Futbol ; Faİr Play, Cesaret, Mücadele ve Zafer...

31 Ekim 2010 Pazar

İstanbul Futbolunun Çöküşü


Son dönemdeki görüntülere bakılacak olursa İstanbul futbolu çöküyor, Anadolu futbolu yükseliyor. İstanbul derken aslında üç büyük İstanbul takımını kastediyorum. Öteki İstanbul takımlarının durumu üç büyüklere de Anadolu takımlarına da benzemiyor. Geçmişte de böyle bir gelişme yaşanmış ve İstanbul futboluna karşı bir dönem Eskişehirspor, bir dönem de Trabzonspor çıkış yakalamıştı. O zaman da bunun Anadolu futbolunun çıkışı olduğu vurgulanmıştı. Ne var ki bu çıkışlar öteki illere yaygın bir durum almamış, o kentlere özgü olarak kalmıştı. Bu kez Anadolu’nun hemen her tarafına yayılan bir çıkış söz konusu.

Değişimin 4 nedeni

1- Televizyon yayın gelirlerinin artması bütün futbol kulüplerinin gelirlerini yükseltti. Miktar olarak İstanbul’un üç büyük kulübünün gelirleri daha fazla artmış olsa da düşük bütçeli Anadolu kulüpleri için bu artış çok daha fazla itici etki yarattı.

2- İstanbul’un üç büyük kulübü eline geçen maddi imkânları iyi kullanamadı. Hesapsız ve yanlış transferler hem başarısızlığa hem de maddi kayıplara yol açtı. İstanbul’un üç büyükleri Avrupa liglerinde başarısızlık yaşayınca oradan gelecek gelirden de mahrum kaldılar. Anadolu takımları ellerine geçen maddi imkânları genç ve yetenek vaat eden oyuncuları almakta kullandılar. Bu oyuncular kendilerini kanıtlamak için özveriyle oynadılar.

3- İstanbul’un üç büyük kulübü ellerine geçen büyük maddi imkânları futbol dışındaki alanlara da yaydılar. Basketbol, voleybol, yüzme, atletizm, boks, hentbol, masatenisi gibi dallara da yatırım yaparak kaynakları böldüler.

4- Anadolu takımları ellerine geçen kaynakların çok büyük bölümünü yalnızca futbol için kullandılar.
Anadolu takımları yerli teknik direktörlere ağırlık verdiler. Bu teknik direktörler ligi ve takımları çok daha iyi bildiği ve oyuncularını ‘Anadolu usulü’ oynattıkları için avantaj sağladılar. İstanbul takımları yabancı teknik direktörleri tercih ettiler. Yabancılar takımlarını ‘Avrupa usulü’ oynattılar ve Anadolu usulü futbolu küçümsediler. Sonuçta Avrupa’da zirvede olan Aragones, Del Bosque, Riijkard gibi ünlü teknik adamlar üç büyük İstanbul kulübünde başarısız oldular.

Kart gösterilmiyor

Türk hakemleri maçların ilk yarısında faullere sarı kart göstermekten kaçınıyor. Bu durumu fark etmiş olan yerli teknik direktörler üç büyüklere karşı ilk yarıda takımlarına faullü futbol oynatıyorlar. Anadolu takımlarının İstanbul’un üç büyükleriyle oynadıkları maçlara dikkat edin. İlk yarıda Anadolu takımlarının oyuncuları ne kadar faul yaparsa yapsın hakemlerin sarı kart göstermediğini göreceksiniz. Fenerbahçe’de Alex, Emre, Niang, Galatasaray’da Kewell, Arda, Baroş, Beşiktaş’ta Guti ve Quaresma bu faullerin en belirgin muhatapları konumunda bulunuyor. İki, üç maçta bir sakatlanmalarının asıl nedeni bu. Bu oyunculara, futbolcuyu oyundan düşürecek şekilde, ayak bileği ile diz kapağı arasına tekme atılarak faul yapılıyor. İlk yarıda sarı kart yoksa fauller ikinci yarıda da devam ediyor. Sürekli dayak yiyen oyun kurucular ve golcüler faullerle oyundan düşünce Anadolu takımı puanı kapıyor. Öteki nedenler de önemli kuşkusuz ama hakemler oyunun akışını bozmamak uğruna sarı kart göstermekten kaçındığı, üç büyükler de buna isyan etmediği ya da uyum sağlamadığı sürece İstanbul futbolu çökmeye mahkûmdur.

Mahfi Eğilmez/Radikal

Barcelona 5 - 0 Sevilla



Barcelona'nın neden dünyanın en iyi takımı olduğunu bir kez daha kanıtlayan bir maç oldu. Oyunu bu kadar forse edip istediği şeyleri bu kadar sahaya yansıtabilen, dakikalar ilerledikçe rakibini ezen ve taraftarına bir an olsun "Acaba?" dedirtmeyen kaç tane takım var? Barcelona haricinde yok böyle bir takım. Her ne kadar bir Real Madridsever olsam da, bu Katalunyalılar'ın oynadığı futbola şapka çıkarmaktan başka bir çarem yok...

Noat Samisa'nın geçenlerde bahsettiği gibi Barcelona bir geçiş dönemi yaşıyor. Bunun ne derecede sancılı olacağını tahmin etmek zor ancak bu konuda başarılı olmak ihtimalleri bir hayli fazla. Guardiola, 4-3-3'ü askıya alıp 3-4-3'e geçmeye çalışıyor. Bu taktik, teoride kendinden daha kötü takımlara karşı, özellikle de iç sahada oynanan maçlarda kullanılması daha uygun bir sistem ancak biraz fazla seviye düşük takımlara karşı deplasmanda da uygulanabilir. Barcelona, geçen hafta deplasmanda Zaragoza ve bu hafta kendi sahasında oynadığı Sevilla maçında bu formatla mücadele etti ve bana göre çok da başarılı oldu.

Sevilla maçına da bu şekilde başladılar. Daniel Alves sağ beklikten öne geçmiş, defansta Pique-Puyol-Abidal üçlüsü kalmıştı. Diğer oyuncular olduğu gibi duruyorlardı. Yalnızca Daniel Alves'in yeri değişmişti fakat bununla beraber birçok oyuncunun da sorumluluğu artmıştı. Pique, ayağına hakim olmasından kaynaklanan yeteneği ile sağ stoperlikten sağ beke geçmişti neredeyse. Teoride daha hücumcu ve rakibi daha çok koldan tehdit eden bir diziliş olmasına rağmen Daniel Alves'in sağ kanata adeta gömülmesi, kendini unutturması ve topsuz oyunda vasat, toplu oyunda ise yokları oynaması pratikte Barcelona'ya hiçbir şey kazandırmadı. İlk yarıda Alves'in adını ya bir ya da iki kez duymuşumdur. Aşırı derecede çizgide kaldı ve başka bir seçenekle de uğraşmadı. Çünkü saf bir kanat elemanı Alves. Ortasahaya gelip, içeri girip pas alışverişlerinde bulunmadı, defansif olarak zayıftı ve sağ taraftan hiçbir şekilde tehlike arz etmiyordu. Hatırlanacağı üzere bu yaz döneminde oynanan 2010 Dünya Kupası'nda Brezilya Milli Takımı'nda Elano'nun sakatlanması ile yanılmıyorsam Portekiz ve Hollanda maçlarında sağ-iç bölgesinde oynamış, Elano kadar oyun zekası olmadığı için o bölgede sırıtmıştı, adeta fazla bir sağ bek gibi duruyordu. Bu maçta da ilk yarıda benzer bir görüntü içerisindeydi, ilk yarının açık ara en kötü oyuncusuydu.

Ancak yine de Alves'in futbolu Barcelona'yı etkilemedi ve bildik müthiş oyunlarına devam ettiler. Sevilla, Barcelona'dan fazla çekiniyordu ve hiçbir şekilde risk alıp önde basmadılar. Barcelona'ya karşı toplu halde pres yapmadılar, onları hataya zorlamadılar ve savunmadan top çıkarmalarına izin verdiler. Barcelona'nın 3'lü savunma anlayışlarını agresif bir oyunla bozabilirler, maçı da koparabilirlerdi fakat belli ki Barça'yı iyi etüt etmemişler. Barcelona geriden çok rahat top çıkardı ve zaten nicel olarak üstün olduğu orta sahada hiçbir şekilde tıkanıklık yaşamadı. Çünkü Sevilla orta sahada da iyi organize olamıyordu. Akordlar bozulmuştu. Oynadıkları 4-4-2 çok belirgin bir şekilde ayrılmıştı. Baktığınız zaman hakikaten de üç parça halinde ilk önce 4'lü savunma, önlerinde 4'lü ortasaha ve ileride Luis Fabiano ile Kanoute ikilisini görebiliyordunuz. Fakat Barcelona'nın ortasahasını kademeli olarak değil, çizgi halinde karşıladılar. 4'lü savunmanın önündeki 4'lü ortasaha hattı, ip gibi dizilmişti ve savunma ile ortasaha arasında 5-10 metrelik boşluklar verdiler. Barcelona maçın başından itibaren burdaki boşluğa adamlarını sokarak cezasahası etrafında tehlikeler yarattı. Hücum özürlü Sergio Busquets bile cezasahası çizgisinin önünde takımına faul kazandırdı. Nitekim Barcelona'nın ikinci golü de burda bulduğu boşluktan geldi: Messi 4'lü ortasaha hattının olduğu bölgede topu aldı ve iki kişinin arasına daldı, ikisini de çalımladıktan sonra işi çok kolaydı çünkü önüne çıkan hiçbir engel yoktu. Rakiplerini ekarte ettikten sonra önünde bulduğu 5 metrelik alanda ilerledi ve sol taraftaki David Villa'ya topu gönderdi. David Villa ise son zamanlarda gördüğüm en güzel gollerden birini atarak takımını 2-0 öne geçirdi.

Barcelona topa sahip olma konusunda sıkıntı çekmedi zira hem defanstan top çıkarırken bir presle karşılaşmıyorlar, hem de Sevilla ortasahada onları iyi bir taktik anlayışla karşılayamıyordu. Top alamadılar Barça'nın ayağından. Kaleye gidemediler ve ilk pozisyonlarını 22'de buldular, devre sonuna kadar da başka hiçbir şekilde tehlike yaratamadılar. 45'te Konko'nun gördüğü kırmızı kart da maçın adeta bittiğini işaret ediyordu.

Barcelona'da işler yolunda gitmekle birlikte, Guardiola tek bir değişiklikle çok daha iyi bir takım ortaya çıkarabilirdi. İkinci yarıda ben ya 4'lü savunmaya geçiş yapmasını ya da Daniel Alves'i oyundan almasını bekliyordum. İkisini de yapmadı, aynı diziliş ve aynı oyuncularla devam etti ve haklı olduğunu yalnızca 6 dakika sonra gösterdi. Daniel Alves, ikinci yarıya toparlanmış bir vaziyette girdi ve artık kanatta sıkışmıyordu. İçeri girdi, pas alışverişlerinde bulundu, Messi ile ikiye bir yaptı ve artık en azından varlığını hissettirdi, tehlikeli olmaya başladı. İkinci yarının hemen başındaki bu hızlı oyununun sonucunu almayı da çok geciktirmedi. İkinci defa cezasahasının içine girdi ve Sevilla defansının büyük hatasından yararlanıp golünü attı ve maç pratikte bitti.

3-0'ın ardından çok önemli bir şey olmadı. Sevilla iyice dağıldı, maç antreman maçı havasına büründü. İlgi çekici olan şey ise şuydu: Guardiola skorun gazına gelip Puyol'u oyundan çıkardı, onun yerine Abidal'ı koydu ve Abidal'ın yerine ön tarafa da oyuna yeni giren Adriano geçti. Böylece Barcelona, görmeye pek alışkın olmadığımız 2-5-3 benzeri bir dizilişe geçti.

Ardından Barcelona Messi ile 4., D. Villa ile de 5. golü buldu ve taktiksel anlamda ders olarak gösterilmesi gereken bir 90 dakika oynadı. Gerçekten çok güzel bir maçtı.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Ferguson'un Golcüleri


Sir Alex Ferguson, 7 milyon euro bayıldığı Javier Hernandez'den, nam-ı diğer Chicharito'dan sezon başında beklediği verimi aldı. Bu sezon Manchester United'ın mücadele ettiği dört kulvarda da süre verdi Meksikalı yeteneğe ve yalnızca 4'ünde ilk 11'de forma giydiği toplam 10 maçta 7 gole ulaştı Bezelye. Bu, bu kadar kısa sürede ulaşılması zor bir rakam. Meksika'dan atladığı uçakla indiği İngiltere'de herhangi bir alışkanlık sıkıntısı çekmemesi ilerisi adına önemli bir umut kaynağı. Rooney'nin yokluğunda alternatif üretmekte zorlanan, her ne kadar müthiş bir yeteneğe sahip olsa da istikrarsız Michael Owen'ı kullanamayan ve Berbatov'dan öyle böyle verim almaya çalışan Ferguson, biraz olsun rahatlamış olabilir.

Rooney problemi de çözülmüş görülüyor. Dünya Kupası öncesinde Premier Lig devam ederken geçirdiği sakatlık yüzünden M. United üst üste puanlar kaybetmiş ve şampiyonluk yolunda ciddi yara alıp Chelsea'nin yüzünü güldürmüştü. Rooney öyle bir oyuncu ki, dünya kupası süresince sakatlığı geçmedi ve onunla birlikte İngiltere Milli Takımı da kötü oynadı. Ardından bu sezona da yine bir sakatlıkla girdi, üzerine eşini aldattığı haberleri magazin sayfalarını süsledi ve artık Rooney patladı: "Ben artık burada kalmak istemiyorum" diyip çekip gitmek istedi. Bu haber 2-3 gün boyunca spor bültenlerinin manşetlerini süslese de, Kırmızı Şeytanlar adına güzel haber gelmekte çok da gecikmedi: Rooney, Ferguson ile görüştü ve 5 yıllık yeni bir sözleşmeye imza attı. Sakatlığı henüz yine geçmedi ve 3 hafta, hatta Sir'e göre bu süreden de uzun bir müddet sahalardan uzak kalacak.


Böylece genç yetenek Javier Hernandez ve tecrübeli kurt Berbatov, M. United'ın gol silahları olacak. Chicharito, son iki maçta 3 gol attı; Tuncay'ın takımı Stoke City'i deplasmanda 1-2 yenerlerken takımının iki golünü de o attı. Berbatov da sezona kötü girmedi ve oynadığı süre boyunca toplamda 7 gole ulaştı. Rooney'in yokluğunda Sir Alex Ferguson santrfor mevkiinde sıkıntı çekmeyeceğe benziyor.

50


30 Ekim 1960'ta dünyaya gelen bir çocuğun annesi, oğlunun ileride dünya futbol tarihinde bir çağı kapatıp diğer çağı açacağını biliyor muydu acaba?

O çocuğun adı Diego idi ve bugün tam 50 yaşında...

29 Ekim 2010 Cuma

Şota'dan Gider


Ligimize renk getirdi Şota Arveladze. Lig Tv muhabirine de giderin kralını yaptı.

Muhabir: Genellikle ligde bu haftalarda 3 büyükler ilk 3 sırada olurdu...
Şota: Benim zamanımda 4 büyük vardı, ne zaman 3 oldu?

28 Ekim 2010 Perşembe

Beşiktaş'ın Baklavası


Modern futbol sürekli gelişiyor, teknik direktörler her maçta farklı şeyler deneyebiliyorlar. Bu değişiklikleri futbolseverlerin an be an takip edip gözlemleyebilmesi çok zor oluyor zira futbol artık eskisi kadar yavaş oynanan bir oyun değil. Temponun sürekli düşük seviyelerde olduğu, iyi defans yapan takımların her zaman olmasa dahi genelde kazandığı, 10 numaralı futbolcuların takımlarının yarısı olduğu çağlar yavaş yavaş geride kalıyor. Bununla beraber klasik kanat oyuncuları da artık yalnızca açıkta değerlendirilmiyorlar, maç içerisinde çok farklı işlevleri olabiliyor. Hatta ve hatta, bazen takımlar kanatlarda açık oyuncuları dahi kullanmıyorlar ve ortasahada kalabalık olup oyunun merkezini burası kabul ediyorlar.

Bilgisayar oyunlarında sıkça kullandığımız dizilişlerden olan 4-1-2-1-2 dizilişi, artık takımların kullanabileceği ölçüde evrimini tamamlamış bir vaziyette. Artık net olarak bu şekilde sayı ile ayrılabilecek düzeyde olmasa dahi buna yakın dizilişlere rastlayabiliyoruz. Beşiktaş, en yakın örneklerinden biri. Ligimizin en keyif veren futbollarından birini oynayan Siyah-Beyazlılar, zaman zaman bu dizilişi deniyorlar.

Daha sadeleştirirsek ve daha gerçekçi bir şekilde bahsedersek; Beşiktaş'ın bu sezon bazı maçlarda denediği bu sisteme "Baklavalı 4-4-2" (ya da aslında 4-3-1-2 olan ama Beşiktaş'ın oynadığı 4-1-3-2) diyebiliriz. Klasik açık oyuncularının olmadığı, tek önlibero ve 2 kanat oyuncusunun her aldığı topu 10 numaralı futbolcuya aktarmadığı, daha modern ve daha kullanılabilir bir sistem. Beşiktaş, en son Antalyaspor ve Mersin İdmanyurdu maçlarında kullandı bunu.


Resimdeki kadro Beşiktaş'ın Mersin İdmanyurdu maçına başladığı kadro. Net olarak baklava 4-4-2'si diyebilirim. Bunu yalnızca kendi hazırladığım paint grafiklerinde değil de maç içindeki anlardan da gösterebilirim ancak maçın görüntülerini bulmak zor oluyor, eğer bulabilirsem yazıya eklerim.

Bu dizilişin en can alıcı noktası beklerdir. Eğer baklavalı 4-4-2 oynuyorsanız iki bekiniz de mutlaka ama mutlaka hücumcu olmak zorunda. Zira açık oyuncuları olmadığı için kanatların oyuna girişi yalnızca beklerle gerçekleşiyor ve elinizde bir Caner-Hilbert-İsmail Köybaşı-Ergün Teber tarzı bekler yoksa, bu sistemle oynamanız çok zor olur. Misal, Hakan Balta bu işlevi vasat derecede olsa da gerçekleştirebilir ancak var olan fiziki yapısı uzun vadede takıma ayak uyduramayacaktır. Schuster, laf olsun diye böyle bir dizilişe geçmedi. Elindeki kadrodan böyle bir şey çıkarttı ve bana göre ana noktalarda çok da yanlış yapmadı. İki bek, İsmail ve Hilbert, özellikle Hilbert, son derece hücumcu oyuncular.


Bekler oyuna nasıl katılıyor? Baklava 4-4-2'sinde baklavayı oluşturan 4 oyuncudan en az ikisi top kendi takımlarında iken rakip cezasahasına yakın oynuyorlar ve merkeze yığılıyorlar, stoperlerin ekstra işler yapmalarına izin vermiyorlar ve onları sürekli meşgul ediyorlar. Cezasahası içerisine bir tanesi girdiği zaman hareketli olan forvet de sürekli sağa sola deplase oluyor ve kanat bekleri çok fazla açılamıyorlar, onlar da cezasahasına yığılmak zorunda kalıyorlar. Böylece takımın kendi bekinin önü boşalıyor, kendisini rahatsız edecek en az bir oyuncu oyundan düşüyor. Takım ortasahada top çevirdikten sonra beklerin önündeki boşluğa topu gönderiyor ve takım kompakt bir yapıya bürünüyor.


Can alıcı nokta: Beklere yardım eden bir açık oyuncusu olmadığı için zaman zaman sıkıntı çekebiliyor ve yardıma gelen oyuncu da ortasahadan oluyor. Böylece rakibin bir oyuncusu oyundan düşse bile kendi takımınızdan da bir oyuncu kanada yığılıyor, ortasaha zaman zaman boşalabiliyor. Beşiktaş bugün çok net bir şekilde hücumda güçsüz bir takımla oynadığı için bunun sıkıntısını çekmedi ama ileride başına sorun açabilir.


Ancak uzun vadede takıma başarı getirip getirmeyeceği şüpheli olan kısım ise Beşiktaş'ın ortasahası. Bugünkü Fink-Yusuf-Guti-Tabata ortasahasının yaş ortalaması 32. İdeal ortasaha kurgusu ise muhtemelen Aurelio-Ernst-Tabata-Guti olacak. Ancak yaş ortalaması yine 32 çıkıyor. Aurelio'nun yerine Necip'in denendiği takdirde ise yaş ortalaması 28'e düşüyor. Yani Beşiktaş, bu dizilişle oynadığı takdirde ortasahada kim oynarsa oynasın, maçın ilerleyen dakikalarında fiziki tahribat yaşayabilir.


Schuster bir şeyler deniyor. Taktiksel açıdan ligimizde pek görmeye alışık olmadığımız şeyler deniyor. Bu sene kesinlikle takip edilmeye değer bir takım oldu Beşiktaş. Ligin ilerleyen haftalarında Beşiktaş'ı analiz etmeye devam edebiliriz. Kayserispor'un da taktiksel açıdan güzel yönleri var fakat çok fazla takip edemiyorum Şota'nın takımını. Daha net gözlemlendiği takdirde onlar da bu blogda yer alacaktır.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Vaadler

...
Banu yukarıda Mehmet Helvacı’nın tarihi beyanatını aktarmış. Galatasaray yönetiminin ne kadar basiretsiz olduğunu anlatan daha iyi bir paragraf sanırım yazılamazdı. Sağ olsun ikinci başkan malzemeyi ilk ağızdan teslim etmiş. Sn. Helvacı zaten başkan Polat’la birlikte Devlet Malzeme Ofisi gibi! Yönetimin geçmiş performansına bakınca toplantıda alınan kararları kestirmek güç değil. Bana da kulüp binasındaki güvenliğin amcasının kuzeninin yeğeni aktardı (bu tarz moda ya).


* Devre arasında beş transfer yapılacak. İlk hedef yakın zamanda ciddi sakatlık yaşamış oyuncular. Transferde başka kriter sezon sonu sözleşmesi biten oyuncuya yüksek ücret verip bir sonraki sezon tazminatla yollamak olacak. Gelir-gider tablosuna hareket gelir. Hareket iyidir, nerede hareket orada bereket.
* Devletle görüşülüp yeni bir stat yapılması sağlanacak. Oradan gelecek kombine gelirleriyle felekten bir sezon yaşanacak.
* Her yönetici vatandaşlık numarasını bankaların kredi sağlayan sms sistemlerine atacak. Bayram-seyran kredileri takip edilecek.
* Acilen yeni bir sihirbaz bulunacak. David Copperfield çok pahalıysa Sermet Erkin’e teklif götürülecek.
* Adnan Sezgin’in transfer ettiği oyuncular gol atar ya da asist yaparsa genel müdüre ayrıca prim verilecek. Başarılı taç, korner, serbest vuruşlar için de prim sistemi düşünülebilir!
* Resmi siteden yalanlamaları daha da aktif hale getirilecek. Örnek: Dün akşam oynanan Ankaragücü maçının skoru ulusal basınımızda 2-4 olarak gösterilmiştir. Galatasaray bu tip çirkin oyunlarla yıkılmaz. Taraftarımız lütfen bu tip haberlere itibar göstermesin. Aslında maçı 4-2 biz kazandık.
* Üniversiteler önüne bürolar kurulacak. Tabela şöyle olacak: İtinayla tez yazılır!
* Bu aralar Aziz Yıldırım’la aramız iyi. Kadıköy’de makul bir yenilginin yolları aranacak.
* Rijkaard’ın kovulması kamuoyuna şu şekilde aktarılacak: Hepiniz Ferguson modeli istiyorsunuz. Biz buna izin vermeyerek Galatasaray’ı büyük bir mali külfetten kurtardık. Rijkaard yıllık 4 milyon eurodan 30 yıl çalışsa ne eder, 120 milyon euro!

Bu maddelerden birini önümüzdeki günlerde duysanız şaşırır mısınız?

Bener Onar/Radikal

24 Ekim 2010 Pazar

Felix Magath ve Köpeği


Felix Magath ve eşi bu köpekleri seçme konusunda bir hayli uğraşmışlardır sanıyorum, bu ne lan?

23 Ekim 2010 Cumartesi

Iker Casillas


Bizim ülkede 100 maçta forma giyene anında "Efsane" sıfatı yakıştırıyorlar. Efsane olmanın oynadığı maç sayısıyla alakasının olmadığını anlayamayanlar Sabri'yi de yapsınlar bakalım efsane. Carrager 2 ay önce Liverpool'da 500. maçına çıkmıştı. Efsanenin kralı o zaman. Casillas ise bambaşka. Hem Real Madrid'in hem de İspanya Milli Takımı'nın kaptanı. Bundan 8 ay önce Real Madrid ile 500. maçına çıkmıştı müthiş eldiven. Bugünkü Racing Santander maçında ise 527. kez bu formayı giyerek kulüp tarihinin en çok maça çıkan 10. futbolcusu oldu. Önünde aynı sayı ile Roberto Carlos var, onu egale etti. Bir maç daha oynarsa 9. olacak. 8. olması için ise 559 maçta oynayan bir başka Madrid efsanesi Pirri'yi geçmesi gerekiyor. Önünde oynayacağı uzuun yıllar olduğunu düşünürsek, listenin tepesine de çıkar Casillas. Oynadığı maçtan bağımsız olarak; gerçekten de şimdiden efsane olmuş durumda. Gerçek bir kaptan, lider, takımın en önemli isimlerinden... Boşuna Casillas olmuyorsun yani, boşuna kaptan yapmıyorlar seni...

1- Manuel Sanchis (712 maç)
2- Raul (655 maç)
3- Santillana (643 maç)
4- Francisco Gento (605 maç)
5- Fernando Hierro (598 maç)
6- Jose Antonio Camacho (577 maç)
7- Michel (560 maç)
8- Pirri (559 maç)
9- Roberto Carlos (527 Maç)
10- İker Casillas (527 Maç)

22 Ekim 2010 Cuma

Fenerbahçe – Galatasaray Maçları Futbolun Bayramıdır


Türkiye’deki en büyük derbi şüphesiz Fenerbahçe – Galatasaray arasındaki derbidir. Tüm dünyadaki derbilere baktığınızda taraftarlar arasındaki keskin çizgiyi burada görmeniz mümkün değildir ve bu açıdan bakıldığında bizim derbimiz en farklı derbilerden biridir. Fenerbahçe ile Galatasaraylılar arasındaki nefretin şiddetini meydana getiren olaylar yalnızca futbol sınırları içerisindedir. Ne din, mezhep, ırk, siyasi görüş, toplumsal statü gibi ayrılıkları görebilirsiniz; ne de buna benzer kesin çizgilere rastlayabilirsiniz. Fenerbahçeliler ve Galatasaraylılar’ı birbirinden ayıran çizgi, yeşil sahanın üzerinde gördüğümüz futboldan başka, renk aşkından başka bir şey değildir. Herkes, bütün taraftarlar iç içe geçmiştir. Hatta aynı ailede babanın Fenerbahçeli, oğullardan birinin Galatasaraylı, diğerinin de Beşiktaşlı olmasına dahi rastlanabilir. Bizim derbimiz, bizim futbolumuzdaki nefret ögelerinin altında keskin çizgiler yoktur.
Belki derbi maçlarını izlediğimiz zaman alınması gereken zevki alamıyoruz. Çoğu zaman “Bu mu bizim en büyük derbimiz? İtiş kakıştan başka bir şey değil yahu” deniyor ancak bu konuda son derece büyük bir yanılgı var bana göre. Derbiler başkadır arkadaşlar. Derbiler çok başkadır. Bir taraftar derbide takımının oynadığı futbola çok da önem vermez, işin detayına girmez; çoğu zaman sahada ortaya konan futboldan ziyade alınan neticeye bakar. Skor her şeydir. Bir taraftar Eskişehirspor ile oynanan maçta skordan ziyade oynanan futbola bakabilir ancak kimse derbide takımından güzel futbol beklemez. Bekleyenler de futbolun duygusallığını anlayamamış, yalnızca gole tapan kesimdir.
Bunu algılayamıyoruz. Derbinin şiddetini takımların ne kadar güzel oynadıkları belirlemez ki. Taraftarın hissettiği duygular, çıkan olaylar, golden sonra futbolcuların sevinç gösterileri, maçın daha başlamadan 3 hafta önceden konuşulmaya başlaması gibi etkenler belirler.
Ben de bir Fenerbahçe taraftarı olarak derbilerde skora bakarım arkadaş. Hiçbir Galatasaray taraftarı mağlubiyetten sonra “Zaten kötü oynadınız, skorun önemi yok” diyemez ki. Neticeye bakılır.
Maçı çok fazla değerlendirmek istemiyorum ancak birkaç kelam edelim. Aykut Kocaman ile girilen yeni dönemde taraftarın çok büyük beklentileri yoktu. Yalnızca Aykut Kocaman’ın vaad ettiği şeyler ve yapılan transferler sebebiyle ufak bir heyecan oluşmuştu, kimse ne olup bittiğinin farkında değildi. Kaçan şampiyonluğun psikolojik etkileri çabuk atlatılamadı. Fenerbahçe sezona çok kötü başladı. Avrupa’da kendisinden 3-4 gömlek alttaki takımlara elendi, ligde istikrarsız gitti. İleriye dönük pek bir umut ışığı yoktu. Oynanan futboldan kimse tatmin değildi. Ardından bir çıkış dönemi yaşandı. Son 3 maçta 9 puan alındı ve bol gol atıldı. Ancak ben kişisel görüşümü söylüyorum; Fenerbahçe hala kötü oynuyor ve sorunların çok büyük bir kısmı devam ediyor. Galibiyetlerin gelmesinin tek nedeni, takımdaki özgüven eksikliğinin yavaş yavaş giderilmesi; daha istekli, arzulu oynanması. Ancak taktiksel yanlışlar hala devam ediyor ve Galatasaray maçını değerlendirirken işin bu boyutuna çok da fazla girmemek gerekiyor.
Ben yaklaşık 3 ay önce bu blogda "Biraz Nefes" başlıklı yazıda Fenerbahçe'de bir umut ışığı görene kadar yazmayacağımı söylemiştim. Hala değişen bir şey yok ve Fenerbahçe hala kötü. Son günlerdeki derbi ile ilgili yazılar da derbinin heyecanına bağlanabilir. Zaten farkettiyseniz yalnızca Fenerbahçe'yi değerlendirdiğim bir yazı yok. Kendi içimdeki protestom devam ediyor.
Neyse...
Galatasaray’da herkesin malumu üzere kötü gidiş devam etti. Geçen sezonu kötü bitiren Galatasaray bu sezona da kötü girdi ve Avrupa’da elenebilinecek en güçsüz takımlardan birine elendi. Ligde oynadığı 8 maçın yarısında yenildi ve hiçbir maçta taraftarının yüreğine su serpmedi. Frank Rijkaard’a verilen uzun vadeli şans çöpe atıldı, verilen sözler yerine getirilmedi ve yollar ayrıldı.
Yerine de kulübün efsanesi, taraftarın sevgilisi Hagi getirildi. “Ne zaman bana ihtiyaç duyulursa o zaman gelirim” demesi dahi birçok şeyi ifade ediyor bence. Bunun derbiye nasıl yansıyacağını hep beraber göreceğiz. Ama 2 günde neler değişebilir en fazla? Milan Baros, Arda, Kewell yok. Takım büyük bir moral bozukluğu içerisinde. Hagi’nin varlığı her şeyi tümden değiştirebilir mi? Zor görünüyor ve hele de maçın Kadıköy’de oynanacak olması kafalarda soru işareti barındırıyor.
Maç herkes tarafından büyük bir merakla bekleniyor ve inanın bana, bir tahmin yapmak çok ama çok zor. Yalnızca “Güzel” değil, aynı zamanda taraftarlık duygularımızı okşayan nitelikte bir maç olur umarım.

Fenerbahçe İle Galatasaray Beraber Büyüdüler

İkisi de 100 yaşını devirdiler, sürekli birbirini yenmeye çalıştılar. Biri önce geçince diğeri onu yakaladı, rekabet onları büyüttü. Galatasaray ve Fenerbahçe, futbolumuzun da tarihini yazdı.

Ali Sami Yen

Mekteb-i Sultani'de edebiyat öğretmeni ders anlatırken birkaç arkadaş kafa kafaya vermişti; haylazlık peşindeydiler ve bir futbol takımı kurmaya kara vermişlerdi! Reisleri Ali Sami Yen rotalarını şu sözlerle açıklamıştı: "Maksadımız, İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme malik olmak, Türk olmayan takımları yenmektir." O gün aylardan ekim, yıllardan 1905'ti. O sınıfta Galatasaray kurulmuştu.

Ziya Songülen

İstanbul'da İngilizler, Rumlar ve Fransızlar futbol oynarken Anadolu yakasındaki başka gençler de meşin yuvarlağın peşinde koşmak istiyorlardı. Önce 1899'da, sonra da 1902'de kulüp kurmaya çalışmışlar, hükümet tarafından engellenmişlerdi; 1907 ilkbaharında kimse karşılarında duramayacaktı. Ziya Songülen, Ayetullah Bey ve Necip Okaner'in önderliğinde, Kadıköy ilk Türk takımına; Fenerbahçe Futbol Takımı'na kavuşmuştu.

Bugün arkalarında yüzlerce maç bırakan Fenerbahçe ve Galatasaray böyle kurulmuşlar, uzun bir süre İstanbul Ligi'ni domine eden yabancı ve azınlık takımlarına karşı ortak hareket etmişlerdi. Hatta 1911-1912 sezonu öncesinde iki takımın birleşmesi bile gündeme gelmişti. Bazı Avrupa takımlarına karşı ortası sarı, bir tarafı lacivert, diğer tarafı kırmızı forma giymiş karmalar da oluşturmuşlardı. Galatasaray Avrupa turnesine çıktığında Fenerbahçe'den Zeki Rıza Sporel, Nedim Kaleci, Cafer Çağatay, Galip Kulaksızoğlu ve Bekir Refet'i kadrosuna eklemişti. Bu arada kendi aralarında da 1914'e kadar yedi maç yapmışlar ve Galatasaray bunları gol yemeden kazanmıştı. 4 Nisan 1914'te tarih değişti ve Fenerbahçe, İstanbul Ligi'ni sürekli kazanan Galatasaray'ı yenmeye başladı. Bu en büyük derbimizin doğuşu oldu.

İki takım Türkiye 1. Profesyonel Futbol Ligi kurulana kadar 160 kez karşılaştılar. Bu dönemde iki kulüp de kendi efsanelerini yarattı. Eski başbakanlardan Şükrü Saracoğlu 16 Mart 1934 ile 15 Ekim 1950 tarihleri arasında Fenerbahçe'ye en uzun süre başkanlık yapan isim oldu. Bugünkü stadın onun ismini taşıması tesadüf değil; o stadı Fenerbahçe'ye o kazandırdı.

Kadıköy'de yeşil sahalarda da bir efsane vardı; Zeki Rıza Sporel 19 yıl sarı lacivertli formayı giydi. 332 maçta 470 gol attı. "Üstat", Beşiktaş'a, Galatasaray'a ve Finlandiya Milli Takımı'na bir maçta dörder gol atmayı başardı. Aynı dönemde Cihat Arman, Fikret Arıcan, Şükrü Ersoy, Halit Deringör, Basri Dirimlili, Mehmet Ali Has, Galip Kulaksızoğlu diğer Fenerbahçe yıldızlarıydı.

Fenerbahçeliler kendi efsanelerini yaratıp tarihlerini yazarken Galatasaraylılar da boş durmuyorlardı. Kulübün 1 numaralı kurucu üyesi ve başkanı Ali Sami Yen, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanlığı yapacak kadar spor aşığı bir insandı ve Türkiye Milli Futbol Takımı'nın da ilk çalıştırıcısıydı. Onun da ismi Mecidiyeköy'de yaşıyor. O dönemin birçok Galatasaray efsanesi arasında Baba Gündüz Kılıç'ın yeri ayrıdır; Beşiktaş'a 20, Fenerbahçe'ye 9 gol attı. 30 Haziran 1940'ta Beşiktaş'ın Baba Hakkı'sının da oynadığı maçta üçü ayakla, ikisi kafayla olmak üzere beş gol atarak tarihe geçti.

Türkiye 1. Profesyonel Ligi kurulunca bu iki dev kapışmak için bambaşka bir arena bulmuş oldu. İlk üç şampiyonluğun ikisini Fenerbahçe, birini Beşiktaş aldıktan sonra Galatasaray fırtınası esmeye başladı. Gündüz Kılıç idaresindeki Cim Bom, 1961-1962 ve 1962-1963 sezonlarını birinci bitirmeyi başardı. İkinci şampiyonluklarını kazanırken uzun yıllar kırılamayacak, kırılması da bir başka Galatasaraylı futbolcuya nasip olacak bir rekora imza atan bir oyuncuları vardı; Metin Oktay 22 maçta 38 gol atarak 1960'lı yılların en büyük Galatasaraylı futbolcusu olmuştu.

Metin Oktay'ın ağları delen golü

"Naci'yi geçtikten sonra çok dar açıdan kaleye vurmak zorundaydım. Başımı kaldırım, bütün kuvvetimle vurdum. Özcan köşeyi kapamıştı, ama top Fenerbahçe kalesine girdi. Golden sonra arkadaşlarımın kucağındaydım. Topun ağları deldiğini sonradan öğrendim." diye anlatmıştı Metin Oktay efsanevi golünü. Taçsız Kral altı kez gol kralı olmayı başardı: 15 sene oynadığı Galatasaray'a 217 gol armağan etti; bunlardan 18 tanesini sarı lacivertliler kabullenmek zorunda kaldı!


Ordinaryüs Lefter Küçükandonyadis

Lig Fenerbahçe için çok güzel başlamıştı. İlk ve üçüncü şampiyonluğu aldılar, Galatasaray'ın dublesi sırasında solunlandılar, iki kez arka arkaya birincilik tatılar ve 1967-1968 sezonunu şampiyon tamamladılar. Profesyonel ligin ilk altı sezonunda forma giyen Lefter Küçükandonyadis beş sezonda takımının en golcü ismiydi. Onu bir başka efsane Can Bartu anlatıyor: "Tek başına bir takımdı. O iyi oynadığı zaman hiçbir rakip onu durduramazdı. Topu istediği yere atardı. Frikikleri, penaltıları önlenemezdi. Rakiple dalga geçerdi." Ordinaryüs, 16 yılda 615 kez giydiği Fenerbahçe formasıyla 423 resmi gol attı. Sar kırmızı ağların tozunu 18 kez aldı. Milli takımda 50 maç oynayan ilk futbolcu oldu.

Lefter ve Can saha içinde Fenerbahçe rüzgarı estirdikten sonra kulübü efsane bir başkan devraldı. Faruk Ilgaz 20 Mart 1966-24 Şubat 1974 yılları arasında hem tesis hem sportif açıdan Fenerbahçe'ye çok şey bıraktı. Onun zamanında sarı-lacivertliler beş kupalı 1967-1968 sezonunu yaşadılar, Avrupa Devi Manchester City'i elediler, iki kez şampiyon oldular. Ilgaz'ın teknik direktörlük görevini verdiği Ignac Molnar, kulüpte üçüncü kez görev almış ve beş kupayı 1967-1968 sezonunda kazanmıştı. Molnar Fenerbahçe tarihinin en çok kupa kazanan teknik adamıdır: Yedisi resmi olmak üzere toplam 14 kupa!

1970'ler bir üçlemeyle, Türkiye Ligi'nin ilk üst üste şampiyonluk kazanma başarısıyla açıldı. İngiliz teknik direktör Brian Brich'ün 4-3-3 oynattığı Galatasaray 1970-1971, 1971-1972 ve 1972-1973 sezonlarını şampiyon tamamladı. Kalede Yasin, forvette Özdenak kardeşler takımı sırtlamışlar, yanlarına da "Çizgi" Metin Kurt, Tuncay Temeller, Mehmet Ooğuz, Bülent Ünder gibi isimleri alıp zaferlere koşmuşlardı ama 70'lerin ikinci yarısı oldukça kurak geçecekti. O günlerde kulübün başında Selahattin Beyazıt vardı. 18 ocak 1969'da göreve gelmiş, dört kez kongre kazanarak tarihe geçmişti. Beyazıt üç lig şampiyonluğunu kazanmakla yetinmedi, Galatasaray'ın geleceği kabul edilen Riva arazisini de kulüp malvarlığına eklemeyi başardı. Faruk Ilgaz takımın başına Valdir Pereira Didi'yi getirerek sarı-kırmızıları durdurmayı başardı. Pele ile birlikte Dünya Kupası kazanan, futbolu 1967'de bırakan Didi'nin 1972 Haziran'ında Türkiye'ye gelmesi büyük ilgi uyandırdı. Dahası; Fenerbahçe'nin genlerine Brezilya aşısı onunla yapılmış oldu. Takım yepyeni bir yıldıza kavuşmuş oldu: Cemil Turan.

Fenerbahçe, Lefter ve Can'dan sonra forvette sıkıntı yaşamadı. Karşıyaka'dan alınan Ogün Altıparmak dört şampiyonlukta takımın golcüsü olmayı başarmıştı. 1970-1971 sezonunda gol krallığını kazanan yıldız oyuncu, yerini Cemil Turan'a devretti. Dört sezon takımın en golcüsü olan Cemil'in Fenerbahçe'ye gelişi de başlı başına bir derbi golüydü! İstanbulspor Aralık 1972'de O'nu Galatasaray'a satmaya kalmışmış, ama o günlerde 25 yaşında olan Cemil, "Fenerbahçe'den başka bir takımda oynamam." diyerek kendini sarı lacivertlilere transfer etmişti. Daha ilk Galatasaray derbisinde gol atmayı başardı, üç kez gol kralı oldu, Galatasaray ağlarını toplam 14 kez sarstı. 1970'lerin Fenerbahçe'sinde Ziya Şengül, Osman Arpacıoğlu, Ercan Aktuna, Ilie Datcu, Cem Pamiroğlu, Raşit Çetiner, Engin Verel gibi isimler vardı.

Alpaslan Eratlı şampiyonluk kupasını kaldırırken...

Bir önceki yıl Galatasaray şampiyonluk orucuna girerken Trabzonspor ligi domine etmişti. Çalkantılı günler geçiren Fenerbahçe, 12 Nisan 1981'deki kongesinde yepyeni bir başkan buldu: Ali Şen. Efsane başkan yeni sezonda takımın başına Branko Stankoviç'i getirdi ve takım beş kupayı birden müzesine götürdü. Stankoviç'in, golcüsünü ileride tek başına bırakarak maç kazandıran sistemi 1980'lerin başına iki büyük futbolcu yarattı. Fenerbahçe formasıyla 134 gol atan Selçuk Yula iki kez de gol krallığını kazandı. Takım kaptanı Alpaslan Eratlı'ysa liberoda tarih yazmıştı. Beş kupa kazanılan sezonun sonunda Stankoviç futbolu bırakma kararı alan Alpaslan için Ali Şen'e şöyle dert yanmıştı: "Takımımın iki beyni var. Biri Osman, diğeri Alpaslan. Osman Trabzon'a gidiyor, ne olur söyleyin, Alpaslan bir yıl daha oynasın." Ancak Alpaslan Eratlı zirvede bırakmayı tercih edecekti.

Sarı kanaryalar coşkulu bir başka sozon için 1988-1989'u bekleyecekti. Başkan Tahsin Kaya, teknik direktör Todor Veselinoviç'ti. Hala kırılamayan 103 gollük rekorla şampiyon oldular. Yıldızlarsa saymakla bitmeyecek gibiydi. Toni Schumacher, Rıdvan Dilmen, Aykut Kocaman, Hakan Tecimer, Turan Sofuoğu, Hasan Vezir, Müjdat Yetkiner ve Nezihi Tosuncuk takımı uçuracak ve unutulmaz 4-3'lük Galatasaray zaferini taraftarına yaşatacaktı. Aykut o sezon Galatasaray'a gol atmaya başlamıştı; toplamda 13'ü bulacaktı.

Galatasaray ise beklemedeydi. Son şampiyonluk 1973'te yaşanmış, ardından kuraklık başlamıştı. Fatih Terim gibi bir kaptan hiç şampiyonluk görmeden Galatasaray'da 11 yıl futbol oynamıştı! Makus talihi değiştirmek başkan Ali Tanrıyar'a kısmet oldu. Almanya Milil Takımı'nın ünlü teknik direktörü Jupp Derwall takımın başına getirildi, kendisine sabredildi ve özlenen gün 7 Haziran 1987'de geldi. Bu bir sonuç değil, başlangıçtı. Derwall tohumları atmış, geleceğin Galatasaray'ı kurulmuştu. Bir sonraki sezon Derwall'in yardımcısı Mustafa Denizli başa geçecek, önce şampiyonluk, sonra da Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı final görecekti. O unutulmaz Neuchatel Xamax ve Monaco maçları da Denizli idaresinde kazanılacaktı.

Tanju Çolak

O günlerde Cüneyt'ten Erhan'a, Prekazi'den Uğur'a Galatasaray birçok yıldızı barındırıyordu ama bir tanesi oldukça farklıydı. Tanju Çolak 1987-1988 sezonunda 38 maçta 39 gol atarak Metin Oktay'ın bir sezonda en çok gol atma rekorunu kırdı. Üstüne Avrupa Gol Kralı oldu ve France Football dergisinin Altın Ayakkabı ödülünü kazandı. Tanju Fenerbahçe kalesini de 14 kez ziyaret etti.

Galatasaray'ın bu başarılarını ya da Fenerbahçe'nin 103 gol atan futbolunu 1990'lara taşıyacağı düşünülüyordu ancak araya Gordon Milne'in Beşiktaş'ı girdi. Üç sezonun ardından sarı kırmızılılar yeni bir Alman çıkartması yaptılar. Karl Heinz Feldkamp, yanına Falco Götz ve Reinhard Stumpf'u alarak takımın başına geçmişti. Kurduğu Alman sistemi iki yıl üst üste şampiyonluk kupasını Galatasaray'a getirdi ama "Altın Çağ"a imzayı atan isim Fatih Terim oldu. Terim'le Galatasaray 90'ların ikinci yarısında dört yıl üstüste şampiyon olarak rekor kırarken, UEFA Kupası'nı da müzesine götürüyordu. Bülent Korkmaz tüm başarılarda yer alırken yanında Hakan, Hagi, Popescu, Taffarel, Ilie, Okan, Suat, Emre, Ümit, Hasan gibi isimler vardı.

Aynı dönemse Fenerbahçe için kâbustan beterdi; sarı lacivertliler 1990'lı yıllarda sadece bir şampiyonluk görmüşlerdi. Ali Şen kötü gidişi durdurmak için gelmiş ve 80'lerdeki gibi hareket ederek takımı hemen şampiyon yapacak bir teknik direktörle anlaşmıştı. Brezilya'yı 24 yıl sonra ve Pele'siz Dünya Şampiyonu yapan Carlos Alberto Parreira, Uche-Högh'le savunmayı, Oğuz-Kemalettin'le orta sahayı, Boliç-Atkinson'la forveti kaplamış ve şampiyonluğu yakalamıştı. Boliç, Galatasaray derbilerinde 10 gol atmayı başardı.

Belki şampiyonluk olarak kısır bir dönemdi 1990'lar ama Fenerbahçe'ye bambaşka bir şans getirmişti. 15 Şubat 1998'de Aziz Yıldırım bir oy farkla başkanlığı kazandı ve sonrası 2000'lerde çorap söküğü gibi geldi. Başarısız geçen üç sezon sonra Yıldırım tartışılan bir kararla adı Galatasaray'la özdeşleşmiş Mustafa Denizli'yi takımın başına getirdi. O yıl Kennet Anderson, Rapaiç, Revivo, Yusuf, Rüştü, Abdullah gibi isimlerle gelen şampiyonluktan sonra Yıldırım hızla yoluna devam edecekti. Fenerbahçe'yi şampiyon yapan ilk Türk teknik direktör olan Mustafa Denizli ise yarım sezon sonra gözden düşecekti.

Alex de Souza

Yıldırım, Fenerbahçe Stadı'nın her şeyini değiştirdi, 55 bin kişilik Şükrü Saracoğlu Stadı doğdu. Başkan, ekonomik olarak çok güçlü bir Fenerbahçe yaratırken dört şampiyonluk kazandı. 2000'lere damga vuran Christop Daum'un Fenerbahçe'sinde başroller Pierre van Hooijdonk, Alex de Souza, Aurelio, Deivid, Semih ve Tuncay'ındı. Daum sonrası bir başka Brezilya efsanesi Zico da Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final görerek kulüp tarihine geçiyordu.

Hakan Şükür

Galatasaray'sa 1980'lerde yakaladığı, 1990'larda zirveye çıkarttığı istikrarı bir kenara bırakmıştı. Fatih Terim sonrası takımın başına Mircea Lucescu gelmiş,Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final ve bir şampiyonluk görmesine rağmen takımdan gönderilmişti. Eric Gerets'le gelen mucizevi şampiyonluğu iki yıl sonra bu kez teknik direktörsüz kazanılan bir başka şampiyonluk izlemişti. Hakan Şükür Türkiye'ye dönüp, Metin Oktay'ın ligde attığı 217 gollük rekorunu kırmış, Ümit Karan, Jardel, Mondragon, Emre Aşık, Ergün, Ayhan ve Arda Turan takımın 2000'lerdeki yüzü olmuştu.

Biri bir lisenin arka sıralarında, diğeri bir semtin arka sokaklarında kuruldu. El ele verdiler, büyüdüler, önce dost, sonra rakip oldular. Şampiyonluklar, yıldız futbolcular, tribünler, kupalar için kapıştılar; gün geldi taraftarlar onlar için kavga etti. Biri büyüdükçe diğeri ona yetişmek için çalıştı ve daha da büyüdü. Arkalarında dört yüze yakın derbi bıraktılar ve biliyoruz ki bu sayı binleri bulacak. Dostlukları da rekabetleri de hiç bitmeyecek.

Kavgasız gürültüsüz, dertsiz tasasız, kartsız, küfürsüz ve seyrine doyum olmayan akıcılıkta bir derbi olması dileğiyle...

4-4-2

21 Ekim 2010 Perşembe

Fenerbahçe ve Galatasaray Arasındaki En Unutulmaz 25 Maç



Arkalarında bıraktıkları 100'ü aşkın profesyonel lig derbisi bulunuyor. Belki hepsi kendi çapında unutulmaz ama 25 tanesi var ki akıllardan hiç çıkmıyor. Her biri bir efsane, her biri olay, her biri tam anlamıyla Fenerbahçe - Galatasaray...

25
Fenerbahçe 3 - Galatasaray 1
22 Ekim 1995



Daha dördüncü dakika dolmadan Boliç'in pasını alan "İngiliz tayı" Atkinson skoru değiştirmişti bile. Bu gol bir hat-trickin de başlangıcıydı aynı zamanda. Siyahi İngiliz, bunun karşılında başkan Ali Şen'in oğlu Adnan'ın Mercedes 600 Coupe'sinin anahtarlarını aldı. Not: Bu maçta asılan bir pankartla "Torinolu Şaban" efsanesi doğdu.

24
Galatasaray 1 - Fenerbahçe 0
28 Aralık 1980



Galatasaray, Fenerbahçe'yi son kez beş yıl önce yenmişti. Artık kazanmalıydılar. Tek golün atıldığı, direklerin dövüldüğü maçta hakem Güngör Tuncer ise adeta sahada yoktu. Karşılaşmada sayısız kavga çıktı. Öyle ki Fatih Terim, İsa ile kavgasını ayırmaya çalışan sivil polisi bile yumrukladı da Beşiktaş karakolunu ziyaret etmeden evine dönemedi!

23
Fenerbahçe 1 - Galatasaray 0
26 Aralık 1982



Bu maç atılan golüyle değil de verilmeyen penaltısıyla hatırlanır. Selçuk'un golüyle önde olan Fenerbahçe'ydi.. Ceza sahasında Hosiç'in, Onur tarafından yere düşürülmesine herkes "penaltı" demişti. Hakem Cumhur Demir hariç! Maç bitti, hakeme koşuşturanlar, öfkelenenler oldu. Akıllardaysa Raşit'in, Bülent'in, kaptan Fatih'in, en çok da iki Yugoslav Hosiç ve Seydiç'in üzüntü ve sinirden katıla katıla ağlamaları kaldı.

22
Fenerbahçe 1 - Galatasaray 4

11 Nisan 1993



Gütschow'ün golüyle yedinci dakikada öne geçmiş Galatasaray'ın 43'te Mert'in atılmasıyla ikinci devre çökeceği düşünülmüştü. Öyle olmadı! Tugay ve Hakan Şükür, Kadıköy'de sahneye çıktılar, farkı getirdiler. Sonuç, sinirli Fenerbahçeliler'in Dereağzı Tesisleri'ni basıp önüne gelen sarı-lacivertli futbolcuyu tartaklaması oldu.

21
Fenerbahçe 0 - Galatasaray 0
22 Mayıs 1963

"Dün Dolmabahçe Stadı'nı dolduran 41 bin 801 seyircinin pek çoğu tam kadrolu Fenerbahçe'nin sekiz eksikli Galatasaray'ı kolay, hatta farklı yeneceğini tahmin etmişti." diye yazıyordu Rıdvan Yelekçi maçtan sonra. Öyle olmadı. Sar-kırmızı gurur, kazandırsa şampiyonluk turu atacak rakibine gol fırsatı vermedi. Lefter, Ogün, Şenol, Birol ve diğerleri Galatasaray savunması arasında kayboldu, rakiplerine duydukları saygı ile sahadan ayrıldılar.

20
Fenerbahçe 1 - Galatasaray 2 21 Eylül 1986
"Hakemin verdiği pasla gol atmak racona sığar mı?"

Derbiyi derbi yapan Galatasaray'ın 1-0 geriden gelip maçı alıp götürmesi değil, yediği goldü. Pesiç'in 18. dakikada kornerden gönderdiği topun auta çıkacakken hakem Aytaç Köseoğlu'na çarpması ve Şenol tarafından ağlara gönderilmesi maçı olay hale getirdi. Bereket; sarı kırmızılılar maçı çevirdi de olay çıkmadı. O gün kabak Ankara'da Beşiktaş'ın başına patlamış, Ankaragücü, hakem Ahmet Akçay'ın basenlerinden çıkardığı golle gülmüştü.

19
Galatasaray 2 - Fenerbahçe 1 - 1 Aralık 1990
Fenerbahçe 2 - Galatasaray 0 5 Ekim 1991



Başka bir futbolcu yoktur ki arka arkaya iki sezonda iki ayrı maçta iki derbide ikişer gol atmaya başarsın... İşte o futbolcu Tanju Çolak! Önce sarı kırmızılı formayla 67 dakika 10 kişi oynayan takımına maçı kazandırdı; ardından rakibe transfer oldu, daha ilk resmi derbisinde galibiyeti bu sefer yeni takımına armağan etti. Tanju Çolak böylece, Türk futbol tarihinin en önemli derbi golcüsü olarak adını yazdırdı.

18
Fenerbahçe 2 Galatasaray 1

29 Şubat 2004




Garip bir sezondu, en başta Fenerbahçe'nin fazla bir iddiası bile yoktu. Ta ki eşiktaş, Samsunspor maçında beş kırmızı kartla sarsılıp, irtifa kaybetme başlayana kadar... Pierre van Hooijdonk'un sürüklediği sarı lacivertliler zirvedeki bu düşüşü iyi değerlendirdiler ve ezeli rakipleri Galatasaray'ı yenerek liderliğe ulaştılar. O gün golleri atan Nobre ve Mehmet Yozgatlı, şampiyonluk yarışındaki en güzel 100 metreyi koştuklarını biliyorlardı.

17
Galatasaray 2 - Fenerbahçe 2

21 Eylül 2003




İki kez öne geçti Fenerbahçe, iki kez bir dakika sonra rakibini yakaladı Galatasaray. İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı'ndaki maçta Türk futbol tarihinin rekor miktardaki 70 bin 125 seyircisi dört kafa golü seyrederken, hakem Muhittin Boşat'ın karşılıklı iki penaltıyı es geçmesini ıslıkladı. Fenerbahçe'nin gollerini Kemal ve Van Hooijdonk atarken, aynı onura Arif Erdem ve Hakan Şükür'ün ensesi ulaştı!

16
Fenerbahçe 4 - Galatasaray 0
22 Nisan 2006


"4 tane attınız, yeter!"

Maç bittiğinde Fenerbahçeliler dahil kimse bu işin bu kadar kolay çözüleceğini düşünmüyordu. Kadıköy'e üç puan avantajı ile gelen Galatasaray yedi yıllık geleneği bozmamış, Fenerbahçe'ye kalesinde gördüğü dört gol, direklerinde patlayan üç şutla mağlup olmuştu. Buna rağmen o gün üzüntüden ağlayan Galatasaraylılar, üç hafta sonra Denizli'den gelen haberle Ali Sami Yen Stadı'nda sevinç gözyaşları dökeceklerdi.

15
Fenerbahçe 5 - Galatasaray 2

22 Nisan 1992



Derbiden geriye özellikle dört isim kaldı. Fenerbahçe'nin gollerini üçe iki bölüşen Tanju ve Aykut, attırdığı goller ve yarattığı penaltıyla Şeytan Rıdvan, sahada rakiplerini ve eski takım arkadaşını kovalayan, yerlere yatıran kaleci Hayrettin. Oysa ikinci devrenin başında skoru üç farktan Erdal'ın çabalarıyla 3-2'ye getiren sarı kırmızılar maça ortak olabileceklerini düşünmüşlerdi. Olmadı, Stumpf ve Kosecki'nin gördüğü iki kırmızı kart ve beş golle evlerine uğurlandılar. Bir de Hayrettin'in kaçan penaltı sonrasında Rıdvan'ın boğazına sarılmasının, Tanju'ya kafakol çekmesinin acısını yanlarında götürmek zorunda kaldılar.

14
Fenerbahçe - Galatasaray 0
4 Mayıs 1980
"Aman maçın golsüz biteceğini çaktırmayın!"

"Rekabetin adı, dostluk oldu" diye başlık atmıştı Hürriyet gazetesi. Maçtan haftalar öncesinde çıkan söylentilere göre şampiyonluk için Trabzonspor'la çekişen Fenerbahçe, küme düşme potasında bulunan Galatasaray'la puanları paylaşacaktı ve öyle oldu. Bunda hakem Cumhur Demir'in sarı lacivertlilerin bariz penaltısını vermemesi kadar, takımların özellikle ilk yarım saatteki rölanti oyunları da mesuldü. Taraftar maçı seyrederken kararını vermiş ve bunu tezahüratlarıyla sahadakilere duyurmuştu. Maçtan önce "Fenerbahçe şike yapmaz, gözyaşına bakmaz." diye bağıranlar, 90 dakika sonunda İnönü Stadı'nı "Trabzon, Trabzon" sesleriyle inletiyordu.

13
Galatasaray 4 - Fenerbahçe 4

5 Haziran 1983



Ali Şen soyunma odasına inmiş, futbolcularına "Başarınız galibiyetten de büyüktür" diyordu. Ali Şen gibi iddialı bir ismin galibiyetten öte gördüğü beraberliğin ardındaysa 48. dakikada 4-1 yenik duruma düşen takımının skoru 4-4-'e getirmesi yatıyordu. Fener tribünleri maç öncesinde sarı kırmızı tabutu elleri üzerinde, cenaze marşı eşliğinde gezdirmişti: bu şamatanın yeriniyse 48. dakikada Galatasaraylılar'ın "Tabelaya bakalım, göbek atalım" tezahüratı almıştı. Kimsenin cenazesi kalkmadı, kimse göbek atmadı ama Fenerbahçe son iki haftaya Trabzonspor'un iki puan önünde girmenin ve ezeli rakibine yenilmemenin mutluluğunu yaşadı.

12
Fenerbahçe 2 - Galatasaray 1

6 Mayıs 2001




Aralarında üç puan vardı ve maçtan sonra geriye üç hafta kalacaktı. Kazanan, büyük ihtimalle şampiyonluğu da alıp götürecekti. Gerideki Fenerbahçe'nin teknik direktörü Mustafa Denizli'nin deyişiyle "Kazanmak zorunda oldukları bir maç" oynayacaklardı. Bu zorunluluk onları kamçıladı. Ali Güneş ve Yusuf Şimşek'in golleriyle, Suat'ın golünü karşıladılar. İyi bir maç çıkartan Rüştü'nün yerini müzmin yedek Oğuz Dağlaroğlu'na bırakması tribünleri endişelendirse de maçı ve şampiyonluğu alan Fenerbahçe oldu.

11
Galatasaray 0 - Fenerbahçe 1

8 Kasım 1992


"Haydaaa! Yine mi yenildik ya! Tam da Avrupa fatihiydik!"

Birkaç gün öncesinde bir taraf Avrupa'da tur atlama sevinci, diğer tarafta da hezimete uğrama hüznü vardı. Galatasaray Eintracht Frankfurt'u elemiş, Fenerbahçe ise adı sanı duyulmamış Sigma Olomouc'a 7-1 yenilmişti. "Derbilerin favorisi olmaz" derler ya, işte böyle bir maçtı. Maç öncesi fark yiyeceği düşünülen Fenerbahçe saldırdıkça saldırmış, nihayetinde Aykut Kocaman'ın bazukasıyla galibiyete ulaşmıştı. Bu skor, Sigma Olomouc hezimeti sonrasında istifa eden başkan Metin Aşık'ın geri dönüş kararı almasını sağlamıştı.

10
Fenerbahçe 1 - Galatasaray 0

22 Mayıs 2005



Galatasaray için 100. yıldı. Bir başka ezeli rakip Beşiktaş aynı dönemeci şampiyon olarak dönmüş, çıtayı yükseltmişti. Fenerbahçe liderdi, Cimbom'un kazanması gerekiyordu. Sarı Lacivertliler bu şansı onlara vermediler ve Galatasaray maçlarının golcüsü Nobre ile güldüler. Maç öncesinde galibiyet ve birincilik hayalleri gören sarı kırmızılılar bir de baktılar ki üçüncülüğe düşmüşler, Şampiyonlar Ligi biletini Trabzonspor'a kaptırmışlardı. Galatasaray bu yenilgiyle bütün rakiplerine karşı hezimete uğramış oldu.

9
Galatasaray 4 - Fenerbahçe 1

4 Mayıs 1991



"Ya zaten 4 tane attınız, Rıdvan'a niye kıyıyorsunuz ki?"

Fenerbahçe havlu attığı ligde onurunu kurtarmak, Galatasaray dört puan ilerisindeki Beşiktaş'ı yakalamak için maça çıkmıştı. Futbol oynayan kazandı, hem de 4 gol atarak. Avrupa gol krallığına odaklanmış Tanju'nun iki, Kosecki ve Erdal'ın gollerine Fenerbahçe sadece Aykut'un penaltısıyla yanıt verebildi. O penaltı ki Yusuf'un darbesiyle Rıdvan'ın düşmesine, omuz bağlarından sakatlamasına ve ligi kapatmasına neden olmuştu. Sarı lacivertli taraftarlar kadar Yusuf da bu müdahaleyi yaptığına üzülmüş, "Keşke bıraksaydım da Rıdvan golü atsaydı" demişti.

8
Fenerbahçe 1 - Galatasaray 0
16 Şubat 2002



Bu maçı unutulmaz kılan golü değil, gösterilen dört kırmızı karttı. Sakin geçen maç 27. dakikada Ogün'ün kornerden gönderdiği topa, çaprazdan Rapaiç'in muhteşem vuruşunun Galatasaray kalesinin çatalına yapışmasıyla hareketlendi. İkinci devredeyse futbolcular değil hakem Ali Aydın konuştu, goller yerine kırmızı kartlar havada uçuştu. Önce Rapaiç'i indiren Emre Aşık, ardından Batista, Hasan Şaş ve Bülent Korkmaz atıldı, Fenerbahçe kolayca galibiyete ulaştı.

6
Galatasaray 1 - Fenerbahçe 0
27 Nisan 2008



Her zaman olduğu gibi yine "tarihi" bir derbiydi; kazanan şampiyonluk yarışında büyük avantaj sağlayacaktı. Puanlar eşitti, Fenerbahçe'ye ikili averaj göz önüne alındığında beraberlik bile yetecekti. Bunu bilen Galatasaray yüklendi, Fenerbahçe ise bir türlü oyun kuramadı. Gol ise kimsenin çalışmadığı yerden geldi; atılan bir uzun top, kaleci Volkan ve Edu ile birlikte yükselen Nonda, ağlara giden sarı kırmızılı bir gol. Feldkamp sonrası altyapı hocası Cevat Güler idaresinde çıktığı maçta Galatasaray, ezeli rakibini yenmiş ve şampiyonluk kupasının kulpunu tutmuştu. Kazandı da...

5
Galatasaray 1 - Fenerbahçe 0 - 10 Haziran 1959
Fenerbahçe 4 - Galatasaray 0 - 14 Haziran 1959



Eskiden süper değil, Milli Lig vardı. İlkinde de maçlar iki grupta oynanmış, lider iki takım şampiyonluk için finalde karşı karşıya gelmişlerdi. Bu maç, tarihimizin ilk profesyonel Fenerbahçe - Galatasaray derbisi anlamına da geliyor. Her haliyle unutulmayacaktı maç ama Metin Oktay meşhur ağları delen golünü bu karşılaşmada attı, sarı lacivertliler rövanşta rakiplerini Yüksel, Naci, Mustafa ve Şeref'in golleriyle 4-0 mağlup ederek profesyonel ligin ilk şampiyonu oldu.

4
Galatasaray 1 - Fenerbahçe 2

19 Mayıs 2007




Maçın çok da fazla bir önemi yoktu. Fenerbahçe şampiyonluğunu bir hafta önceden garantilemiş, Galatasaray ise Şampiyonlar Ligi için mücadele ediyordu. Ne var ki Chelsea'liler ligi birinci bitiren Manchester United'ı sahaya alkışlarla davet etti, Türkiye'de tartışma koptu. Kimileri Galatasaraylı futbolcuların da rakiplerini aynı şekilde karşılamalarını isterken, diğerleri "Olmaz öyle şey" diyordu. Ali Sami Yen ahalisi alkış değil, rakiplerini su şişesi yağmuruna tutmuştu. Tarihe "Sulu derbi" olarak geçen maçı Lugano ve Edu'nun golleriyle Fenerbahçe kazandı ama geriye gazetelerin attığı "Futbolun öldüğü gece" başlıklarından başka bir şey kalmadı. Kadıköylüler derbi zaferini yaşarken, Galatasaray UEFA Kupası'na katılmak ve bir sonraki sezon uygulanacak 5 maç seyircisiz oynama cezasıyla yetinmek zorunda kaldı!

3
Fenerbahçe 5 - Galatasaray 1
15 Nisan 1990



İki takımın da kaderi aynıydı; derbiyi kazanmak ve lider Beşiktaş'ın puan kaybetmesini beklemek. Kadıköy'deki maça Galatasaray favori çıkıyordu. Fenerbahçe istikrarsızdı; bir hafta gidiyor deplasmanda Trabzonspor'u yeniyor, ardından kendi sahasında Sarıyer'e yenilerek ümitlenen taraftarını üzüyordu. Santra yapılınca anlaşıldı ki bu maç Fenerbahçe'nin maçıydı. Maçı Aykut kopardı. Daha 10. dakikada Semih tarafından ceza sahasında düşürüldü; Büyük Şenol için penaltıyı atmak çok kolaydı. Golden 25 dakika sonra yine ama bu kez ceza sahası dışında düşürüldü Aykut. Türk futbolunun ilk "İmparator"u Oğuz, baraj kurmakla meşgul Galatasaray savunması arasında golcüyü gördü ve Simoviç bir kez daha aşıldı. Ardından Hakan, Şenol 3 ve Oğuz skoru beşledi. Sarı kırmızılıların tek golü "Deli Nezihi"nin kendi kalesine attığı topla geldi. Fenerbahçe'de keyifler öylesine yerindeydi ki Nezihi, maç sonunda soyunma odasında Schumacher'e "Sana nasıl gol attım" diye takılmaktan gocunmadı. Bu maç, o tarihe kadar Fenerbahçe'nin Galatasaray'a ligde en büyük fark attığı maçtı.

2
Galatasaray 5 - Fenerbahçe 0

18 Aralık 1960




Zor bir maç olacağı belliydi, özellikle de Galatasaray açısından. Sarı kırmızılılar derbideki rakiplerinin üç puan gerisinde maça başlıyorlardı, bir maçlarının eksik olması galibiyet halinde liderliği onlara getirme şansını taşıyordu. Asıl zorluksa golcülerin sakatlıklarıydı. Metin bir hafta önceki İzmir maçında sakatlanmış, tüm uğraşlara rağmen tam anlamıyla iyileşememişti; Bahri'ninse bacağında kırık vardı, bandajla sahadaki yerini almıştı. Bedenleri sakat olan bu iki "sağlam" adamdan Metin dört, Bahri bir gol atarak futbolun nasıl oynanacağını 28 bini aşkın futbolsevere gösterdiler. Sakat haliyle en büyük rakibine dört gol atan Metin Oktay maçtan sonra "Attığım goller fevkalade bir şeyler değil" diyecek ve futbol tarihimize bir kez daha geçecekti.

1
Fenerbahçe 6 - Galatasaray 0
6 Kasım 2002



İki takım 344'üncü kez karşılaşıyordu ama lig tarihinde böyle bir skor yazmıyordu. Arada sırada bu farka yaklaşılmıştı ama ya ayaklar durmuş ya da rakip geri dönmüş, bu noktaya varılmamıştı. Maçın gollü geçeceği takımlar sahaya dizildikleri anda anlaşılmıştı. Fenerbahçe, Arjantinli yıldızı Ariel Ortega'nın komuta ettiği yedi futbolcusuyla birlikte rakip kaleye yükleniyordu. Gol çabuk geldi ve o zamanların genç futbolcusu Tuncay Şanlı kafasıyla takımını öne geçirdi. Ortega önce 38'de attığı gol, sonra 58'de gördüğü kırmızı kartla maça damgasını vurdu. Birçokları Fatih Terim ve oyuncularının eksik kalan rakibi bastıracağı, en azından beraberliği yakalayacağını düşünürken hiçkimsenin açıklayamayacağı şeyler oldu. Önce iki kez Kadıköy Boğası Serhat, ardından Ceyhun ve Ümit Özat, Mondragon'u geçti. Maç bittiğinde kimse skorboard'da yazan rakamlara inanamıyordu. Fatih Terim tarihi farkı sindirmeye çalışırken "Suçlu benim. Yönetim kurulunun her türlü tasarrufuna saygı duyarım. Galatasaraylılar bunu hak etmedi. Onlardan özür dilerim" açıklamasını yaptı. Maçtan önce "Korkan kaybeder" diyen Fenerbahçe teknik direktörü Werner Lorant, kariyerinin bu zirve noktasının ardından "Bu farkı beklemiyorduk" deme alçakgönüllülüğünü gösterdi. Kim ne derse desin, iki taraftan biri diğerine profesyonel ligde 7 gol atana kadar bu maçı tarih en başta yazacak!

Birbirlerine 5 de attılar 6 da, su şişeleri de çakmak da! Tüm bunlar ezeli rekabeti ortaya koyuyor!

4-4-2

Kolaj

Son 25 Yıla Damgasını Vuran 5 Hoca!

Bazıları tek günlük, bazıları ömür boyu efsane oldular...

Mustafa Denizli: Aslen Beşiktaşlı olan Mustafa Denizli, her iki ezeli rakibe de şampiyonluk yaşatmış tek Türk hoca. Galatasaray'da iki dönem (1985-89 ve 1990-92) çalışan teknik adam 1983-84 sezonunda futbolcu olarak da Galatasaray forması giymişti.

Werner Lorant: Alman Lorant'ın kariyerindeki en büyük başarısı şüphesiz onun yönetimindeki sarı-lacivertlilerin 6 Kasım 2002'de Galatasaray'ı 6-0'lık hezimete uğratması. O günden sonra kariyeri tepetaklak olan, ükemizde tutunamayıp Çin ve Slovakya'da adı sanı duyulmamış takımları çalıştıran Lorant, bundan sonra hiçbir şey yapmasa da Türkiye'de hiç unutulmayacak bir isim.

Todor Veselinoviç: Futbol ulemaları ısrarla "Tek taktiği çıkıp oynayın diyip at yarışı oynamaktır." diye dezenformasyon yapsalar da maç esnasında birçok oyuncuya "Nereye koydum orda oyna" diyecek kadar inatçı bir taktisyendi. 3 Mayıs 1989'da Fenerbahçe'nin ilk yarıyı 3-0 yenik kapadığı kupa maçının 2. yarısında Rıdvan Dilmen'i kanattan ortaya alıp 4-3 kazanarak derbi tarihinin en efsanevi kumarını oynamıştır. 3 Mayıs 1989'daki taktik performansı kadar Zeki Müren tarzı güneş gözlükleri de derbinin en unutulmaz sahneleri arasında sonsuza kadar yaşayacak.

George Hagi: Yeni kuşağın en büyük futbolu sevme nedenlerin olan efsanevi yıldız. Her ne kadar teknik direktörlük performansı futbolculuğunun fersah fersah gerisinde kalsa da Galatasaray'ın o yıllardaki derbi itibarını kurtarmak da ona kısmet oldu. 11 Mayıs 2005'teki kupa finalinde sarı-kırmızılılar ezeli rakiplerini 5-1'lik skorla yenerken teknik direktör Hagi UEFA Kupası kadar değerli olmasa da derbi tarihi açısından asla unutulmayacak çok önemli bir işe imza atmış oldu.


Graeme Souness: Futbolculuğu Rijkaard kadar başarılarla dolu olan İskoç'un Türkiye'deki hocalık macerası çok da parlak oladı. Ancak Souneess, sonsuza kadar 24 Nisan 1996'daki kupa finali 2. maçı sonrası Fenerbahçe sahasının ortasına diktiği sarı-kırmızı bayrakla hatırlanacak. Kendisini "kalp hastası" diye aşağılayan Fenerbahçeli bir yöneticiye kızıp asrın çılgınlığına imza atan Souness'ın bürosundaki en büyük fotoğraf da o ana ait zaten!

4-4-2

Ne Aramıştınız

''Hayata dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.''
Albert Camus.

Popüler Yazılar

Blog Arşİvİ

Zİyaretçİler

Futbol Blog. Blogger tarafından desteklenmektedir.