktörlük görevini verdiği Ignac Molnar, kulüpte üçüncü kez görev almış ve beş kupayı 1967-1968 sezonunda kazanmıştı. Molnar Fenerbahçe tarihinin en çok kupa kazanan teknik adamıdır: Yedisi resmi olmak üzere toplam 14 kupa!

1970'ler bir üçlemeyle, Türkiye Ligi'nin ilk üst üste şampiyonluk kazanma başarısıyla açıldı. İngiliz teknik direktör Brian Brich'ün 4-3-3 oynattığı Galatasaray 1970-1971, 1971-1972 ve 1972-1973 sezonlarını şampiyon tamamladı. Kalede Yasin, forvette Özdenak kardeşler takımı sırtlamışlar, yanlarına da "Çizgi" Metin Kurt, Tuncay Temeller, Mehmet Ooğuz, Bülent Ünder gibi isimleri alıp zaferlere koşmuşlardı ama 70'lerin ikinci yarısı oldukça kurak geçecekti. O günlerde kulübün başında Selahattin Beyazıt vardı. 18 ocak 1969'da göreve gelmiş, dört kez kongre kazanarak tarihe geçmişti. Beyazıt üç lig şampiyonluğunu kazanmakla yetinmedi, Galatasaray'ın geleceği kabul edilen Riva arazisini de kulüp malvarlığına eklemeyi başardı. Faruk Ilgaz takımın başına Valdir Pereira Didi'yi getirerek sarı-kırmızıları durdurmayı başardı. Pele ile birlikte Dünya Kupası kazanan, futbolu 1967'de bırakan Didi'nin 1972 Haziran'ında Türkiye'ye gelmesi büyük ilgi uyandırdı. Dahası; Fenerbahçe'nin genlerine Brezilya aşısı onunla yapılmış oldu. Takım yepyeni bir yıldıza kavuşmuş oldu: Cemil Turan.

Fenerbahçe, Lefter ve Can'dan sonra forvette sıkıntı yaşamadı. Karşıyaka'dan alınan Ogün Altıparmak dört şampiyonlukta takımın golcüsü olmayı başarmıştı. 1970-1971 sezonunda gol krallığını kazanan yıldız oyuncu, yerini Cemil Turan'a devretti. Dört sezon takımın en golcüsü olan Cemil'in Fenerbahçe'ye gelişi de başlı başına bir derbi golüydü! İstanbulspor Aralık 1972'de O'nu Galatasaray'a satmaya kalmışmış, ama o günlerde 25 yaşında olan Cemil, "Fenerbahçe'den başka bir takımda oynamam." diyerek kendini sarı lacivertlilere transfer etmişti. Daha ilk Galatasaray derbisinde gol atmayı başardı, üç kez gol kralı oldu, Galatasaray ağlarını toplam 14 kez sarstı. 1970'lerin Fenerbahçe'sinde Ziya Şengül, Osman Arpacıoğlu, Ercan Aktuna, Ilie Datcu, Cem Pamiroğlu, Raşit Çetiner, Engin Verel gibi isimler vardı.

Alpaslan Eratlı şampiyonluk kupasını kaldırırken...

Bir önceki yıl Galatasaray şampiyonluk orucuna girerken Trabzonspor ligi domine etmişti. Çalkantılı günler geçiren Fenerbahçe, 12 Nisan 1981'deki kongesinde yepyeni bir başkan buldu: Ali Şen. Efsane başkan yeni sezonda takımın başına Branko Stankoviç'i getirdi ve takım beş kupayı birden müzesine götürdü. Stankoviç'in, golcüsünü ileride tek başına bırakarak maç kazandıran sistemi 1980'lerin başına iki büyük futbolcu yarattı. Fenerbahçe formasıyla 134 gol atan Selçuk Yula iki kez de gol krallığını kazandı. Takım kaptanı Alpaslan Eratlı'ysa liberoda tarih yazmıştı. Beş kupa kazanılan sezonun sonunda Stankoviç futbolu bırakma kararı alan Alpaslan için Ali Şen'e şöyle dert yanmıştı: "Takımımın iki beyni var. Biri Osman, diğeri Alpaslan. Osman Trabzon'a gidiyor, ne olur söyleyin, Alpaslan bir yıl daha oynasın." Ancak Alpaslan Eratlı zirvede bırakmayı tercih edecekti.

Sarı kanaryalar coşkulu bir başka sozon için 1988-1989'u bekleyecekti. Başkan Tahsin Kaya, teknik direktör Todor Veselinoviç'ti. Hala kırılamayan 103 gollük rekorla şampiyon oldular. Yıldızlarsa saymakla bitmeyecek gibiydi. Toni Schumacher, Rıdvan Dilmen, Aykut Kocaman, Hakan Tecimer, Turan Sofuoğu, Hasan Vezir, Müjdat Yetkiner ve Nezihi Tosuncuk takımı uçuracak ve unutulmaz 4-3'lük Galatasaray zaferini taraftarına yaşatacaktı. Aykut o sezon Galatasaray'a gol atmaya başlamıştı; toplamda 13'ü bulacaktı.

Galatasaray ise beklemedeydi. Son şampiyonluk 1973'te yaşanmış, ardından kuraklık başlamıştı. Fatih Terim gibi bir kaptan hiç şampiyonluk görmeden Galatasaray'da 11 yıl futbol oynamıştı! Makus talihi değiştirmek başkan Ali Tanrıyar'a kısmet oldu. Almanya Milil Takımı'nın ünlü teknik direktörü Jupp Derwall takımın başına getirildi, kendisine sabredildi ve özlenen gün 7 Haziran 1987'de geldi. Bu bir sonuç değil, başlangıçtı. Derwall tohumları atmış, geleceğin Galatasaray'ı kurulmuştu. Bir sonraki sezon Derwall'in yardımcısı Mustafa Denizli başa geçecek, önce şampiyonluk, sonra da Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı final görecekti. O unutulmaz Neuchatel Xamax ve Monaco maçları da Denizli idaresinde kazanılacaktı.

Tanju Çolak

O günlerde Cüneyt'ten Erhan'a, Prekazi'den Uğur'a Galatasaray birçok yıldızı barındırıyordu ama bir tanesi oldukça farklıydı. Tanju Çolak 1987-1988 sezonunda 38 maçta 39 gol atarak Metin Oktay'ın bir sezonda en çok gol atma rekorunu kırdı. Üstüne Avrupa Gol Kralı oldu ve France Football dergisinin Altın Ayakkabı ödülünü kazandı. Tanju Fenerbahçe kalesini de 14 kez ziyaret etti.

Galatasaray'ın bu başarılarını ya da Fenerbahçe'nin 103 gol atan futbolunu 1990'lara taşıyacağı düşünülüyordu ancak araya Gordon Milne'in Beşiktaş'ı girdi. Üç sezonun ardından sarı kırmızılılar yeni bir Alman çıkartması yaptılar. Karl Heinz Feldkamp, yanına Falco Götz ve Reinhard Stumpf'u alarak takımın başına geçmişti. Kurduğu Alman sistemi iki yıl üst üste şampiyonluk kupasını Galatasaray'a getirdi ama "Altın Çağ"a imzayı atan isim Fatih Terim oldu. Terim'le Galatasaray 90'ların ikinci yarısında dört yıl üstüste şampiyon olarak rekor kırarken, UEFA Kupası'nı da müzesine götürüyordu. Bülent Korkmaz tüm başarılarda yer alırken yanında Hakan, Hagi, Popescu, Taffarel, Ilie, Okan, Suat, Emre, Ümit, Hasan gibi isimler vardı.

Aynı dönemse Fenerbahçe için kâbustan beterdi; sarı lacivertliler 1990'lı yıllarda sadece bir şampiyonluk görmüşlerdi. Ali Şen kötü gidişi durdurmak için gelmiş ve 80'lerdeki gibi hareket ederek takımı hemen şampiyon yapacak bir teknik direktörle anlaşmıştı. Brezilya'yı 24 yıl sonra ve Pele'siz Dünya Şampiyonu yapan Carlos Alberto Parreira, Uche-Högh'le savunmayı, Oğuz-Kemalettin'le orta sahayı, Boliç-Atkinson'la forveti kaplamış ve şampiyonluğu yakalamıştı. Boliç, Galatasaray derbilerinde 10 gol atmayı başardı.

Belki şampiyonluk olarak kısır bir dönemdi 1990'lar ama Fenerbahçe'ye bambaşka bir şans getirmişti. 15 Şubat 1998'de Aziz Yıldırım bir oy farkla başkanlığı kazandı ve sonrası 2000'lerde çorap söküğü gibi geldi. Başarısız geçen üç sezon sonra Yıldırım tartışılan bir kararla adı Galatasaray'la özdeşleşmiş Mustafa Denizli'yi takımın başına getirdi. O yıl Kennet Anderson, Rapaiç, Revivo, Yusuf, Rüştü, Abdullah gibi isimlerle gelen şampiyonluktan sonra Yıldırım hızla yoluna devam edecekti. Fenerbahçe'yi şampiyon yapan ilk Türk teknik direktör olan Mustafa Denizli ise yarım sezon sonra gözden düşecekti.

Alex de Souza

Yıldırım, Fenerbahçe Stadı'nın her şeyini değiştirdi, 55 bin kişilik Şükrü Saracoğlu Stadı doğdu. Başkan, ekonomik olarak çok güçlü bir Fenerbahçe yaratırken dört şampiyonluk kazandı. 2000'lere damga vuran Christop Daum'un Fenerbahçe'sinde başroller Pierre van Hooijdonk, Alex de Souza, Aurelio, Deivid, Semih ve Tuncay'ındı. Daum sonrası bir başka Brezilya efsanesi Zico da Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final görerek kulüp tarihine geçiyordu.

Hakan Şükür

Galatasaray'sa 1980'lerde yakaladığı, 1990'larda zirveye çıkarttığı istikrarı bir kenara bırakmıştı. Fatih Terim sonrası takımın başına Mircea Lucescu gelmiş,Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final ve bir şampiyonluk görmesine rağmen takımdan gönderilmişti. Eric Gerets'le gelen mucizevi şampiyonluğu iki yıl sonra bu kez teknik direktörsüz kazanılan bir başka şampiyonluk izlemişti. Hakan Şükür Türkiye'ye dönüp, Metin Oktay'ın ligde attığı 217 gollük rekorunu kırmış, Ümit Karan, Jardel, Mondragon, Emre Aşık, Ergün, Ayhan ve Arda Turan takımın 2000'lerdeki yüzü olmuştu.

Biri bir lisenin arka sıralarında, diğeri bir semtin arka sokaklarında kuruldu. El ele verdiler, büyüdüler, önce dost, sonra rakip oldular. Şampiyonluklar, yıldız futbolcular, tribünler, kupalar için kapıştılar; gün geldi taraftarlar onlar için kavga etti. Biri büyüdükçe diğeri ona yetişmek için çalıştı ve daha da büyüdü. Arkalarında dört yüze yakın derbi bıraktılar ve biliyoruz ki bu sayı binleri bulacak. Dostlukları da rekabetleri de hiç bitmeyecek.

Kavgasız gürültüsüz, dertsiz tasasız, kartsız, küfürsüz ve seyrine doyum olmayan akıcılıkta bir derbi olması dileğiyle...

16 Mart 2011 Çarşamba

FB - GS Arasındaki Unutulmaz Maçlar

Arkalarında bıraktıkları 100'ü aşkın profesyonel lig derbisi bulunuyor. Belki hepsi kendi çapında unutulmaz ama bazıları var ki akıllardan hiç çıkmıyor. Her biri bir efsane, her biri olay, her biri tam anlamıyla Fenerbahçe - Galatasaray...

Galatasaray 1 - Fenerbahçe 0

28 Aralık 1980



Galatasaray, Fenerbahçe'yi son kez beş yıl önce yenmişti. Artık kazanmalıydılar. Tek golün atıldığı, direklerin dövüldüğü maçta hakem Güngör Tuncer ise adeta sahada yoktu. Karşılaşmada sayısız kavga çıktı. Öyle ki Fatih Terim, İsa ile kavgasını ayırmaya çalışan sivil polisi bile yumrukladı da Beşiktaş karakolunu ziyaret etmeden evine dönemedi!

Fenerbahçe 1 - Galatasaray 4
11 Nisan 1993



Gütschow'ün golüyle yedinci dakikada öne geçmiş Galatasaray'ın 43'te Mert'in atılmasıyla ikinci devre çökeceği düşünülmüştü. Öyle olmadı! Tugay ve Hakan Şükür, Kadıköy'de sahneye çıktılar, farkı getirdiler. Sonuç, sinirli Fenerbahçeliler'in Dereağzı Tesisleri'ni basıp önüne gelen sarı-lacivertli futbolcuyu tartaklaması oldu.

Galatasaray 2 - Fenerbahçe 1 - 1 Aralık 1990
Fenerbahçe 2 - Galatasaray 0 5 Ekim 1991



Başka bir futbolcu yoktur ki arka arkaya iki sezonda iki ayrı maçta iki derbide ikişer gol atmaya başarsın... İşte o futbolcu Tanju Çolak! Önce sarı kırmızılı formayla 67 dakika 10 kişi oynayan takımına maçı kazandırdı; ardından rakibe transfer oldu, daha ilk resmi derbisinde galibiyeti bu sefer yeni takımına armağan etti. Tanju Çolak böylece, Türk futbol tarihinin en önemli derbi golcüsü olarak adını yazdırdı.

Galatasaray 2 - Fenerbahçe 2

21 Eylül 2003




İki kez öne geçti Fenerbahçe, iki kez bir dakika sonra rakibini yakaladı Galatasaray. İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı'ndaki maçta Türk futbol tarihinin rekor miktardaki 70 bin 125 seyircisi dört kafa golü seyrederken, hakem Muhittin Boşat'ın karşılıklı iki penaltıyı es geçmesini ıslıkladı. Fenerbahçe'nin gollerini Kemal ve Van Hooijdonk atarken, aynı onura Arif Erdem ve Hakan Şükür'ün ensesi ulaştı!

Fenerbahçe 5 - Galatasaray 2
22 Nisan 1992



Derbiden geriye özellikle dört isim kaldı. Fenerbahçe'nin gollerini üçe iki bölüşen Tanju ve Aykut, attırdığı goller ve yarattığı penaltıyla Şeytan Rıdvan, sahada rakiplerini ve eski takım arkadaşını kovalayan, yerlere yatıran kaleci Hayrettin. Oysa ikinci devrenin başında skoru üç farktan Erdal'ın çabalarıyla 3-2'ye getiren sarı kırmızılar maça ortak olabileceklerini düşünmüşlerdi. Olmadı, Stumpf ve Kosecki'nin gördüğü iki kırmızı kart ve beş golle evlerine uğurlandılar. Bir de Hayrettin'in kaçan penaltı sonrasında Rıdvan'ın boğazına sarılmasının, Tanju'ya kafakol çekmesinin acısını yanlarında götürmek zorunda kaldılar.

Galatasaray 4 - Fenerbahçe 4
5 Haziran 1983



Ali Şen soyunma odasına inmiş, futbolcularına "Başarınız galibiyetten de büyüktür" diyordu. Ali Şen gibi iddialı bir ismin galibiyetten öte gördüğü beraberliğin ardındaysa 48. dakikada 4-1 yenik duruma düşen takımının skoru 4-4-'e getirmesi yatıyordu. Fener tribünleri maç öncesinde sarı kırmızı tabutu elleri üzerinde, cenaze marşı eşliğinde gezdirmişti: bu şamatanın yeriniyse 48. dakikada Galatasaraylılar'ın "Tabelaya bakalım, göbek atalım" tezahüratı almıştı. Kimsenin cenazesi kalkmadı, kimse göbek atmadı ama Fenerbahçe son iki haftaya Trabzonspor'un iki puan önünde girmenin ve ezeli rakibine yenilmemenin mutluluğunu yaşadı.


Galatasaray 0 - Fenerbahçe 1
8 Kasım 1992


"Haydaaa! Yine mi yenildik ya! Tam da Avrupa fatihiydik!"

Birkaç gün öncesinde bir taraf Avrupa'da tur atlama sevinci, diğer tarafta da hezimete uğrama hüznü vardı. Galatasaray Eintracht Frankfurt'u elemiş, Fenerbahçe ise adı sanı duyulmamış Sigma Olomouc'a 7-1 yenilmişti. "Derbilerin favorisi olmaz" derler ya, işte böyle bir maçtı. Maç öncesi fark yiyeceği düşünülen Fenerbahçe saldırdıkça saldırmış, nihayetinde Aykut Kocaman'ın bazukasıyla galibiyete ulaşmıştı. Bu skor, Sigma Olomouc hezimeti sonrasında istifa eden başkan Metin Aşık'ın geri dönüş kararı almasını sağlamıştı.

Galatasaray 4 - Fenerbahçe 1
4 Mayıs 1991


"Ya zaten 4 tane attınız, Rıdvan'a niye kıyıyorsunuz ki?"

Fenerbahçe havlu attığı ligde onurunu kurtarmak, Galatasaray dört puan ilerisindeki Beşiktaş'ı yakalamak için maça çıkmıştı. Futbol oynayan kazandı, hem de 4 gol atarak. Avrupa gol krallığına odaklanmış Tanju'nun iki, Kosecki ve Erdal'ın gollerine Fenerbahçe sadece Aykut'un penaltısıyla yanıt verebildi. O penaltı ki Yusuf'un darbesiyle Rıdvan'ın düşmesine, omuz bağlarından sakatlamasına ve ligi kapatmasına neden olmuştu. Sarı lacivertli taraftarlar kadar Yusuf da bu müdahaleyi yaptığına üzülmüş, "Keşke bıraksaydım da Rıdvan golü atsaydı" demişti.

Galatasaray 1 - Fenerbahçe 0
27 Nisan 2008



Her zaman olduğu gibi yine "tarihi" bir derbiydi; kazanan şampiyonluk yarışında büyük avantaj sağlayacaktı. Puanlar eşitti, Fenerbahçe'ye ikili averaj göz önüne alındığında beraberlik bile yetecekti. Bunu bilen Galatasaray yüklendi, Fenerbahçe ise bir türlü oyun kuramadı. Gol ise kimsenin çalışmadığı yerden geldi; atılan bir uzun top, kaleci Volkan ve Edu ile birlikte yükselen Nonda, ağlara giden sarı kırmızılı bir gol. Feldkamp sonrası altyapı hocası Cevat Güler idaresinde çıktığı maçta Galatasaray, ezeli rakibini yenmiş ve şampiyonluk kupasının kulpunu tutmuştu. Kazandı da...

Galatasaray 1 - Fenerbahçe 0 - 10 Haziran 1959
Fenerbahçe 4 - Galatasaray 0 - 14 Haziran 1959



Eskiden süper değil, Milli Lig vardı. İlkinde de maçlar iki grupta oynanmış, lider iki takım şampiyonluk için finalde karşı karşıya gelmişlerdi. Bu maç, tarihimizin ilk profesyonel Fenerbahçe - Galatasaray derbisi anlamına da geliyor. Her haliyle unutulmayacaktı maç ama Metin Oktay meşhur ağları delen golünü bu karşılaşmada attı, sarı lacivertliler rövanşta rakiplerini Yüksel, Naci, Mustafa ve Şeref'in golleriyle 4-0 mağlup ederek profesyonel ligin ilk şampiyonu oldu.

Galatasaray 1 - Fenerbahçe 2

19 Mayıs 2007




Maçın çok da fazla bir önemi yoktu. Fenerbahçe şampiyonluğunu bir hafta önceden garantilemiş, Galatasaray ise Şampiyonlar Ligi için mücadele ediyordu. Ne var ki Chelsea'liler ligi birinci bitiren Manchester United'ı sahaya alkışlarla davet etti, Türkiye'de tartışma koptu. Kimileri Galatasaraylı futbolcuların da rakiplerini aynı şekilde karşılamalarını isterken, diğerleri "Olmaz öyle şey" diyordu. Ali Sami Yen ahalisi alkış değil, rakiplerini su şişesi yağmuruna tutmuştu. Tarihe "Sulu derbi" olarak geçen maçı Lugano ve Edu'nun golleriyle Fenerbahçe kazandı ama geriye gazetelerin attığı "Futbolun öldüğü gece" başlıklarından başka bir şey kalmadı. Kadıköylüler derbi zaferini yaşarken, Galatasaray UEFA Kupası'na katılmak ve bir sonraki sezon uygulanacak 5 maç seyircisiz oynama cezasıyla yetinmek zorunda kaldı!

Fenerbahçe 5 - Galatasaray 1
15 Nisan 1990



İki takımın da kaderi aynıydı; derbiyi kazanmak ve lider Beşiktaş'ın puan kaybetmesini beklemek. Kadıköy'deki maça Galatasaray favori çıkıyordu. Fenerbahçe istikrarsızdı; bir hafta gidiyor deplasmanda Trabzonspor'u yeniyor, ardından kendi sahasında Sarıyer'e yenilerek ümitlenen taraftarını üzüyordu. Santra yapılınca anlaşıldı ki bu maç Fenerbahçe'nin maçıydı. Maçı Aykut kopardı. Daha 10. dakikada Semih tarafından ceza sahasında düşürüldü; Büyük Şenol için penaltıyı atmak çok kolaydı. Golden 25 dakika sonra yine ama bu kez ceza sahası dışında düşürüldü Aykut. Türk futbolunun ilk "İmparator"u Oğuz, baraj kurmakla meşgul Galatasaray savunması arasında golcüyü gördü ve Simoviç bir kez daha aşıldı. Ardından Hakan, Şenol 3 ve Oğuz skoru beşledi. Sarı kırmızılıların tek golü "Deli Nezihi"nin kendi kalesine attığı topla geldi. Fenerbahçe'de keyifler öylesine yerindeydi ki Nezihi, maç sonunda soyunma odasında Schumacher'e "Sana nasıl gol attım" diye takılmaktan gocunmadı. Bu maç, o tarihe kadar Fenerbahçe'nin Galatasaray'a ligde en büyük fark attığı maçtı.

Fenerbahçe 6 - Galatasaray 0
6 Kasım 2002



İki takım 344'üncü kez karşılaşıyordu ama lig tarihinde böyle bir skor yazmıyordu. Arada sırada bu farka yaklaşılmıştı ama ya ayaklar durmuş ya da rakip geri dönmüş, bu noktaya varılmamıştı. Maçın gollü geçeceği takımlar sahaya dizildikleri anda anlaşılmıştı. Fenerbahçe, Arjantinli yıldızı Ariel Ortega'nın komuta ettiği yedi futbolcusuyla birlikte rakip kaleye yükleniyordu. Gol çabuk geldi ve o zamanların genç futbolcusu Tuncay Şanlı kafasıyla takımını öne geçirdi. Ortega önce 38'de attığı gol, sonra 58'de gördüğü kırmızı kartla maça damgasını vurdu. Birçokları Fatih Terim ve oyuncularının eksik kalan rakibi bastıracağı, en azından beraberliği yakalayacağını düşünürken hiçkimsenin açıklayamayacağı şeyler oldu. Önce iki kez Kadıköy Boğası Serhat, ardından Ceyhun ve Ümit Özat, Mondragon'u geçti. Maç bittiğinde kimse skorboard'da yazan rakamlara inanamıyordu. Fatih Terim tarihi farkı sindirmeye çalışırken "Suçlu benim. Yönetim kurulunun her türlü tasarrufuna saygı duyarım. Galatasaraylılar bunu hak etmedi. Onlardan özür dilerim" açıklamasını yaptı. Maçtan önce "Korkan kaybeder" diyen Fenerbahçe teknik direktörü Werner Lorant, kariyerinin bu zirve noktasının ardından "Bu farkı beklemiyorduk" deme alçakgönüllülüğünü gösterdi. Kim ne derse desin, iki taraftan biri diğerine profesyonel ligde 7 gol atana kadar bu maçı tarih en başta yazacak!

Birbirlerine 5 de attılar 6 da, su şişeleri de çakmak da! Tüm bunlar ezeli rekabeti ortaya koyuyor!

Fenerbahçe - Galatasaray Arasındaki İlk Kavga

GS - FB derbisi hakkında yazılara başlayalım. Maç öncesi analizi yaparız ama ilk önce tarihsel bir giriş....

2007-2008 sozonunun sonunda oynanan Ali Sami Yen'deki derbide çıkan kavga çok tartışıldı ama ezeli rekabet tarihi bu kavgalara fazlasıyla aşina! İlk olarak, 25 Mayıs 1913'te Kadıköy'de oynanan özel maç yarım kalmıştı. O gün tarihte ilk defa iki takımın da ikinci ve üçüncü takımları da karşılaşmıştı. Maçların ikisini de Fenerbahçe kazanmıştı. A takımlarının maçları 0-0 devam ederken 60. dakikada Emin Bülent'in şutunu Fenerbahçeli Mateosyan tutmuştu. Hakem blokajın çizgi içinde yapıldığına kanaat getirmişti. Gol verilince Fenerbahçeli futbolcuların itirazlarına halk da katılınca hakem sahayı terk edip gitmişti. Hakem golü verdiğinbden maç 1-0'lık Galatasaray üstünlüğüyle tescil edilmişti. Neyse ki maçlar artık yarım kalmıyor!


4-4-2

12 Mart 2011 Cumartesi

Şu Futbol Dedikleri - 7

Futbolcuların parasını alamadığında idmana çıkmama eylemi yaptığını çok duyduk. Ancak İspanya’da Levante takımı bir dönem bu protestoyu maçta sergileyince ortaya ilginç görüntüler çıkmıştı. Daha önce de idmanları boykot eden Levanteli futbolcular, bir türlü çözüm bulunamayınca sıkıntıları aşamamışlardı. Deportivo maçına “Çözüm ya da ayrılık” yazılı tişörtlerle çıkan futbolcuların protestosunun burada kalacağı düşünülüyordu.
Ancak beklenen olmadı. Başlama düdüğünün ardından bütün Levanteli futbolcular, orta sahada toplanınca Riazor Stadı’ndaki herkes şoke oldu. Levantelilerin saygı duruşunu andıran protestosu sırasında top ayağında olan Sergio Gonzalez, bir anda boş kaleyle karşı karşıya kaldı. İspanyol futbolcu kısa süren şaşkınlığın ardından topu boş kale yerine dışarı gönderdi. Deportivo bu maçı 88‘de Riki’nin attığı golle kazandı ama akıllarda Levanteli futbolcuların protestosu kaldı.

Blogger'a Erişme Yöntemi

Son derece saçma bir kararla erişiminin engellendiği blogger.com'a girmenin bazı yolları var. Proxy sitelerinden girmek mantıklı olsa da, çok yavaş çalışıyor bu siteler ve gezinme heyecanınızı kaybediyorsunuz bir süre sonra. Daha mantıklı bir yol, ağ bağlantılarından DNS ayarı yapmak.

Size iki tane DNS adresi vereceğim. Bunları Ağ bağlantılarım'dan Ağ bağlantılarını görüntüle sekmesine tıklıyoruz. Yerel ağ bağlantısına sağ tıklayıp özellikleri açıyoruz. İnternet İletişim Kuralları (TCP/IP) bağlantısına tıklayıp alttaki özelliklere tıklıyoruz. Ardından ikinci bölümdeki ilk satıra;

4.2.2.2,
ikincisine ise;
4.2.2.3

yazıp tamama tıklıyoruz.

ya da

8.8.8.8
8.8.4.4

de olabilir.

Bu şekilde blogger'a sorunsuz bir şekilde bağlanılabiliyor. Bu da faydalı bir bilgi olsun efendim. Hoş dakikalar..

10 Mart 2011 Perşembe

Şu Futbol Dedikleri - 6


Spor barış, sevgi, dostluktur diye klişe bir söz hemen herkesin dilinde yer etse de bunun böyle olmadığını artık çoktandır biliyoruz. Spor adına ne savaşların yaşandığını, ne çok insanın canının yandığını yaşadıkça görmeye devam ediyoruz.
Peki, 1969’da Honduras-El Salvador ülkeleri arasında yaşanan ve 4 gün süren savaşın dünya tarihine “Futbol savaşı” adıyla geçtiğini biliyor muydunuz?
Gelin bu iki ülkeyi savaşa götüren o günlere dönelim...
Arellano yönetimindeki Honduras için 1968 yılı zor geçer. Ekonomik sıkıntılar, sendikal krizler, grevler, işçi isyanlarıyla dolu bir yıl olur 1968. Honduras ve El Salvador, orta Amerika’nın iki komşu ülkesidir. Honduras’a kendinden de kötü durumda olan El Salvador’dan bir göç akını başlar. Honduras’ta yasal göçmenlerin dışında kaçak olarak yaklaşık 300 bin El Salvador’lu yaşamaktadır. Honduras, El Salvador ile imzalamış olduğu göç anlaşmasını yenilemeyi reddeder hatta yeni bir yasayla toprak sahibi El Salvadorluların topraklarına el konulur. El Salvadorlular ülkelerine geri dönmeye başlar. Ancak zaten kalabalık nüfusunu besleyemeyen El Salvador için bu bir felakettir. Nüfus daha da artacak, işsizlik daha da yükselecektir.
1970 yılında düzenlenecek Dünya Kupası’na Orta Amerika’dan katılacak takımları belirleyecek olan eleme maçları oynanmaktadır. Ve korkulan olur. Elemeler de alınan sonuçlar sonunda iki ülke son kontenjan için play-off maçı oynayacaktır. Bu ülkeler Honduras ve El Salvador’dur.
İlk maç Honduras’ın başkenti Tegucigapla’da oynanır ve Honduras kazanır. Bu maçta çok tatsız olaylar yaşanır ancak daha kötüsü de olacaktır. El Salvador’daki maçta olaylar çığırından çıkar. El Salvador’un kazandığı maçta Honduras bayrakları yakılır, milli marş seremonisi esnasında çok tatsız olaylar yaşanır; maçı izlemeye gelen yüzlerce Honduras taraftarı yaralanır. Honduras basını da zaten gergin olan ortamı, maç günü El Salvadorluların yüzlerce Honduraslıyı öldürdüğü, tecavüz vakalarının yaşandığı, arabaların yakıldığı gibi yalan ve abartı haberler yayınlayarak daha da gerer. Kışkırtmalar üzerine Honduraslılar kendi ülkelerindeki Salvadorlulara saldırırlar. Yüzlerce Salvadorlu maçtan sonraki bir hafta içinde öldürülür.
Meksika’da taraflar 3. maçta bir kere daha karşılaşır ve Salvador Honduras’ı yenerek kupaya katılma hakkı kazanır.
Honduras’ta yenilginin öfkesi sokaklara taşar ve hayal kırıklığı içindeki halk hıncını bir kez daha Salvadorlulardan alma yoluna gider.
Futbol maçıyla birlikte iyice gerilen ortam bir türlü yatışmaz. Ve El Salvador uçakları Honduras’ı bombalar. Savaş sadece dört gün sürer ancak iki ülkenin barış anlaşması imzalaması tam on iki sene alır.
Savaşta 2 bin kişi ölür. 100 bin kişi mecburi olarak göç eder.
İki ülke 22 sene boyunca Orta Amerika Ortak Pazarı’ndan dışlanır.
...Ve bu savaşın hâlâ bir galibi de yoktur...

Ne Aramıştınız

''Hayata dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.''
Albert Camus.

Popüler Yazılar

Zİyaretçİler

Futbol Blog. Blogger tarafından desteklenmektedir.