Futbol ; Faİr Play, Cesaret, Mücadele ve Zafer...

31 Ağustos 2010 Salı

Jaja ve Trabzonspor


Öncelikle belirtmeliyim ki Ukrayna ligini ne canlı ne de özet görüntülerden takip edebiliyorum. Dolayısıyla Jaja Coelho ile ilgili bilgilerim basını ve internet medyasını takip eden her sporsever kadar. Dün Antalyaspor'la Trabzonspor'un oynadığı maçta kendisini izleme fırsatı buldum ve beklediğimden daha iyi bir futbolcu olduğunu söylemeliyim.

Her şeyden önce güçlü fiziği ve takım adına oynaması olumlu özellikleri. Belki birçok özelliği üst düzey değil ama her özelliği vasatın üzerinde. Şunu söylemek lazım; kendisi kesinlikle cezasahası golcüsü değil. Trabzonspor dün teoride Umut - Jaja çift forvetiyle oynamasına rağmen bu pratikte sahaya gayet bir 4-4-1-1 gibi yansıdı. Jaja çok geziyor, Jaja defansa yardım ediyor ve golcüye pozisyon alıyor. Ortasaha özelliği fazla olan bir forvet oyuncusu, asla bir santrfor değil.

Ortasaha oyuncusundan beklenen şeyleri yapıyor. Çalıma giriyor, verkaça giriyor, araya paslar atıyor ve çok geziyor. Ancak Şenol Güneş onu sahaya Umut'un yanına golcü olarak sürdüğü için tabelaya bu güzel oyununu yansıtamadı. Jaja'nın golcüyle birlikte uyumlu ve başarılı olabilmesi için kesinlikle bir Tanju Çolak'a ihtiyacı var. Umut bu tarz bir oyuncu değil. Jaja ile benzer özelliği olan ve son vuruşlarda çok da yetenekli olmayan bir oyuncu. Jaja ile Teofilo'nun beraber oynaması takıma daha çok yarar sağlayabilir.

Sanırım Şenol Güneş de böyle düşünüyor fakat dün Teofilo'nun sakat olması ve elinde Umut haricinde başka bir golcüsü olmaması böyle bir hamle yapmasına neden oldu ancak yine de başarısız bir strateji oldu bana göre. Umut ve Jaja, aynı anda oynadıklarında takıma yarardan çok zarar verecektir. İkisinden birisi fazladır ve bana göre fazla olan da Umut'tur.

Jaja'nın dün ortasahada çok fazla gezginlik yapmasının sebebi de Tranbzonspor ortasahasının etkinlikten uzak görüntüsüydü. Selçuk - Colman - Alanzinho üçlüsünün üçünün birden aynı anda formsuz olması ve çok fazla top kaybetmeleri Jaja'nın daha fazla sorumluluk almasına sebep oldu. Trabzonspor eğer ortasahada yeteri kadar direnç gösterip oyunu ileriye yıkarsa Jaja işte o zaman gerçek verimini gösterecek ve anormal derecede geriye gelip enerji harcamak yerine golcülüğünü gösterecektir.

Jaja'nın başarılı bir transfer olduğunu ancak var olan sistemin içine Jaja'yı dahil etmek yerine Jaja'nın başarılı olacağı bir ortasaha hattı ve santrfor seçiminin yapılması gerektiğini düşünüyorum.

27 Ağustos 2010 Cuma

La Liga Başlıyor!


Cristiano Ronaldo'suyla, Messi'siyle, Mourinho'suyla, Mesut'uyla, Mehmet Topal'ıyla, El Clasico'suyla... Laaaa Liiiigaaaaa Baaaşlıııyoooooooorr !!!

İşte ilk hafta canlı yayınlanan maçlar:

28 Ağustos Cumartesi
21.00 Malaga – Valencia (NTVSPOR)

29 Ağustos Pazar
20.00 Racing – Barcelona (NTVSPOR)
22.00 Mallorca – Real Madrid (NTVSPOR)

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Helal!


Mesut Özil sonunda Real Madrid'e kapağı attı. Senelik 5 milyon euro'dan 6 yıllık sözleşme imzalayacak. Werder Bremen Sampdoria ile oynayacağı Avrupa maçında Mesut'un oynayacağını açıklayınca Real Madrid işi sıkı tuttu ve transfer süreci hızlanınca 2 saat içerisinde bitirdiler. Avrupa'da kullanılamayacaksa çok da bir önemi yok zira...

Real Madrid'in ofansif ortasahaları 4'e çıktı. Kaka, Van der Vaart, Canales ve Mesut. VDV büyük bir ihtimalle gidecek. Kaka da 4 ay sakat ve Mesut ile Canales rotasyonda kullanılacak. Önü açık yani.

Di Maria, Mesut, C. Ronaldo üçlüsünün olduğu bir ortasahanın yeteri kadar dirençli olamayacağı konuşulabilir ancak belki de Mourinho Inter'e oynattığı futbolu oynatmayacak Real'e. Inter'de kadro sıkıntısından dolayı az az gösterdiği hücum organizasyonlarını burada daha fazla görebiliriz.

Mesut'a başarılar.

Bu arada Mesut, Mourinho, Canales ve Mehmet Topal... Bu sene La Liga her anlamda çok keyifli olacak. Sabırsızlıkla bekliyorum.

15 Ağustos 2010 Pazar

Kov Şu Adamları Moratti!


Fenerbahçe'de işler kötü gitmeye başladığı andan itibaren işin teknik-taktik boyutuyla ilgilenmeyen, maç analiz etmeyi bilmeyen bazı medya kalemleri genelde şu eleştiriyi dile getirirler: "Bu takımda neden bu kadar çok Brezilyalı var yahu?"

Fenerbahçe'de bir ışık görene kadar yazmayacağım dedim ama bu konu Fenerbahçe ile doğrudan alakalı değil, daha çok bir medya eleştirisidir.

Inter'in 23 kişilik kadrosundaki Güney Amerikalı futbolculara bakalım...

Julio Cesar, Javier Zanetti, Maicon, Ivan Cordoba, Lucio, Walter Samuel, Thiago Motta, Cambiasso ve Diego Milito.

23 kişilik kadronun 9'u Güney Amerikalı. Ve bu takım daha 3 ay önce Lig Şampiyonluğu ve Lig Kupası'nı kaldırırken bir hafta sonra da Şampiyonlar Ligi Şampiyonu oldu.

Inter'in Şampiyonlar Ligi finalindeki kadrosuna bakalım:

Julio Cesar, Maicon, Lucio, Samuel, Chivu, Zanetti, Cambiasso, Eto’o, Sneijder, Pandev, Milito.

Inter, futbolcuların pasaportuna bakmadan 11 kişilik kadronun 6'sını Güney Amerikalı futbolculardan kurarak Şampiyonlar Ligi'ni kaldırıyordu.

Ve tek bir İtalyan medya mensubu çıkıp da "Bu takımda bu kadar Brezilyalı, Arjantinli'nin ne işi var? Kov şu adamları Moratti" diye köşelerini doldurmuyordu.

Acaba doğru olan nedir? Her ülkeden yalnızca bir tane adam almak mı yoksa hangi ülkenin vatandaşı olurlarsa olsunlar o futbolcu grubunu verimli olacak şekilde kullanmak mı?

Gel de anlat Sergen Yalçın ve Ahmet Çakar tarzı yorumculara...

Mesut Nereye Gidecek?


Bugüne kadar Türk ismi taşıyan bir futbolcu için bu kadar dev kulüplerin koşuşturmasına şahit olmuş muydunuz? Dünya Kupası'nın en fazla parlayan isimlerinden Mesut Özil'in Real Madrid, Barcelona ya da Manchester United'tan birine gideceği konuşuluyor. 2 gün önce Mourinho verdiği demeçte Mesut'u istediklerini ancak kulübü Werder Bremen'in oyuncuyu satmaya yanaşmadığını söylemişti. Bugün de Ada basınında Manchester United'ın resmi web sitesindeki kadroya Mesut'un da isminin yazıldığı ve ardından tekrar silindiği haberi tartışılıyor. Barcelona'nın ise Fabregas'ın yerine Mesut'u alabileceği konuşuluyor. O fizikle İngiltere'de nasıl oynar bilemiyorum ama sanırım en çok da Barcelona forması giymek yakışır kendisine! Jose Mourinho'nun elinde ise bambaşka bir futbolcu olma şansı var. İleriki günlerde neler göreceğiz bakalım... Bilent Timurlenk'in deyimiyle; Mesut kimin olacak? Ya da kim Mesut olacak?

Wenger'le 4 Yıl Daha


14 yıldır Arsenal teknik direktörlüğünü yürütmekte olan ve halihazırda bir yıllık daha sözleşmesi olan Arsene Wenger, 4 yıl daha takımının başında kalacak. Sözleşmesine 3 yıl daha eklendi ve 2014'te sözleşmesi bittiğinde 64 yaşında olacak... 14 yılda 3 lig şampiyonluğu, 4 federasyon kupası şampiyonluğu kazanan ve bir Şampiyonlar Ligi ve bir de UEFA Kupası finaline çıkan Arsene Wenger 4 yıl boyunca daha yeni genç yetenekleri dünya futboluna kazandıracak. Başarılar Wenger...

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Di Massimo Talento (İlker Yılmaz) İle Söyleşi


Fenerbahçeliler'in yakından takip ettiği Di Massimo Talento blogu yazarlarından İlker Yılmaz ile röportaj yapma isteğimi kendisine ilettiğimde aynı günün akşamı bana kabul ettiğini bildirdi. Aslında blogun diğer yazarı Sencer Yücel ile de konuşmak isterdik ancak biz kendisini askerde sanıyorduk; meğersek döneli 3 ay olmuş :) Neyse; biz de İlker Yılmaz'a sorduk, sağolsun cevapladı. Dilerseniz lafı fazla uzatmadan İlker Yılmaz'a teşekkür ederek bu güzel söyleşiyi taktim edelim...


- Klasik sorulardan başlayalım: İlker Yılmaz kimdir ve nasıl Fenerbahçeli olmuştur?


> İlker Yılmaz 1984 Nisanında İstanbul'da doğmuş, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite gibi çeşitli okullarda okuduktan sonra askere gidip gelmiş, fiili olarak bir işte çalışmayan biri. Gerek askere gitmeden önce, gerek askerden döndükten sonra bir çok işe başvurdum, bazılarında da çalıştım ama pek mutlu olamadım. En azından 3-4 sene sonrası için bile beni mutlu edecek bir işyeri çıkmadı karşıma. Nasıl Fenerbahçe'li olduğum sorusuna gelirsek; Fenerbahçeli olmam için birileri birşey yapmadı. İlk başlarda tanıdığım herkes Fenerbahçeli'ydi zaten.

- Bloglarla tanışman ne zamana denk geliyor? İlk takip ettiğin bloglar hangileri? Ve blog açmaya nasıl karar verdin? "Di Massimo Talento" nun ne anlama geldiğini açıklar mısın?

>Bloglarla tanışmam 3-3,5 sene öncesine denk geliyor. Arkadaşım Ümit bir blog açmıştı. Öylesine havadan, sudan bahsettiği bir blogdu. Bana da çok ısrar etti aç diye. Fakat ben yalnız başıma blog açarsam yapamam diye düşünüyordum. Çünkü daha önce açtığım bir blog vardı. Sencer'e söyledim ve o da beraber yapalım dedi ve böylece açtık. Aslında futbol, blogun tümünü kapsamayacaktı ama aylar geçtikçe bu yönde şekillendi blog. İlk 1 seneki postlarımızda futboldan başka da çok yazı var. Blogun isim babasını Sencer tanıyor. Türkçe ''En iyi yetenek'' anlamına geliyor. Evet türkçesi biraz saçma ama o gün bunları düşünmedik bile. Blogun 2,5 yıl süreceği hiç aklımıza falan gelmedi yani. İsim önemsizdi o günlerde.

- Sence iyi bir blogun özellikleri ne olmalıdır?

> Tabi ki özgün olmalı. Bunun yanında çok blog okumalı ve bahsedilmeyen konulara daha fazla ağırlık vermeli. Ve tabiki de yazarken önce kendi zevk almalı.

- Ne gibi hedefler koymuştun blog açarken? Bu hedeflerine ulaştın mı?

> Blog açarken hiçbir hedef koymadım. Daha önce de dediğim gibi öylesine açmıştık ve bizi okuyan, en azından saygı duyan ufak da olsa bir kesim var, yeterli zaten. Daha da ötesi sanırım birilerinin para vermesi olurdu.

- Ülkemizdeki blogların sayısı bir hayli fazla. Sence ilerleyen zamanlarda, örneğin 5-10 yıl sonra, spor gazeteleri önemini yitirir, bloglar daha da fazla önem kazanır mı?

> Pek tabii ki ilgilenenen kişi sayısı arttıkça çeşit de artacaktır ve buna bağlı olarak kalite de kimine göre düşecek, kimine göre yükselecektir. Bu oyuncak araba değil ki 3 kat merdivenden aşağı düştü kırılmadı, çok kaliteli diyelim. Sonuçta fikirler, düşünceler yazılıyor. Yalan yazılmadığı takdirde hepsine saygımız var. Blogların önemine değinirsek; gazete tiryakileri var, elbette gazeteler daimi olacaktır ama önemini ne kadar yitirir bilmem. Şunu kesin olarak söyleyebilirim ki blog yazma işini tek iş olarak görenler olmadıkça gazetelerden önemli olmaları imkansız. Bence kendini geliştiremeyen, araştırmayan, okumayan yazarlar biraz tırsmaya başlasa iyi olur. Çünkü onlardan çok daha kalitelisini bedavaya sunanlar var.

- Şu an takip ettiklerin, beğendiğin ve beğenmediğin bloglar hangileri?

> Hepsini takip etmeye çalışıyorum ama hangisini beğendiğim hususu zor bir soru. Unuttuklarım kesin olacak, kusura bakmasınlar ama bir çırpıda aklıma gelenler; Borges, Lambuja, Klasik Futbol, Stereotype Ball, Noat Samisa, Jesus Almeyda, Chao Grey, Hayatım Fenerbahçe, King Santillana. Beğenmediğim bloglar elbette var. Hatta çok saçma yazıp insanlar nasıl ilgi gösteriyor ona da şaşırdığım bloglar var ama isimlerini söylemem doğru değil.

- Bazen blogda bir şeyler yazıp kafan dağıldıktan sonra sildiğin oluyor mu?

> Yayınlandıktan sonra sildiğim oldu ama en az 1-1,5 yıllık yazılardı onlar. Taslak olarak sorarsan çok oldu. Hatta her taslak olarak sildiğimi yayınlasaydım 1/4 oranında yazı sayısı artardı.

- Türkiye'de Fenerbahçe dışında sempati gösterdiğin bir takım var mı? Ve diğer ülkelerden sevdiğin takımlar hangileri?

> Fenerbahçe dışında Karagümrük ve kardeş takımı Karşıyaka'yı desteklerim.
İngiltere, Almanya ve Fransa insanı bana çok antipatik geliyor. Gidip muhabbet mi ettin kardeşim niye sevmiyorsun diye sorarsan, evet muhabbet etmedim, ülkelerine gitmedim ama samimi gelmiyor bu ülkeler bana. Normalde de ''oo çok iyi takım'' diye takım tutmuyorum. Ama illa İngiltere'den bi takım söyle dersen Liverpool, Almanya'dan Jürgen Klopp nedeniyle Dortmund, Fransa'da da Marsilya. Bana 2 Akdeniz ülkesi, İspanya ve İtalya çok sempatik gelir. Ama iki ülkede de şu takımı tutuyorum diyemem. İtalya'da Milan, Juventus, Udinese, Genoa, Fiorentina, Roma sevdiğim takımlar. İspanya'da Villarreal, Atletico Madrid ve Valencia'yı severim. Tabi Celtic'i unutmayalım. Arjantinden Boca Juniors, Brezilya'dan da Flamengo.

- Futbolu yorumluyorsun da, futbol oynuyor musun? Halısaha maçlarına gider misin?

> Yaşım ilerledikçe kramponların ayağımda kalma süresi azaldı. 1 ay önce halı sahada top oynadım ama ondan önce de 1 sene geçmişti üzerinden. Elbette her hafta belli bir saatte halı sahada bulunmak isterim ama 12 adamı toplamak açısından pek mümkün olmuyor bu. 16 yaşında toprak sahaları bırakmıştım. Bazen keşke bırakmasaydım diyorum. Çünkü oynamak izlemekten çok daha zevkli.


- Fenerbahçe ligin son maçında Trabzonspor'la oynayıp şampiyonluğu Bursaspor'a kaptırdı ve Cristoph Daum'un sözleşmesi feshedilip yerine Aykut Kocaman getirildi. Senin bu dönemle ilgili düşüncelerin ve beklentilerin neler?

> Valla bunları uzun uzun blogumda yazdım. Kısaca üzerinden geçmem gerekirse Daum'un getirilmesi yanlış ama gönderilmesi de yanlış, Aykut'un getiriliş süreci yanlış ama getirilmesi doğru. Aslında tek ve en büyük yanlış Aziz Yıldırım. Bazıları yeni yeni farketti bu durumu.

- Aykut Kocaman'ın vaad ettiği hızlı oyun, rakip yarı sahada oynanan kompakt oyunda Alex nasıl bir role bürünür? Alex'in böyle bir takıma nasıl bir katkısı olur?


> Oyunu hızlandıran hızlı oyuncular değildir, topu koşturan oyunculardır. Fenerbahçe'de topu koşturacak en iyi isim Alex. Ben Aykut Kocaman'ın Alex'i sevmediğine inanmıyorum. Fakat Alex'den daha fazla fedakarlık bekliyor sanırım. İkisinin arasında bir olay bu. Yalnız şunu biliyoruz ki Alex önümüzdeki sezon yok. Aykut Kocaman neden Alex'in üzerine kursun ki bu takımı. Zaten sene başında yavaş yavaş Alex'e olan bağımlılığı bitireceğini söylemişti. Dediği gibi yavaş yavaş olursa sorun yok ama birden keserse çok sıkıntı yaşarız. Alex bir anda vazgeçilecek bir oyuncu değil.

- Ben şahsen Aykut Kocaman'ın verdiği değişim sinyallerini olumlu görüyorum ve kısa vadeli başarısızlıklarda hocanın arkasında olacağım. Sence Aykut Kocaman uzun vadede bu takımın Alex Ferguson'ı, Arsene Wenger'ı olabilir mi?

> Çoğumuz Aykut Kocaman'ın arkasındayız. İnşallah yöneticiler gibi hoca arkasında olmayız. Biliyorsunuz yöneticiler hocamızın arkasındayız dediklerinde ipi çekerler. Umarım taraftar Aykut Kocaman'a desteğini daimi tutar. Türkiye'de kim Alex Ferguson, Arsene Wenger olmuş ki Aykut Kocaman olsun. Fatih Terim bu pozisyona en yakınken neler yaşandı biliyoruz. Aykut Kocaman önce belli bir noktaya gelsin onu o zaman konuşuruz.

- Takımda eksik gördüğün neler var? Nerelere transfer yapılmalı?

> Santrafor alınacak zaten. bence ondan daha önemlisi Emre'nin yanına bir isim alınmalı. Hatta isim de vereyim; Selçuk İnan. Yabancı istersen Galatasaraylı arkadaşlara danışmakta fayda var. Adamların o bölgesi o kadar sorunlu ki 3 senedir scout kesildi arkadaşlar.

- Sana göre Fenerbahçe'nin ideal 11'i nasıl olmalıdır?

> Volkan - Gökhan, Lugano, İlhan, Andre Santos - (Transfer), Emre - Dia, Alex, Stoch - (Transfer). Transferlerin yabancı olacağını düşünürsek 7 yabancı ediyor. Muhtemelen Alex, Stoch, Dia üçlüsü Mehmet Topuz ve Özer ile rotasyona sokulur.

- Özel Hurmacı hakkında neler düşünüyorsun? Alex'ten sonra Alex'in yerini doldurabilir mi?

> O yüzden alındı zaten ve doldurur bence. Zihinsel ve teknik açıdan Alex'ten iyi değil ama fiziksel açıdan daha iyi.

- "Ya keşke şu futbolcu Fenerbahçe'de olsa" dediğin bir futbolcu var mı?

> Oscar Cardozo, genç Makelele ve genç Okocha

- Zico dönemindeki Şampiyonlar Ligi maçlarını misal ben çok özledim. O zamanki maçlar kadar heyecanlı maçlar ne ligde ne de Avrupa'da izlemedim. Bu kadar maddi gücü yüksek ve futbol harici tüm branşlarda hem Türkiye'de hem de Avrupa'da başarılı olan bir kulüp neden futbolda Avrupa'da başarılı olamıyor? Ayağına gelen fırsatları neden bir bir geri tepiyor? Fenerbahçe ve Avrupa ikilisi hakkındaki düşüncelerini alalım..

> Buna verilecek tek cevabım var; Aziz Yıldırım yüzünden. Futbolu bildiğini zanneden, dar düşünen, ileriyi göremeyen bir başkanımız olduğu için. Aziz Yldırı elini ne kadar çok futbolun içine sokarsa bi o kadar çok başarısız olacağız.
Diğer branşların neden başarılı olduğuna gelirsek; Tamamen maddi sebeplerden başarılıyız. Bizim voleybol takımımız Real Madrid'in futbol takımı gibi. Ver parayı gelsin en iyi voleybolcu. Ben bu tip branşlarda Barcelona olmayı tercih ederim. Biz millet olarak da sporun amacını unuttuk zaten. Kupa kazanmak başarılı olmak değildir.

- Senin gördüğün en büyük Fenerbahçeli futbolcu kim? En çok hangi Fenerbahçeli futbolcuyu seviyorsun?

Valla 1990'dan beri gördüklerimizi gördüm ben sadece. O yıllardan önce gündüz çizgi film izleyen, akşam da uyuyan bir çocuktum. Futbolu da bilmezdim. Babam da izlemez zaten futbolu. Bana futbolu okuldaki arkadaşlarım sevdirdi. Valla benim aklımda hep bi Aykut var zaten. Çok klas golleri vardı. Onun dışında Okocha'yı çok ama çok severim. Müthiş oyuncuydu. Hele Premier Lig'e gitti daha müthiş bir oyuncu oldu. Keşke son 2-3 senesini Türkiye'de izleseydik. Uche'yi de çok severim. Boliç'i, Nielsen'i, Högh'ü, Rapaiç'i de severim. Ha bir de Deivid'i seviyorum.

- Güiza hakkında ne düşünüyorsun? Ben hiç düşünmüyorum mesela. Düşündükçe kafamı duvarlara duvarlara vurasım geliyor, geriliyorum, daralıyorum. :) Sen ne diyeceksin?


> Vallahi bıktım ya. Önce Kezman, sonra Güiza. Yiter ya yiter ya diyesi geliyor insanın :)

- Senin için bir maçı güzel ve zevkli kılan kriterler nelerdir? Yalnızca bol pozisyonlu maçları mı seversin yoksa başka şeylere de dikkat eder misin?

> Bol pozisyon seyir zevki açısından çok güzel ama o maç iyi bir maç değildir. Bol pozisyon demek bol defans hatası demek. Sen Young Boys - Fenerbahçe maçından ne kadar zevk aldın :) Bence mücadele üst düzey olmalı. Kasaplığa girmeden sertlik olmalı. Hatta birileri dellenip ufak çaplı bir kıvılcım çıkarmalı. Maçın bir tansiyonu olmalı yani. Maçın tansiyonu düştükçe futbolcunun motivasyonu da düşer.

- Maçlara gider misin? İlk gittiğin maç hangisi?

> Açıkçası Fenerbahçe maçlarına çok sık gitmiyorum. Ben Türkiye'de futbol maçının 2-3 saatlik bir eğlence değil de, bütün bir günü kapsayan eziyet olarak görüyorum. Evden erken çıkmalısın yoksa trafiğe yakalanırsın, maçtan saatler önce evden çık sağda solda dolan, bir şeyler ye-iç, erkenden maça gir, sonra maç bitsin koştura koştura eve gitmeye çalış. Zaten trafik de var. Şunu yapamıyorsun; öğlen kalkayım, akşama kadar arkadaşlarımla takılayım, akşam da maça giderim. Olmuyor işte. Eğer maça gideceksen o bütün gününü maç saatine göre ayarlıyorsun. Maçlar akşama sıkıştırılmasın, öğlen oynansın eminim daha zevkli olacak.
Fenerbahçe'nin ilk hangi maçına gittim hatırlamıyorum ama ilk gittiğim maç Vefa Stadında bir amatör maçtı. O gün 3 maç arka arkaya izlemiştik.

- Maç izlerken bir uğurun, totemin var mı?

> Yok

- Beni ilgilendiren bir soru sorayım ve Fenerbahçe bahsini kapatalım. Emre Belözoğlu'nun bizim takımda kaptan olmasını ben şahsen içime sindiremiyorum. Henüz ikinci sezonunda kaptan olmasını da yadırgıyorum. Sen ne diyorsun?


> Valla ben bir futbolcuya rakip takımda oynadı diye nefret duymam. Emre'ye de nefret duymuyordum ama sevmiyordum. Çünkü çirkef hareketleri var. Galatasaray'da da vardı, Milli takımda da oldu. Bu adam böyle bir oyuncu. Ağacı yaş iken eğmeyenlerin suçu.


- Bu sezonki şampiyonluk adayın kim ve ligin geneli hakkındaki düşüncelerin neler?


> Beşiktaş, Guti ve Quaresma'nın ötesinde Schuster ile güven veriyor. Şampiyonluğa en yakın onlar. Bursaspor'un üst sıraları zorlayacağını ama şampiyon olamayacağını düşünüyorum. Trabzonspor da bu sene şampiyon olabilir. Hatta Trabzonspor'u 2. favori yapıyorum. Galatasaray eğer geçen seneyi verimli kullansaydı bu sene çok şansı olurdu ama geçen seneyi de heba ettiler, bu sene de yeniden takım kurdular. Sanmıyorum şampiyon olsunlar. Fenerbahçe'de de çok sıkıntı çıkar. Ligin başına zaten kötü başlayacaktır ve panikleyen bir Aziz Yıldırım ortalığı çok karıştıracaktır.

- Türkiye'de ve dünyada beğendiğin futbolcular kimlerdir?

>Trabzon'dan Selçuk İnan, Umut Bulut, Colman, Antalyaspor'dan Djiehoua, Gençlerbirliği'nden Hurşut. Dünyada Pirlo, Messi, Villa,

- Beşiktaş'ın Guti ve Quaresma transferleri hakkında ne düşünüyorsun?

> Hayırlısı olsun. Fakat dikkatli olunsun, birilerinin izinden gidiliyor. Sonu ona benzer yoksa.

- Son yıllardaki Anadolu takımlarının başarısını nasıl yorumluyorsun? Sivasspor'un kılpayı kaçırdığı şampiyonluğu ertesi sene Bursaspor kaptı. Eğer bir Anadolu takımı daha şampiyon olacaksa bu hangisi olur sence?

> Bu sene olursa Trabzonspor olur. İleride Kayserispor'un şampiyon olabileceğini düşünüyorum.

- Hakemlerimiz hakkında neler düşünüyorsun? Gerçekten bazen çok fazla haksızlık mı yapıyoruz yoksa hakemlerimiz gerçekten kötü mü?

> Hakemlerimiz kötüler ötesi kötü. Hatalı karar verebilirsin, hatalı kart çıkartırsın ama ben dikkatle hakemlerimizin jestlerine, mimiklerine bakıyorum sağlıklı bir insan profili göremiyorum. Eğer tek meslek olarak hakemlik yapılırsa çok başarılı hakemler çıkarabiliriz ama haftanın 3-4 günü işte çalışıp, iyi bir hakemlik yapılcağını sanmıyorum. Avrupa'da olabilir ama Türkiyede zor. Çünkü iş hayatı çok stresli.

- Milli Takımımız'da Guus Hiddink dönemi ile ilgili düşüncelerin ve beklentilerin nelerdir?

> İyi bir tercih. Tabi herkes Guus Hiddink geldi süper oyuncular yetiştirecek zannediyor da öyle olmuyor bu iş. Sonuçta milli takım hocası ligdeki oyuncuları seçiyor ve uzun aralıklarla bir araya gelen oyuncuları takım halinde oynatmaya çalışıyor. Eğer sürekli bir başarı istiyorsak çok daha farklı şeyler yapmalıyız.

- Hiddink olsaydın nasıl bir 11 çıkarırdın?

> Bu günün şartlarına göre değişir. Bu soruya cevap vermeyim.

- Dünya Kupası'nı beğendin mi? En çok zevk aldığın maç hangisi?

> Dünya Kupası çok zevkliydi. 2006'dan daha güzel bir Dünya Kupası izledik bence. Yarı Finaldeki Gana-Uruguay ve Paraguay-İspanya maçları güzeldi.


- Avrupa'da bu sezon hangi takımları favori görüyorsun? Sence ligleri hangi takımlar şampiyon bitirir?

> Bu konuda çok net fikrim yok. Sezon öncesi çok maç izlemedim. Almanya'da Bayern alır, İngiltere'de Manchester alır, Fransa'da Lyon alır, İspanya'da Barcelona alır, İtalya'da çok süpriz olur. Juventus'tan şüpheliyim bu sene. Şampiyon olabilirler.

- Real Madrid Mourinho ile birlikte Barcelona'ya devrettiği havalı takım olma hüviyetini tekrar geri alabilir mi? Çok istedikleri Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu'nu kazanabilecekler mi sence?

> Ben çok kritik yerlere transfer yapacaklarını düşünüyordum ama ala ala Di Maria ve Carvalho'yu aldılar. Bi sol bek alınmadı mesela. Bu sene değil ama bir sonraki sene çok daha iyi bir Real Madrid izleriz.

- En keyif aldığın lig, en keyif aldığın takım ve en keyif aldığın futbolcular hangileri?

> En keyif aldığım lig İtalya. En keyif aldığım takım Barcelona ve en keyif aldığım futbolcu Messi

- Spor medyasından takip ettiğin yorumcular hangileridir?

> İbrahim Altınsay, Mehmet Demirkol, Uğur Meleke, Ali Ece, Okay Karacan, Rıdvan Dilmen

- Bir dünya karması yapsan en iyi 11'de hangi futbolcular olur?

> Casillas - Maicon, Puyol, Terry, Evra - Mascherano, Schweinsteiger, Kaka - Messi, Ronaldo, İbrahimoviç. (İnadına Xavi-İniesta'sız kurdum :)).

- Yalnızca bir maç izleme şansın olsa ve o maçı izledikten sonra bir daha hiçbir maçı izlemeyecek olsan, hangi maçı izlerdin?

> Fenerbahçe - Galatasaray

- Bir spiker olsan en çok hangi maçı anlatmak isterdin?

> Fenerbahçe - Şampiyonlar Ligi Finalisti. Sonuçta en coşkulu ve taraflı anlatacağım maç bu olur.

- Futbol dışında takip ettiğin sporlar var mı?

> Eskiden çok vardı ama yaş ilerledikçe azaldı, azaldı ve azaldı. Şu an futbol kadar takip ettiğim bir spor yok. Diğer sporları hakkıyla takip etmek öğrenci işi biraz da.

- Oyun oynuyor musun? PES, Fm?

> İkisini de zaman zaman oynuyorum. Pes giderek daha kötü bir oyun oluyor. 2010 versiyonundan nefret ediyorum. Aynı şekilde FM'de sıkmaya başladı. Öyle ki Pes'te verdiğimiz kadar taktik bile veremiyoruz. Eskiden oyunlar daha güzeldi bence. 99/00 den beri CM oynuyorum. En keyif aldığım da 01/02.

- Ne yaparsın, ne yer ne içersin, nelerden, hangi aktivitelerden hoşlanırsın, boş zamanlarında neler yaparsın?

> Bu aralar pek sosyal değilim. Boş zamanımın büyük kısmı pc başında boş işlerle uğraşırken geçiyor. Onun dışında kendi işimi kurmayı amaçlıyorum. Onun planı, projesi ile geçiyor zaman.

- Son olarak Zarif Hareketler blog hakkındaki düşüncelerini alalım ve bitirelim :)


> Tabii ki biliyordum ve okuyordum ama açıkçası çok yakından takip ettiğim bir blog değildi. Bundan sonra daha dikkatli takip edeceğim. İyi bloglar dilerim size.

- Eklemek istediğin bir şey varsa buyur...

> Teşekkür ediyorum.

- THE SON -

Usta 0 - 2 Çırak


"Ustaya saygı kuşağında" Beckenbauer Kupası'nda Avrupa'nın iki büyük devi Bayern Münih ile Real Madrid karşı karşıya geldi.

Maçın başka bir anlamlı yanı da Van Gaal - Mourinho ikilisinin tekrar karşı karşıya gelmesiydi. Hatırlanacağı üzere, bu ikili 22 Mayıs'ta yine karşı karşıya gelmişler, Şampiyonlar Ligi Finali'nde Mourinho'nun o zamanki takımı Inter galip gelen taraf olmuştu ve bu seferki maçta yine Mourinho'nun takımı Real Madrid kazanan taraftı.

Bayern Münih ve Real Madrid... İki büyük dev... Tarihi başarılarla dolu iki takım olmalarının yanında güncel olarak bakarsak iki zıt takım... Siyah ile beyaz kadar farklı takımlar ve bugünkü forma renkleri de birinin siyah öbürünün beyazdı. Neydi ikisinin arasındaki fark? Bayern Münih yıllardır kurumsal ve sportif zihniyet anlamında dünyanın en güçlü takımlarının başında gelirken Real Madrid'in bu konuda bir hayli geride olduğunu söylemek lazım. Bayern Münih her zaman akıllıca, ekonomik ve günü kurtarmaya değil ileriye dönük yatırımlar yaparken Real Madrid iki gün sonrasını dahi düşünmez. Her sene yeniden bir takım kurulur, her sene milyonlarca euro para harcanır, yeni hocalar, yeni futbolcular ve yeni heyecanlarla sezona girilir... En basitinden Bayern Münih geçen sezonki hocasıyla devam ederken Real Madrid teknik direktör değiştirmiş durumda ve transfer döneminde Bayern Münih sükseli isimler almazken Real Madrid'in harcadığı toplam para an itibariyle 70 milyon euro'ya yakın...

Yeşil sahanın dışında durum buyken sahanın içerisinde de durum farklı değil. Bayern Münih'in hocası Van Gaal sol bek yokluğunda altyapıdan oyuncu çıkarabiliyor ve maçın ileriki dakikalarında isimlerini bile ilk kez duyduğumuz futbolcuları sahaya sürebiliyorken Real Madrid teknik direktörü Jose Mourinho hep stratejik değişiklikler yaptı...

Maçın böyle de ilginç detayları vardı, daha da uzatmak mümkün fakat isterseniz artık maça geçelim...

Maç beklediğim gibi başladı. Bayern Münih ilk dakikalardan itibaren üstünlüğü ele aldı ve maçın hemen başında bir penaltı kaçırdı. Badstuber o penaltıyı atsa işler Real Madrid adına tersine dönebilirdi ancak Casillas penaltıyı kurtardı ve maçın zevkli geçeceği belli oldu. Bayern Münih kaçan penaltının etkisini çok çabuk atlattı ve takım halinde gol için yüklendiler. İleride çoğalıp çok iyi paslaştılar ve Ribery ile etkili oldular. Bayern Münih'in maça iyi bir şekilde konsantre olduğu belliydi. Real Madrid daha ilk 20 dakikada 2, 3-0 geriye düşmekten kaptan Casillas sayesinde kurtuldu.

Mourinho'nun öğrencileri Bayern Münih'in aksine ileride çoğalıp orada top çevirmek yerine rakiplerini üzerlerine çekip hızlıca ileride çoğalmak ve kontra-atakla gol bulma derdindeydiler. Birkaç kez de cezasahasına kadar bu şekilde girdiler ancak golü bulamadılar. Real Madrid bariz bir şekilde ortasahanın ortasında sıkıntı çekti ve Canales ile Khedira ikilisinin yeteri kadar direnç gösterememesi nedeniyle bu bölgeyi Bayern Münih'e verdi.

Maçın ilkyarısı git-gellerle ve her iki takımın da az riskle oynadığı bir futbolla berabere biterken ikinci yarıya hızlı giren taraf Real Madrid'di. Bu sefer geride beklemek yerine ileriye akın ettiler ve ilk 45 ile 60. dakikalar arasında Bayern Münih'in cezasahalarına yaklaşmalarına izin vermediler. Bu baskıdan gol çıkmadı ve her iki takım aynı anda 3 oyuncu değişikliğine birden gitti.


Bu oyuncu değişikliklikleri bariz bir şekilde Bayern Münih'e yaradı. Van Gaal Schweinsteiger, Hamit ve Ottl değişikliğine giderken Mourinho sahaya Di Maria, Van der Vaart ve Lass Diarra'yı sürüyordu. Mourinho ortasahadaki sıkıntıyı çözdü ve pres yetersizliğini Di Maria ile kapatmak istedi diye düşünürken oyundan çıkan Sergio Ramos'u görünce şaşırdım. Diarra sağ beke, Di Maria sağ açığa ve Van der Vaart ise Canales'in yerine geçti. Böylece ortasahada hep bir eksik olan Real Madrid, Scheweinsteiger'in de devreye girmesiyle oyunun kontrolünü tamamen Bayern Münih'e verdi.


Ben Cristiano Ronaldo'nun Mourinho'nun gelişiyle defans yapmayı öğreneceğini düşünüyordum ancak aynı vurdumduymazlıklarına devam ediyor. Belki kendisinden çok fazla şey istiyoruz ancak ektra bir şey yapmasına gerek yok ki, bek ve açığını kovalasın yeter... CR7'nin defansif zaafiyetinden dolayı Marcelo solda çok boş kaldı ve zaten kendisinin de bu konuda bir eksiği olduğu için Bayern Münih o bölgeyi sık sık kullanmaya başladı.

Sol kanatta durum buyken sağ kanatta Di Maria'nın işlevini çözemedim. Mourinho'nun onu sağ kanada alarak şut çekmesini sağlamayacağını düşünmüştüm ancak bir tane bile böyle bir imkan bulamadı. Böylece ortasahası tamamen çöken Madrid, gol yiyeceğinin sinyallerini verdi. Allah'tan yemediler ve maçı penaltılara götürdüler.

Schweinsteiger ortasahada rahatça top koştururken kendisi Real Madrid'de olsa durum ne olurdu diye düşündüm. Bence sınıf atlardı Real Madrid. Khedira'nın bu takımda ilk 11'de çok fazla forma şansı bulacağını zannetmiyorum. Muhtemelen oraya bir adam daha alacaklardır.

Benim takımda gördüğüm üç büyük eksiklik;

- İyi bir sol bek lazım.
- Khedira'nın yerine iyi bir ortasaha elemanı lazım.
- Cristiano Ronaldo'nun artık biraz defans yapması lazım. Barcelona'da oynasa çok fazla iş düşmez kendisine ama Mourinho'nun sisteminde bu çok sırıtıyor.

Bir parantez: Sergio Canales

Bak sevgili kardeşim Canales; iyi çocuksun, şeker çocuksun, yakışıklısın, sol ayağın mükemmel ancak ayağına aldığın her topu kimsenin tahmin edemeyeceği yere atmak zorunda değilsin. Bu her zaman için risktir; biraz basit oynamayı öğrenmelisin.

Bir parantez: Casillas

Real Madrid'in birçok şeyi. Bugün biri normal ikisi seri penaltılardan olmak üzere 3 penaltı kurtardı ve maç içerisinde sayamadığım kadar kurtarış yaptı. Daha ne denebilir ki?

Kupayı Real Madrid penaltılarla 4-2 kazanmasına rağmen oynadığı futbolu pek fazla beğenmediğimi belirtmeliyim.

13 Ağustos 2010 Cuma

Sarı - Kırmızı - Lacivert Olanlar

"Selçuk Yula"

Bugüne kadar birçok futbolcu her iki ezeli rakibin de formasını giyme şerefine erişti. İşin aslı Fenerbahçe - Galatasaray hattındaki transfer trafiği Türkiye'de futbol tarihiyle neredeyse yaşıt. İlk olarak Fenerbahçe Spor Kulübü'nün atası olan Siyah Çoraplılar'ı kuran Fuat Hüsnü Kayacan daha sonra takım arkadaşı Horace Armitage ile beraber Galatasaray forması giydiler. Galatasaray kurucusu Ali Sami Yen'in onayıyla 4 numaralı kurucusu Galip kulaksızoğlu, Fenerbahçe'de oynarken 1911'de Galatasaray'ın ilk yurtdışı maçında sarı-kırmızı formayı giymiş bir isim. Bu isimlerin yanısıra aşağıdaki 52 isim daha ya doğrudan ya da dolaylı yoldan sarı-kırmızı-lacivert oldular:

Hasan Kamil Sporel , Hikmet Topuz, Dalaklı Hüseyin, Necip Şahin, Ekrem Mahmut, Süleyman Tekil, Orhan Canpolat, Haydar Aşan, Hilmi Atakul, Necdet Erdem, Niyazi Tamakan, Selçuk Hergül, Naci Erdem, İsmet Uluğ, Refik Osman Top, Suat Usbay, Rebil Erkal, Rasih Minkari, Kadri Aytaç, Bülent Varol, Ali Soydan, İsmail Kurt, Ruhi Karaduman, Şevki Şenlen, Raşit Çetiner, Güngör Tekin, Erdoğan Arıca, Engin Verel, Mehmet Oğuz, Erhen Önal, Arif Kocabıyık, İlyas Tüfekçi, Tanju Çolak, Mustafa Yücedağ, Semih Yuvakuran, Selçuk Yula, Hasan Vezir, Elvir Boliç, Benhur Babaoğlu, Sedat Balkanlı, Saffet Sancaklı, Ahmet Yıldırım, Sergen Yalçın, Emre Aşık, Fatih Akyel, Elvir Baliç, Haim Revivo, Abdullah Ercan, Mehmet Yozgatlı, Stjepan Tomas, Servet Çetin, Emre Belözoğlu.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Bir Zamanlar Xavi

Çocuk Xavi: Adam küçüklüğünden beri aldığı topları geri vermiyor...

Ergen Xavi

30'luk Xavi

10 Ağustos 2010 Salı

İki Kör Tanıdım


"Çok hoşlandığım bir kıza mesaj atmak için arkadaşımdan yardım istedim. Arkadaşım da bana 'Bu dünyada iki kör tanıdım; biri senden başka hiç kimseyi görmeyen ben, diğeri beni hiç görmeyen sen...' diye mesaj atmamı tavsiye etti. Ama ben bu mesajı çok uzun bulunca kısaltıverdim:

'Bu dünyada iki kör tanıdım; biri ben, diğeri de sen.'

Sergen Yalçın, Habertürk'te bir programdayken...

Wolfsburg'un Hedefleri


Felix Magath sayesinde asansör takım olma hüviyetinden çıkıp Şampiyonlar Ligi seviyesinde bir takım haline gelen Wolfburg iki büyük transferin peşinde. Alman basınında çıkan haberlere göre Wolfburg sportif direktörü Hoeness ile Juventus sportif direktörü Giuseppe Marotta Torino'da Diego'nun transferi için bir araya geldiler. Wolfburg ortasahasını Brezilyalı oyuncu Diego ile güçlendirmek istiyor ve Juventus'a teklifini sundu. Ancak fiyat konusunda anlaşamadılar. 16 milyon euro teklif edildi ancak Juventus 18 milyon euro istiyor.

Ayrıca Juventus yöneticisi Marotta, oturdukları transfer masasında bir ilginç çıkış göstermiş. Edin Dzeko'yu transfer etmek istediklerini ve buna karşılık Iaquinta + bir miktar para verebileceklerini söylemiş. Ancak Hoeness bunu kabul etmemiş ve Dzeko'yu bırakmaya niyetlerinin olmadığını söylemiş.

Bir diğer transfer haberi ise Hamburg'un 23 yaşındaki kanat oyuncusu Elia üzerine. Wolfburg teknik direktörü Steve Mclaren, Twente'de bir dönem beraber de çalıştığı Hollandalı'yı takımında görmek istiyor ve yöneticiler Hamburg'a yaklaşık 20 milyon euro teklif ettiler. Müzakereler sürüyor.

Yine de Wolfburg Diego ile anlaşmak üzere ve işin maddi yönden küçük detaylarının konuşulduğu söyleniyor. Peki bu durumda aynı mevkiide oynayan Misimovic ne olacak? diye bir soru gelebilir akla. Hoeness'a göre Misimovic bu sene takımdan ayrılmayacak ancak Avrupa'dan gelen birçok teklif var. Özellikle Fiorentina, Schalke, Atletico Madrid ve Galatasaray'ın Misimovic'i transfer etmek istedikleri konuşuluyor.

İşin özü; Wolfburg Diego'yu transfer edebilirse Misimovic'i gözden çıkarabilir ve bu durumda Misimovic yeteneklerini başka bir kulüpte gösterebilir.

Wolfburg'da hareketli günler yaşanacağa benziyor.

Aston Villa'nın Hocası Kim Olacak?


Aston Villa'nın 58 yaşındaki 4 yıllık hocası Martin O'Neill görevinden istifa etti. Yönetim ile bazı konularda görüş ayrılığına düşmüşler ve daha fazla dayanamayıp istifasını sunmuş. Bundan önceki tüm takımlarda olduğu gibi "Siz beni kovamazsınız, ben istifa ediyorum" dedi ve gitti. Premier Lig'in başlamasına çok az bir süre kala bu görev boşalması Aston Villa'yı çok fazla etkileyecektir elbette ve hemen yeni bir hoca arayışına girdiler. Daily Mail'in bugünkü haberine göre Sven Goran Eriksson ya da Bob Bradley'den biri olacak. Bana göre heyecanını kaybetmememiş ve tam anlamıyla kendini kanıtlamamış Bob Bradley iyi bir seçim olabilir.

Martin O'Neill bundan sonra ne yapar? Premier Lig'de talipleri çok ve bana göre de İngiltere'de kalır.

Real Madrid'in Savunması


Real Madrid'in geçen sezon en fazla sıkıntı çektiği bölge defanstı. Bundan bir post önce bahsetmiştik ve Mourinho'nun da doğru bir teşhis koyarak defans adamı aradığından söylemiştik. Mourinho haldır haldır stoper araya dursun, elindeki adamları da kaybediyor. Sezonun açılmasına az bir süre kala Pepe tekrar sakatlandı. Bu gidişle Madrid'in Gökhan Zan'ı olacak. 3 hafta yokmuş ve bu sakatlığı müzminleşebilirmiş, sezon içerisinde daha büyük sakatlığa yol açabilirmiş. Bir stoper yerine iki stoper alabilirler.

Ancak Eflatun-Beyazlılar'ın sorunu yalnızca stoper mevkiisinde değil. Bir de sol bek arıyorlar. Savruk Marcelo'ya tam anlamıyla güvenememiş Mourinho. Aslında dünyadaki birçok solbekin ortak özelliği olan hücumcu olmak ama defansif görevi iyi yürütememek özelliği var Marcelo'da. Lyon'lu Michel Bastos'a benzeyen bir stili var; Türkiye'deki muadili Andre Santos'a da... Fazla hücumcu; ileri gidiyor ancak çok fazla geri gelmiyor ve Mourinho'nun takımında buna asla izin verilmez. Güven vermiyor. Güven vermediği için de sağlam bir sol bek aradı Mourinho. Çok sevdiği Ashley Cole ile tekrar çalışmak istedi ancak kulübü Chelsea ile anlaşamadılar. Vazgeçtiler ve sanıyorum yeni bir sol bek arayışındalar.

Anlayamadığım bir şekilde sağ bek için de Maicon'un ismi geçti ve ciddi ciddi transfer girişimleri oldu. Sergio Ramos'un olduğu bir takımda transfer için en son konuşulacak bölge sağ bektir. Ramos varken neden Maicon transfer edilmek istenir ki? Bana göre Maicon dünyanın en iyisi, Sergio Ramos'tan da iyi ancak arada dağlar kadar fark yok ve ben olsam asla ve asla o kadar büyük paralar harcayıp Maicon için Ramos'tan vazgeçmem. Takımınızda Cristiano Ronaldo var ve siz sırf daha iyisi diye Messi'yi transfer etmek istiyorsunuz; bunun gibi bir şey. Mourinho'dan böyle bir hamle beklemezdim açıkçası, anlayamadım. Ancak bu transfer gerçekleşmeyecek zira Inter başkanı Massimo Moratti, Maicon'un önümüzdeki sezon da Inter'de kalacağını söyledi. İyi olmuş.

Bakalım bu savunma sezon içerisinde ne kadar başarılı olacak, göreceğiz...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Yapamazsan Yok


Yunanistan'ın AEK takımı için hazırlık döneminde işler yolunda gidiyordu. İlk önce Glasgow Rangers'ı, ardından da Blacburn Rovers'ı yenmişlerdi; takım iyi yoldaydı ve taraftar mutluydu. Ardından takımın teknik direktörü Dusan Bajevic, Yunanistan 2. Ligi takımlarından Kallithea ile bir hazırlık maçı yapmak istedi. Ne olduysa bundan sonra oldu; AEK kötü bir futbolla Kallithea'ya 2-1 yenildi ve takım ve teknik heyet soyunma odasının yolunu tuttuğu sırada sinirli AEK taraftarları sahaya girdi ve yenilginin sorumlusu olarak kabul ettikleri hocaları Bajevic'e yumruklarla saldırdı. Soyunma odasına girmek istediği sırada ne olduğunu anlamadan suratına inen yumruk darbesiyle acı içinde yere yığılan Bajevic, ardından hastaneye kaldırıldı.

Daha önce AEK'nın en büyük rakiplerinden olan Olympiakos'u çalıştıran Bajevic'in taraftarlar tarafından zaten pek de sevilmediği konuşuluyor.

Olayların ardından takımın başkanı Adamidis, takımın içerden sabote edildiğini, bu konuyu araştıracaklarını ancak hocalarını kovmaya niyetlerinin olmadığını söylemiş. Gerçek AEK taraftarının bu olmadığını, bir an önce taraftarın tekrar takımı desteklemeye başlamasının gerektiği çağrısında bulunmuş.

Aman diyorum...

8 Ağustos 2010 Pazar

Boa Sorte Mourinho!*


Bundan iki ay önce Real Madrid'in başına Jose Mourinho geçtiğinde
"Mourinho'nun Hedefi" başlıklı yazı ile bu konuya bir giriş yapmıştık. Aradan 2 ay geçti, Real Madrid cephesinde önemli gelişmeler oldu. İspanya'da geçen sezonun en iyi çıkış yapan futbolcularından Sergio Canales resmi olarak takıma katıldı, Pedro Leon ve Avrupa'nın bu sene iki gözde ismi Sami Khedira ile Angel di Maria transfer edildi.

Takım ve transferlere geçmeden önce Jose Mourinho ve Real Madrid aşkından konuşalım. Real Madrid eski ihtişamından uzaklaştı ve bayrağı yavaş yavaş Barcelona'ya devretmeye başladı. Bununla birlikte hala tarihin gelmiş geçmiş en başarılı takımılar ancak en çok kazandıkları Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu'nu 8 senedir kazanamıyorlar. Güzel futbol ve Avrupa'da bir kupa istiyorlar. Bunun için şampiyon olmuş ancak istedikleri futbolu oynatamayan nice hocayı kovdular. Artık deli gibi Avrupa'da bir kupa istiyorlar. Bunun için de bu işin son zamanlarda en fazla çıkış gösteren ismi, bu işin en becererikli teknik adamı olan Jose Mourinho'yu takımın başına getirdiler.

Mourinho herkesin de bildiği gibi Porto'yu 2 sene üst üste lig şampiyonu yapıp 17 yıl aradan sonra Şampiyonlar Ligi kupasını kazandırdı, Chelsea'ye geçti ve takıma tarihinde ilk kez Premier Lig şampiyonluğunu tattırdı ancak 3 sezon boyunca Şampiyonlar Ligi'nde yarı finalden ötesini göremeyince Abramovic tarafından takımla ilişkisi kesildi. Bir yıllık aradan sonra Inter'e transfer oldu ve Porto'daki başarısının aynısını gerçekleştirip takımı üst üste 2 sefer lig şampiyonu yaptı ve Inter'e 45 yıl aradan sonra Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazandırdı. Yani gittiği her takıma kupa anlamında zaferler getirdi. Zaman zaman takıma fazla defans oynattığı için eleştirilse de hiçbir zaman çirkeflik yaparak başarı kazanmadı; her zaman taktiğe değer verdi ve başarılarını hep taktik dehasıyla kazandı.

Ve artık şimdi başka bir hedefi var: Şampiyonlar Ligi'ni 3 sefer kazanan ilk teknik direktör olmak. Bunu da 8 yıldır bu kupayı müzesine götüremeyen Real Madrid'de başarmak istiyor.

Real Madrid ve Jose Mourinho. İkisinin de hedefi büyük. Jose Mourinho tarihe yeni bir özellikle geçmek, Real Madrid ise çok istediği Avrupa zaferlerini tekrar kazanmak istiyor. İki aç olgunun birleşmesiyle yeni bir değer kazanılacak mı bakalım?


Bu olasılık çok uzak değil zira Jose Mourinho kazanmayı alışkanlık haline getirdi ve her türlü şartta başarılı olmasını biliyor. Onun için kadro eksikliği, içerde veya deplasmanda oynamak, favori gösterilmemek gibi etkenler hiç önemli değil; O, Camp Nou'da Barcelona'ya karşı 10 kişi oynadığı maçta 80 dakika boyunca gol yememeyi bile başarabilmiş bir teknik direktör.

Real Madrid'e La Liga şampiyonluğunu getirmesi istenmiyor aslında kendisinden. Üstte de dediğim gibi, artık bir Avrupa Kupası isteniyor. Bence bunu başarabilir. Başarırken de takımda bazı kilit isimler olacak. Cristiano Ronaldo, Kaka, Higuain başta olmak üzere tüm oyuncuların potansiyellerinin üzerine çıkacağını tahmin ediyorum. Şampiyonlar Ligi tecrübesi olan bir dolu futbolcu da var; Raul ve Guti gitmiş olsa bile hala takımın ağırlığını kaldırabilecek başta Casillas ve Sergio Ramos olmak üzere birçok futbolcu var.


Takımın beyni olacağını tahmin ettiğim Kaka sakatlandı ancak Jose Mourinho bunu hiç de dert etmiyor. Sergio Canales'ten bolca faydalanmayı ümit ediyor. Takımın geçen sezon en sorunlu bölgeleri forvet ve defans hattıydı. Higuain'in bir alternatifi yoktu ve Karim Benzema istediği toplarla buluşamıyordu, Raul ise çok az forma şansı buluyordu. Takımın gol yükünü Cristiano Ronaldo ve Higuain sırtlıyordu, ortasahadan destek pek bulamıyorlardı. Ben bu sezon Pedro Leon ve Sergio Canales transferlerini bu anlamda çok olumlu görüyorum. Özellikle geçen sezon 32 maçta 16 gol atıp maç başına 0.5 gol ortalaması tutturan Canales, uzun yıllar hem Real Madrid'in hem de İspanya Milli Takımı'nın en kilit ismi olabilir.

Bana göre geçen sezon oldukça başarılı bir sezon geçiren Manuel Pellegrini Kaka'dan uzun süre faydalanamamıştı, şansa bakın ki Mourinho'da uzun bir süre daha faydalanamayacak. Ancak Portekizli'nin bu takımın başında en azından 2-3 senelik kredisinin olduğunu varsayarsak Kaka'dan uzun vadede çok fazla verim alacağını tahmin ediyorum.

Mourinho kısa sürede teşhisi iyi koymuş. Bir golcü ve bir stoper alacağız diyor. Geçtiğimiz sezon Pepe'nin sakatlanmasıyla beraber stoper bölgesinde sıkıntılar yaşanmıştı. Raul Albiol ve Garay ile idare edilmiş, Sergio Ramos'un büyük desteğiyle de sorunun üstü örtülmüştü. Pepe bu sezon dönecek ancak onun yanına tecrübeli ve garanti bir stoper daha alınmalı bana kalırsa.

Real Madrid'in iyi bir kadrosu var. Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu için ne kadar yeterli bilemiyorum ancak kadro yetersizliği Mourinho'nun tecrübesiyle örtülebilir. Umarım Jose Mourinho ve Real Madrid'in kanı uyuşur ve biz Real Madrid sevdalılarının yüzü güler.

* İyi Şanslar Mourinho!

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Prandelli'nin Takımı


İtalya Milli Takımı ve İtalya'nın 3 büyüğü (Juventus, Inter, Milan) ile ilgili son zamanlarda yaygın bir klişe var. Özellikle 3 büyüğün kadrolarının hızla yaşlandığı, ketumlaştığı ve buna paralel olarak Milli Takım kadrosunu da yaşlandırdığı konuşulur. Doğrudur ki 2010 Dünya Kupası'nda İtalya'nın hangi kadroyla oynadığına bakarsak çok da yanlış bir şey söylememiş oluruz. 36'lık Camoranesi'nin kaptanlığını yaptığı takımın forveti hala Iaquinta. Yaşı çok fazla olmasa da yüzü eskimiş Gattuso oyundan çıkıp yılların eskitemediği Pirlo kurtarıcı olarak oyuna giriyor. Ve bu kadro kolay denilebilecke bir grupta sonuncu olarak kupaya veda etti. Marcelo Lippi görevinden ayrıldı.

Gruptaki son maç olan Slovakya maçından sonra basın toplantısında "Oyuncularım sahada hiçbir şey yapmadılar. Demek ki ben soyunma odasına iyi taktik verememişim." diye de gayet cengaverce bir açıklama yapmıştı. Lippi gitti, yerine de Fiorentina'da son zamanlarda istikrarlı işler çıkaran Cesare Prandelli geldi. Açıklamalarında gayet heyecanlandırıcı şeyler söylüyor. Artık takımın gençleşeceğini ve İtalya Milli Takımı'nın başarılı olacağını iddaa ediyor.

İtalya'nın Salı günü Londra'da Fildişi Sahili ile oynayacağı hazırlık maçının kadrosuna Lippi döneminde şans bulamamış üç isim Balotelli, Amauri ve Cassano alındı. Yetenekli ama bu yeteneğini bir türlü gerçek potansiyeliyle birleştirememiş Balotelli en heyecanlandırıcı isim ancak kadroyu gençleştireceğim diyip 30'luk Amauri'yi takıma çağırmak ironik. Sanırım performansla alakalı bir durum bu.

Gök Mavililer bakalım eski günlerine geri dönecekler mi...

5 Ağustos 2010 Perşembe

4 Ağustos 2010 Çarşamba

3 Ağustos 2010 Salı

Miroslav Stoch’tan Alex Olur Mu?


“Mehmet Topuz’dan Tuncay Olur Mu?” başlıklı yazıda bir futbolcunun yalnızca bir bölgede oynamakla sınırlı kalma lüksünün olmadığını, değişik bölgelerde elinden geldiğince oynayabilmesi gerektiğinden bahsetmiştim. Bu düşünceden yola çıkarak da Mehmet Topuz’un Tuncay Şanlı ile benzer özelliklere sahip olduğunu ve Fenerbahçe’de oynadığı bölge olan sağ kanattan sol kanata geçmesinin takım adına daha olumlu olabileceğini söylemiştim. Zira Fenerbahçe uzun zamandır kanatlarda bir problem yaşıyor ve bu problem özellikle sağ kanatta değil, sol kanatta. Mehmet Topuz’un var olan özelliklerini sol kanatta daha iyi gösterebileceğini ve böylece sağ kanatta uyumsuz olduğu Gökhan Gönül’ün daha iyi performans ortaya koyacağını da eklemiştim. Bu beklentim tabii ki yerine gelmedi ve geleceğe de benzemiyor ancak bu sezon yer değişimi konusunda bir beklentim daha var.

O da Miroslav Stoch’un Alex rolünü üstlenmesi. En azından Alex’in sakat ya da cezalı olduğu dönemlerde o bölgeye çekilmesi.

Öncelikle Stoch’un genel özelliklerinden ve bu özelliklerini Alex’in bölgesinde kullanıp kullanamayacağından bahsetmek lazım. Stoch, bir kanat oyuncusundan beklenen kadar hıza, üst düzey tekniğe ve üstün bir zekaya sahip. Tüm özellikleri vasatın üzerinde ve maksimum derecesinde olması onu modern ve aranan bir kanat oyuncusu yapıyor. Henüz 21 yaşında olması ve bugüne kadar herhangi bir kötü olayla adının anılmaması ise işin tuzu biberi konumunda. Eksik olan özelliği ise sol ayağı. Miroslav Stoch, sol ayağını yalnızca koşmak için kullanıyor ve bu sebepten dolayı açık alan bulmadığı sürece sıfıra inip orta kesmiyor. Sürekli olarak içeri kat ediyor, pas alışverişinde bulunuyor ve bir kanat oyuncusundan beklenenin üzerinde golcüye pozisyon hazırlıyor. Uzaktan çektiği sert ve isabetli şutları, dar alandaki çabuk hareketleri ve topu kolay kolay kaptırmaması gibi özellikleri ise kendisini üst düzey bir orta saha oyuncusu yapıyor. Eksik olan bir diğer özelliği ise defans yapmayı pek sevmiyor oluşu. Pres yapıyor, alan savunmasına katılıyor; yani bu konuda en azından bir Colin Kazım değil ancak rakip beki ve açığı kovalamıyor, arkasındaki takımdaşı beke ise çok az yardım ediyor. İkili mücadelelerde ise pek fazla ayakta kalamıyor. Kısa boyundan dolayı kafa toplarına da hakim değil. Gerçi Aykut Kocaman’ın yerden ve bol paslı oyun sisteminde boy konusu onun dezavantajı olarak gözükmeyebilir, hatta avantajıdır da.

Özetle Stoch, bir kanat oyuncusundan beklenenin çok üzerinde topla haşır neşir ve oldukça zeki bir futbolcu. Ayaklarına hakim olması ve çok rahat adam geçebilmesi, onun kanatta sıkışıp kalmaması gerektiği konusunda kafamı kurcalıyor. Bu yetenekte birine daha fazla özgürlük ve sorumluluk verilmeli.

Bu noktada kendisine verilebilecek en önemli görev, onun Alex’in bölgesinde kullanılması. Alex’in yarattığı pres yetersizliğini kapatabilir, hızıyla ve tekniğiyle çok rahat adam geçebilir ve hareketli ve zeki oluşuyla da hem golcüyü hem de içeri giren ortasaha oyuncularını çok rahat gol pozisyonuna sokabilir. Ayrıca hazırlık maçlarında ve Young Boys maçında gördüğüm kadarıyla stoperlerin yanına kadar gelip oyun kurmak gibi bir görev üstlenmiş kendine, yani sorumluluk almaktan kaçınmayan, takım adına yararlı işler yapmaya çalışan bir orta saha oyuncusu. Ben bu düşünceden yola çıkarak, kendisini sol kanada hapsedip yeteneklerini göstermesini engellemek ve o bölgede defansif zaafiyet yaratmak yerine ortaya çekilip daha yararlı olmasını sağlamanın doğru olacağını düşünüyorum.

Bununla birlikte, bu sezon Aykut Kocaman'ın sık sık vurguladığı hızlı oyun sisteminde Stoch'un en az Alex kadar, hatta Alex'ten bile daha fazla iş yapabileceğini düşünüyorum.

Elbetteki şu vaziyette Alex’i kesmesi imkansıza yakın bir şey. Aynı anda oynadıkları maçta rol değişikliğe yapmaları da mantıksız gözüküyor. O halde Alex’in olmadığı maçlarda alternatif olarak birinci oyuncu kendisi olmalıdır. Örneğin geçen sezon Alex’in olmadığı dönemlerde yerine Deivid ya da Mehmet Topuz oynamıştı; takım bariz bir yaratıcı oyuncu eksikliği çekmişti. Ben Stoch’un bu eksikliği doldurabilecek kapasitede olduğunu düşünüyorum.

Aykut Kocaman ve Fenerbahçe


Aykut Kocaman’la beraber girilen yeni dönemden hemen önce taraftarın kafası fazlasıyla karışıktı. Kaçan şampiyonluğun atlatılamayan travması, Cristoph Daum’un feshedilemeyen sözleşmesi falan derken herkes kendini büyük bir boşlukta buldu. Fenerbahçe, yine tüm ülkede spor dünyasının birinci gündemiydi. Klasik “Ne olacak bu Fener’in hali” durumu yaşanıyordu. Derken, hiç de sürpriz olmayan bir hareketle Aykut Kocaman takımın başına getirildi. Türkiye’de ilk kez uygulanan “Sportif ve teknik direktör” mevkisi ile takımın başına geldi. İngiltere’deki manager sistemiyle.


Amma ve lakin… Cristoph Daum’un takımın başında olduğu vakitlerde Aykut Kocaman medya karşısında “Fenerbahçe’ye teknik direktör olmak gibi bir düşüncem yok” demişti ve yalnızca 3-5 ay sonra sözünü yutup sahaya indi. Bu, kendisi adına benim gözümde bir eksidir ve Cristoph Daum’un kuyusunu kazdığı yönündeki iddiaların gerçek olma ihtimalini arttırıyor. Bunun böyle olmamış olmasını umut ediyorum ancak olup olmadığını nasıl izah edebilir ki?

İşin ahlaki yönünü geçip sportif kısmına geçersek eğer; Aykut Kocaman bir Alex Ferguson, bir Felix Magath, bir Van Gaal olabilir mi? Gerekirse Başkan Aziz Yıldırım’ın karşısına geçip “X futbolcuyu gönderip Y’yi alacağım” diyebilir mi? Bunun cevabını şu anda veremiyoruz elbette ve Aykut Kocaman dahil hiçkimse bu konuda bir öngörüde bulunamaz. İşin gerçeği şu ki; bu göreve geliş şekli bunları yapmaya yetkisinin olduğunu gösteriyor. Yapılan imza töreninde söylenenler kendisine neredeyse sınırsız yetki verildiğine dairdi. Ve bu yetkiler içerisinde başkana rağmen futbolcu gönderme işlemi vardır. Zıt düşülen konularda alttan alıp başkanın karşısında ezilmek bu görevin amacının dışındadır ve durum böyle olursa bu mevkii ismi yalnızca kağıt üzerinde kalır. Fenerbahçe’de her şey Aziz Yıldırım’ın bilgisi ve onayı dahilindedir. Aziz Yıldırım’dan habersiz olarak kulübe pet şişe su bile alınmaz, onaylamadığı bir çaycı dahi kulüpte çalışamaz. Aykut Kocaman Aziz Yıldırım’ın olduğu bir kulüpte ne kadar istediklerini gerçekleştirebilir, bu görevin sınırlarını ne kadar zorlayabilir merak ediyorum.

Ancak bir de şu var. Aziz Yıldırım, yaptığı hamlelerle kredisini neredeyse bitirmiş durumda ve olası bir başarısızlıkta kendisine destek verecek kişileri artık bulamaz. Kendisini destekleyenler bile artık yavaş yavaş muhalif tarafa geçmeye başladı. Bu da kendisinin, hiçbir teknik direktöre olmadığı kadar Aykut Kocaman’a güvenmesini sağladı. Tek çare olarak Aykut Kocaman’ı görüyor artık. Bu hem kulüp için hem de Aykut Kocaman için oldukça avantajlı bir durum zira Aykut Hoca’yı küstürecek herhangi bir davranışta bulunmamaya özen gösterecektir. Soyunma odasına inip taktik verme alışkanlığından vazgeçeceğini, hocadan habersiz olarak yıldız ama içi boş transferler yapmayacağını tahmin ve umut ediyorum. Artık transfer dönemlerinde kafasına göre oyuncu almak yerine teknik ekiple masaya oturup durum değerlendirmesi yaptıktan sonra Aykut Kocaman’ın istediği oyuncuları alacaktır diye düşünüyorum.

İşin taraftar kısmında genelde bir problem yok. Benim gözlemlediğim kadarıyla Aykut Kocaman’a başarısız olması durumunda dahi yoğun bir destek verilecek. Zira bu “Kocaman Adam”, kulüp tarihin en efsanevi futbolcularından biri ve Türk Futbol Tarihi’nin gelmiş geçmiş en efendi sporcularından biri. Ben de dahil olmak üzere taraftarların çok büyük bir kısmı kendisine fazlasıyla kredi veriyor.

Yeşil sahaya dönecek olursak… Aykut Kocaman’ın medya karşısında verdiği bütün demeçlerde altını çizdiği konu, takımı hızlı ve oyunun rakip sahaya yıkıldığı, merkezin ileride kurulduğu ve orada top çevrildiği bir sistemle oynatacağı yönündeydi. Daum’un ezberci, katı savunma anlayışıyla oynattığı oyunun tam tersi yani. Aykut Kocaman, tam da Fenerbahçeliler’in istediği gibi konuştu ve ilk icraatlarını da bu yönde yaptı. Caner Erkin, Miroslav Stoch ve Issiar Dia gibi üç iyi ve hızlı kanat oyuncusu transfer edildi. Bu sistem için ideal kanat oyuncuları. Ayrıca topla haşır neşir olabilen iyi bir santrfor da alınacak. Ben bu çerçevede, yapılan transferleri olumlu görüyorum. Uzun yıllardır hasretini çektiğim bir konuydu bu. Belirli bir oyun planı ve bu plana uygun iyi transferler yapılmasını istiyordum. Aykut Kocaman’da bu ışığı görüyorum.

Buzdağının öte yanında ise durum biraz karışık. Hocanın istediği ve takımda görmek istediği, taraftara vaat ettiği şeyler çok güzel ancak bu iş hiç de kolay değil. “Hızlı olacağız ve oyunu rakip sahaya yıkacağız” diyor Aykut Kocaman. Dünyada var mı böyle bir takım? Barcelona desen, oyunu rakip sahaya yıkma konusunu yiyip içmişler ancak çok da hızlı bir takım değiller. Manchester United desen, hızlılar ancak maçı 90 dakika boyunca rakip sahada oynamıyorlar. Şampiyonlar Ligi finaline çıkıp kazanan Inter tüm maç boyunca ortasahayı 10 kezden fazla geçmiyor; belki belki belki Bayern Münih her ikisini dengeli yapıyor. Dünya Kupası’nı kazanan İspanya bile, Barcelona ekolünden bir takım ve hiç heyecan yapmadan yavaş oynuyorlar. Görüldüğü üzere dünyada bu tarz bir takım yok. Belki tek, belki 3-5 maça bakarak “Aaa böyle bir takım varmış” diyebilirsiniz ancak bunlar ne kadar ölçü olur ve 3-5 maçta ortaya konan bu tarz oyun şampiyonluk için ne kadar yeterlidir? Durum böyle olunca, Aykut Kocaman’ın söylemleri benim kulağıma büyük işlermiş gibi geliyor. Bunu başarabilir mi? Her maç, her maç olmasa bile sezonun dörtte üçünde bu tarzda oynayan bir takım yaratabilir mi? Yaratırsa bu sefer teknik direktör olarak efsane olur Fenerbahçe’de.

Bu iş yalnızca hocada da bitmiyor. Belki Aykut Kocaman bu işin formulünü de biliyor ancak bu bahsettiği oyunu forse edip hızlı top çeviren takımın geri dörtlüsü, buna ek olarak da ortasahasındaki defansif görevi yürüten eleman üst düzey futbolcular olmak zorunda. Kontra-ataklarda Lugano’dan rakip forveti kovalamasını bekleyemezsiniz. Ya da ortasahada rakibin pas trafiğini bozacak kaç tane futbolcu var Fenerbahçe’de? Gol olmayan atağı tazeyeleyecek, dönen toptan anında oyun kuracak futbolcu kim? 60’tan sonra oyundan düşen Emre ya da Cristian mı yoksa 10 metre yanındaki adama pas atmakta sıkıntı çeken Selçuk mu?

Aykut Kocaman’ın verdiği değişim sinyallerini olumlu görüyorum ve idealimdeki Fenerbahçe teknik direktörüne yaklaştığını hissediyorum ancak bahsettiği oyun tarzını 1-2 sene içerisinde bu takıma oturtması ve sonucunda başarı sağlaması zor görünüyor. Bu tarz bir takım için birçok ciddi transfere, alışmaya çalışan stressiz bir takıma, sabırlı bir taraftara ve işini üzerinde baskı hissetmeden yapabilecek bir teknik direktöre ihtiyaç var. Aykut Kocaman’ın yaratmaya çalıştığı takıma geçiş süreci sancılı olacak ve kısa vadeli başarısızlıklara şimdiden hazır olmamız lazım. Bunlar Şampiyonlar Ligi’nden elenmek, ligde 2-3 sene şampiyon olamamak gibi şeyler. Ve görünen şu ki; yaratılmaya çalışılan takımın ilk sinyalleri sanırım transferler.

Ben Aykut Kocaman’ın kısa vadede başarılı olacağını düşünmüyorum. Şimdiden Şampiyonlar Ligi’ndeki play-off maçında mağlubiyete ve ligdeki erken kopmaya kendimi hazırlamış vaziyetteyim. Ligde liderin 10 puan gerisindeki bir takım beni hiç de şaşırtmayacak. Ancak üstte de dediğim gibi, ben Aykut Kocaman’a büyük destek veriyorum ve uzun vadede çok da umutlu olmasam da başarılı olacağına inanıyorum. Olası bir başarısızlıkta arkasında olacağım, tabii ki takım olumlu ufak tefek sinyaller verirse. Burada önemli olan şey, Aziz Yıldırım’ın Aykut Kocaman’ın arkasında durması, takım kötü giderken çıkıp “Hocamızla devam edeceğiz, ligde 5. bile olsak bir dahaki sezon tekrar çalışacağız” demesi. Eğer bu hareketi yaparsa, inanın bana medya bile çok fazla yüklenmez Aykut Kocaman’a. Adnan Polat akıllı adam misal, daha Frank Rijkaard imzayı bile atmadan “Hocamızın arkasındayız” diyip zemini hazırladı ve Galatasaray adına rezil geçen bir sezon medyadan ve taraftardan hiç tepki toplamadı, geçmişteki örneklerin aksine medyada Rijkaard’ın gidip kalacağı konusu hiç tartışılmadı. Fenerbahçe yönetimi de bu şekilde Aykut Kocaman’ın arkasında durduğu sürece medya çok yüklenmeyecek ve taraftar hiç protesto etmeyecektir.

Benim sezon öncesi Aykut Kocaman ile ilgili genel görüşlerim ve beklentilerim bu şekilde. Umarım her şey yolunda gider.

Guti, Schuster ve Beşiktaş #2


Öncelikle Beşiktaş’ın geçen seneki genel görüntüsüne bakmakta fayda var. Takım son derece istikrarsız, oynanan futbol kötü. Tribünler ikiye bölünmüş, genel itibari ile Yıldırım Demirören’e karşı duran büyük bir kitle var. Ernst ve Ferrari hariç hemen hemen tüm futbolcular ıslıklanma evresinden geçmiş, başta Nihat ve Tabata olmak üzere birçok oyuncudan istenilen verim alınamamış. Bununla beraber Mustafa Denizli’ye verilen bir destek var ancak zamanla küçük gruplar halinde de olsa protestolar başlamış. Takımın şampiyonluğunu ve Avrupa’daki yerini belirleyecek olan kritik bir Fenerbahçe maçı kaybedilmiş ve kalan diğer maçlar antreman havasında geçmiş. Mustafa Denizli sezon sonunda hastalığı nedeniyle görevinden ayrılmıştı.

Beşiktaş’ın geçen sezonki en özet hali bu. Geçelim bu sezona. Mustafa Denizli’nin yerine Real Madrid’i 3 sezon önce şampiyon yapan ancak daha sonra görevinden alınıp 2 yıl boş gezen Bernd Schuster getirildi. Öncelikle ben, Schuster ile Beşiktaş’ın kanının uyuşacağını düşünüyorum. Karakterinden gelen agresif yapısı ve futbola bakış açısı her takıma uyar. Eğer işlerine karışılmazsa ve istediği transferler yapılıp başarısı için gerekli şartlar yerine getirilip biraz da sabredilirse ben Beşiktaş’ı iyi yerlere taşıyacağını tahmin ediyorum.

Beşiktaş’a oynatacağı futbolun ana hatlarını yavaş yavaş bize anlatmaya başladı. Quaresma ve Guti transferleri, Ferrari’yi yavaş olduğu için kadroda düşünmemesi gibi etkenler bu takıma bol bol hücum oynatacağı sinyallerini veriyor. Beşiktaş iyi bir hava yakaladı.

Ben Guti transferine değinmek istiyorum. Geçmiş postlarda Guti’ye olan özel hayranlığımdan bahsetmiştim. Kendisinden daha iyi bir dolu futbolcu olmasına rağmen kanımın en fazla ısındığı ve dünyadaki futbolcular içerisinde en sevdiğim 2-3 futbolcudan biri olduğunu söylemiştim. Vardır böyle futbolcular. Herkesin bir özel yıldızı vardır. Çok fazla göz önünde bulunmayan ama sizin sürekli takip ettiğiniz; videolarına, resimlerine baktığınız, maçlarını kaçırmadığınız futbolcular vardır. Real Madrid birçok yıldızı bünyesinde barındırdı; Zidane, Ronaldo, Beckham gibileri… Ancak Guti her zaman benim için ayrı bir futbolcu olmuştur. Çoğu kez Real Madrid’i değil, Guti’yi izlemek için televizyonun başına geçmişimdir. Hayalimdeki ve idealimdeki futbolcu modeline en fazla yaklaşan futbolcu kendisidir. Attığı inanılmaz zeka dolu paslar, sempatik ve soğukkanlı tavırları, takımı sahiplenişi ve takım kötü gittiği anda liderlik yapabilme özelliği onu özel bir futbolcu yapıyor.

Daha 3 ay öncesine kadar attığı pasları sanki ben atıyormuşum gibi hayal kurduğum bir adam bugün Beşiktaş’a, ezeli rakibimiz Beşiktaş’a imza atıyor. Bu transfer Beşiktaş için ne kadar hayırlıysa benim adıma o kadar üzücü bir olaydır. Yıldızlar gelsin, izleyelim, Türkiye topraklarında bu adamları top koşturalım ancak bu isim Guti olunca işler değişiyor. Quaresma’nın transferi bende hiçbir kıskançlık hissi yaratmadı misal. Keza Robinho ismi dolaşıyor; gelsin, hiç sorun yok. Ancak Guti… Guti gelmesin birader… Gelecekse de yalnızca bize gelsin.

Bu duygusal paragrafların ardından Beşiktaş ve Guti ilişkisine geçelim. Beşiktaş geçen sezon en çok ofansif ortasaha, ya da “oyunkurucu” diye tabir edilen bölgede sıkıntı çekmişti. Tabata geldi ancak hiç verim alınamadı, orjini sol bek olan Tello o bölgeye çekildi, verim alınamadı. 34 maçın 30’unu sakat geçiren Yusuf Şimşek’in ayağına top değmedi ve Ernst’in çabalarıyla, devşirme oyuncularla ite kaka sezon sonu getirildi. Teşhisin doğru konulması ve en az maliyetle alınabilinecek en iyi futbolcunun alınması bu transferin doğru bir hamle olduğunu gösteriyor.

Beşiktaş’ın bu sezon özellikle kanatlarının çok fazla işleyeceği gözüküyor. Roberto Hilbert ve Quaresma transferleri sağ ve sol kanata takviye içindi. Hilbert çok fazla maharetleri olmayan, içeri kat edip pas alışverişinde çok fazla iş göremeyen bir futbolcu olmasına rağmen her zaman için sağ kanatta iyi bir görev adamıdır. Quaresma ise dikine gider, içeri kat eder, santrfora gol pozisyonu hazırlar vs… Birçok meziyetleri olan bir futbolcudur. Bobo’ya geçelim. Bobo ise hava toplarında etkisiz, ikili mücadelelerde güçsüz ancak pozisyon hazırlamada ve son vuruşlarda usta. Bobo’dan müthiş bir dripling yapıp 3-5 kişiyi çalımladıktan sonra gol atmasını bekleyemezsiniz. Bobo, ayağına gelen topları gol konusunda iyi değerlendiren bir oyuncudur. Ancak kendisine yardım eden bir ortasaha ve kanat adamları olmadığı sürece son derece vasat bir golcü izlenimi veriyor. Bobo’yu boşa kaçıracaksınız, Bobo’ya iyi paslar atacaksınız ki gol yapsın.

İşte bu yüzden Guti son derece yararlı bir transfer. Dünyada kendisinden daha iyi ve isabetli pas atan futbolcu sayısı oldukça azdır. Onun için açık veya kapalı defans fark etmez; iğne deliğinden o pası geçirir. Her maç size gol ya da asist anlamında bir garanti verir ve bana güvenin; tek başına 10 puan kazandırma mahareti vardır. Guti’den set oyununa ayak uydurmasını, yavaş yavaş pas yapmasını bekleyemezsiniz; Guti’nin en büyük özelliği pası en kısa sürede en iyi yere göndermesidir. Sahada hiçkimsenin göremediği boşlukları görür, sağına bakıp soluna gönderir ve az pas hatası yapar.

Peki bu kadar övdük, bu adamın hiçbir kötü özelliği yok mu? Var. Bu olumsuz özelliği onu dünyada ikinci sınıf futbolcular sınıfına koyuyor zaten. Medyada genelde şöyle bir hava sezdim; Guti’nin yalnızca ofansif anlamda değil defansif anlamda da üst düzey bir futbolcu olduğu söyleniyor. Katılmıyorum. Guti futbolculuk yaşamının hiçbir döneminde defansif anlamda vasatın üzerine çıkamamıştır, hiçbir zaman takıma pres yapma konusunda yardım etmemiştir. Genelde bu görüşü savunanlar Guti’nin bazı dönemlerde önlibero oynadığından bahsediyor. Evet, Guti zaman zaman bu görevi üstlenmiştir ancak onun önliberoda oynaması asla ve asla iyi bir defansif ortasaha olduğunu göstermez. Guti kalede de oynasa ofansif bir futbolcudur. Sizin sezon boyunca defansif sıkıntınızı çözmez, çözemez zira fiziki özellikleri birçok dünya futbolcusundan geridir. Misal; Cambiasso nerede oynarsa oynasın defansif bir futbolcudur. Inter’de zaman zaman ofansif görevi üstlenmesine rağmen ne kadar sırıttığını gördük. Cambiasso geride de oynasa, ileride de oynasa her zaman için iyi bir defans adamıdır. Guti de böyledir; çok fazla ileri geri koşmaz, çok lazım olmadığı müddetçe pres yapmaz, ikili mücadelelerde çok da baskın taraf değildir. Guti’nin en büyük dezavantajı da budur. Real Madrid’de çok fazla ilk 11’de oynamamasının da bunda sebebi olabilir. Önemli olan şey, Beşiktaş ortasahasındaki elemanların Guti’nin yarattığı bu pres yetersizliğini çözmesi.

Özet olarak, ben Guti transferini Beşiktaş adına yararlı görüyorum. İyi bir ofansif ortasahadır, kanatları işletir, golcüye pozisyon hazırlar ve takıma her sezon 10-15 gol garantisi verir. Ancak dediğim gibi, defansif olarak üst düzey bir futbolcu değildir. 33 yaşındadır, görmüş geçirmiştir ve Beşiktaş’ta gücünün ne kadarını gösterir bilemem ama kağıt üzerinde son derece iyi bir transfer olarak gözüküyor.

Beşiktaş da bu sezon iyi bir hava yakaladı ve boş bir hava değil bu. Quaresma özüne döner, Guti ile beraber iyi bir hava yakalarlarsa Bobo ya da yerine gelecek olan golcü sezonun gol kralı olabilir.

Sıkı bir rakip oldu Beşiktaş...

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Yeni Sezon Formaları


Formalar önemlidir. Gurur duyularak tutulan takımın formasını giyerek sokakta gezmek, toplulukta gözükmek ve statta bulunmak mutluluk verir. Sanırım bu konuya en çok ilgi gösterenler Almanlar’dır. Almanlar, hangi takımı tuttuklarının başkası tarafından bilinmesi için yoğun çaba gösterirler. Çantalarında yapışkanlar, kollarında dövmeler, tişörtler, formalar görmek mümkündür. Hangi takımı tuttukları bilinsin isterler.

Biz de millet olarak bu konuya büyük önem veriyoruz. Formanın renginden tutun da, en ufak bir detayına kadar her şeyini konuşuyoruz. Geçen sene Galatasaray’ın mor renkli formalarının ne kadar çok konuşulduğunu hatırlayın.

Fenerbahçe’nin yeni sezonda giyeceği formalar tanıtıldı. Öncelikle formaları genel olarak beğendiğimi söylemeliyim. Galatasaray ve Beşiktaş’a göre “Çubuklu” kültürüne en fazla özen gösteren takım olarak yine çubukluda bir değişikliğe gidilmedi. Yalnızca Fenerbahçe’nin yarıştığı 9 branşı temsilen çubukların sayısı arttırıldı ve inceltildi. Ayrıca formaların arkasında da artık çubuklar olacak. Formanın arkasındaki çubukların üzerinde isim ve numara nasıl durur bilemiyorum ama elbet bir şey düşünmüşlerdir. 4 forma içerisinde benim en beğendiğim forma çubuklu; vazgeçilmiyor.

Çubuklunun haricinde en beğendiğim forma parliament mavisi rengindeki forma. Tek tip renkli formalar güzel oluyor her zaman ve Fenerbahçe bu sezon mavi ve beyaz olmak üzere iki adet forma tasarlamış. Chelsea ve Real Madrid’i hatırlatan bu formalar bence gayet güzel.

Beğenmediğim, veya diğerlerine göre daha az beğendiğim forma ise çakma Brezilya forması olan Palamut forma. Yeşil rengin tonu ve formanın tasarımı kötü olmuş. Güzel olan tek yanı sağ üst bölgesindeki Fenerbahçe arması.

En kısa zamanda alışverişimizi yapacağız efendim. Hayırlar ola.

Ne Aramıştınız

''Hayata dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.''
Albert Camus.

Popüler Yazılar

Zİyaretçİler

Futbol Blog. Blogger tarafından desteklenmektedir.