Futbol ; Faİr Play, Cesaret, Mücadele ve Zafer...

24 Haziran 2010 Perşembe

Futbolculuk Zor Meslek


Michel Bastos hayata tutunmaya çalışırken...

(Daha iyi bir görüntü için resmin üzerine tıklayın.)

22 Haziran 2010 Salı

Diego Armando Maradona ve Arjantin


Futbolda motivasyon oldukça önemlidir. Futbolcudan alınmayacak verim, takımdan olmayacak organizasyonlar elde edilebilir. Bu motivasyon bazen ülke gündemi, bazen teknik direktördür. Fatih Terim'in Galatasaray'da ve Milli Takım'dayken takıma verdiği en fazla katkı özgüvendi. Galatasaray hücum presle Uefa Kupası'nı, Milli Takım tekmeye kafa sokmayla Avrupa üçüncülüğünü aldı. Futbolda bazen futbolcular yapmak istediklerini yapamayabilir, kondisyonu yetersiz gelebilir veyahut o gün maça hazır değildir ancak teknik direktörün bir bakışı, bir sözü, bir zafer konuşması o futbolcunun psikolojik olarak hazır hale gelmesini sağlar. Ancak taktik de çok fazla önemlidir; her şeyi mücadeleyle, azimle ve inançla çözemezsiniz. Rakibin teknik ayakları sizin patlamaya hazır kalbinize karşı üstün gelebilir. Bununla birlikte, taktik ve psikoloji, asla birbirinden ayrılamaz. Bir futbolcunun aklı vefat eden dayısındaysa, ne kadar taktik verirseniz verin verim alabilmek mümkün müdür? Şüphesiz anlattığınız çoğu şeye anlamadan kafa sallayacak ve sahada istediklerinizi gerçekleştiremeyecektir. Keza futbolcuyu maça mental anlamda istediğiniz kadar hazır hale getirin, sahada ne yapacağını anlatmadığınız sürece takıma koşmaktan başka bir katkı sağlayamacaktır. Karşınızda size karşı önlem almış, hazır bir takım varken onlara karşı yeşil sahada hiçbir önlem almadan yürekle oynamak maç kazanmak için yeterli olmaz. Tabelada çoğu zaman sizin tarafınızda sıfır, hakemin kartlarında ise oyuncularınızın sırt numaraları yazar. Taktik ve psikolojiyi birbirinden ayırmamak ve bir maça hazırlanırken ikisinin dozunu iyi ayarlamak gerekir.

Motivasyonu sağlayan etmenlerden bahsettik. Bir duruş, dedik. Bir karizma, bir geçmiş, bir isim. Efsane bir futbolcunun, kibirli bir teknik direktörün ve belki de herkes tarafından sevilen birinin, Oğuz Çetin tarzında naif bir duruşu da yoksa, soyunma odasında çok da fazla konuşmasına gerek yoktur. Bir bakışı, ağzından çıkan tek kelimesi yeteri kadar motivasyon sağlayabilir. Diego Armando Maradona, 2010 Dünya Kupası'ndaki en çok takip edilen teknik direktör. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu, efsane, halk kahramanı. Soyunma odasında oyuncularına bir şey söylemesine gerek var mıdır? Siz oyuncu olsanız, Maradona'yı gördüğünüz anda kadroya girmek ve bir sonraki maçı kazanmak için varınızı yoğunuzu ortaya koymaz mısınız? Maradona'nın gözlerindeki ışığı görmeniz yeterli değil midir?

Motivasyon budur. Adanmışlık. Kendini ispat etme, zafer kazanma arzusu. Maradona'nın takımı Arjantin, kupayı belki de en çok isteyen takım. 1-0 kazandıkları Nijerya maçından sonraki sevinçleri bazı şeyleri açıklıyor bence. 32 yaşındaki oldukça görmüş geçirmiş, yıllardır milli takım forması giyen Gabriel Heinze'ın Nijerya'ya attığı golden sonraki sevincini nasıl açıklayabiliriz? Kendinden geçti resmen. Sevinçten çılgına döndü. Takım, maçtan sonra da adeta bir sonraki maça kendilerini adadı. İnançlıydılar.

Maradona'nın çok büyük bir taktik deha olduğunu düşünmüyorum. Olabilir de tabii ancak saha içinde henüz bana bir şeyler kanıtlamış değil. Ancak çalıştırdığı takımdan iyi kötü verim almasını biliyor ve maç kazanmak için oldukça cesur kararlar veriyor. Nijerya maçında Mascherano'yu önliberoda yalnız bırakıp 4-1-3-2 sistemiyle oynatmıştı takımı. Di Maria ve Messi kanatlarda, Veron oyun kurucu, Higuain ve Tevez ise ileri uçtaydı. 1-0 kazandılar. Güney kore maçına ise aynı sistemle ama kadro değişikliğiyle çıktı. Veron'un yerine Messi'yi çekip serbest oynattı, sağ tarafa ise Maxi Rodriguez'i koydu. 4-1 kazandılar. Belki oyun olarak çok şey izletmediler ancak Tevez'in auta çıkacak topu son nefesine kadar koşup alması ve orta yapması kadar küçük bir detay bile bu kupayı ne kadar çok istediklerinin ufak bir kanıtıydı.

Bu takım Maradona'nın eseri.

Rakipten çok fazla korkmamak gerekir. Bir insanın cesur olmasına inanması cesur olmaktır. Bu önemlidir. Ancak cesaret, korkuya direnmektir; korkuyu yok saymak değildir. Cesaret, hiçkimsede mükemmel değildir, ama o buna yaklaşmıştır. Onun dünyasına girmek bir ayrıcalıktır.

Maradona ne olursa olsun bu kupaya renk getiriyor ve benim gibi bir Brezilya destekcisinin bile Arjantin'in maç kazanmasını istemesini sağlıyor.

20 Haziran 2010 Pazar

Fransa Çalkalanıyor


Fransa Milli Takımı'ndaki hemen hemen tüm futbolcuların teknik direktör Raymond Domenech ile arasının bozuk olduğu biliniyor. Belki bu yüzden, belki de hocanın taktiksel yetersizliği yüzünden Fransa kötü sonuçlar alıyor. Ancak son yaşananlar hakikaten üzücü ve Patrice Evra'nın dediği gibi, Fransa'yı küçük düşürüyor.

Hiçbir zaman üst düzey bir golcü olduğunu düşünmediğim Nicolas Anelka, Domenech'in annesiyle ilgili ağza alınmayacak bazı şeyler söylediği için takımdan kovuldu, ülkesine döndü.

Bunun üzerine kaptan Patrice Evra, takım içinde istikrarı bozmak isteyen bir hain olduğunu söyledi. "Dünya Kupası çalışmalarımız içinde bilinmeyen bir kişi huzurumuzu bozuyor. Asıl sorun Anelka değil, bu hain. Soyunma odasında küçük bir fare var. Ancak ben bunun kim olduğunu bilmiyorum, ben sihirbaz değilim. Anelka'nın yaptığı şey kabul edilemez. Bu olay soyunma odasında oldu. Bu olaydan kim yararlanabilir bilmiyorum ama böyle şeyler takıma asla yardımcı olmuyor. " dedi.

Bakalım zaman neyi gösterecek...

2010 Dünya Kupası'nda 9. Gün


Vakit darlığından dolayı kısa kısa geçmek zorundayım.

Hollanda 1 - 0 Japonya

Hollanda kendini kasmadan galibiyet almaya devam ediyor. Gruplarda şu anda 2'de 2 yapan tek takım. Van Bommel ve Sneijder atakları yönlendiriyorlar ancak takımı ayağa kaldıracak, ileride hareketlilik getirecek futbolcu yok. Kuyt ve Van der Vaart tutuklar, Robben gelirse belki heyecan da gelir ancak ne kadar emin olabiliriz ki...

Gana 1 - 1 Avustralya

Gana kısıtlı futbol aklıyla ama sonsuz mücadele gücüyle turnuvadaki 4. puanına ulaştı. Avustralya maça iyi başladı, henüz 14. dakikada golü de buldular ancak takımın beyni Harry Kewell'ın erken atılması işleri tersine döndürdü. Hücumda kısır bir Avustralya varken Gana akın akın gelmeye başladı. 4'e 5'e gidecek maç 1-1'de kaldı. Son dakikalarda iki takım da bastırdı ancak 1 puana razı olmak zorunda kaldılar.

Kamerun 1 - 1 Danimarka

Morten Olsen biraz daha risk alıp forveti ikileyip çıkardı sahaya takımı. Formsuz Cristian Poulsen önliberoda ne kadar verimli olabilir diye düşündüm. Maça iyi başlayan ve pozisyonlar bulan taraf Kamerun idi. Nitekim Danimarka ileriye top taşırken kaptırdı ve Eto'o affetmedi. Ancak 2. golü bulmak için çok fazla zorlamadılar, yavaş yavaş etkinliklerini kaybedince de Danimarka maça ortak olmaya başladı. Özellikle sol taraftan akın akın geldiler. Ve Rommedahl'ın asistinde Bendtner yazdı golünü. Maçın başından beri sol kanatta sıkıntı çekti Kamerun. Pazarlamacı kılıklı sol bek Assou Ekotto ileride çok fazla hovardalık yapıp geriye gelmeyince Kamerun onun kanadından 2 gol yedi ve turnuvaya güle güle dedi.

19 Haziran 2010 Cumartesi

2010 Dünya Kupası'nda 8. Gün


Almanya 0 - 1 Sırbistan

Almanya - Sırbistan maçının ancak son 15 dakikasını izleyebildim. Çok şey kaçırmışım! Almanların Hakan Şükür'ü Miroslav Klose ortasahada gereksiz bir ikinci sarı karttan atılmış, 1 dakika sonra Jovanovic klas bir gol atmış, Podolski abimiz 3 dakika içerisinde iki net pozisyonu kaçırıp bir de penaltıyı atamamış. Avustralya'ya 4 tane sallayan Almanya sanırım daha sert bir takım karşısında aynı etkinliği gösteremedi. Mesut Özil fizik olarak düşmüş diyorlar. Son 15 dakikada benim gördüğüm kadarıyla 3-4-1 taktiğiyle oynadı Almanya. Sağlı sollu yüklendiler ancak golü bulamadılar. Sırbistan ise turnuvadaki ikinci golünü de az kalsın yine bir penaltıdan yiyecekti. Ben Radomir Antic olsam bu penaltıyı tekrar tekrar izletir, o tarz toplarda defans oyuncusunun elini mümkünse şortun içine sokması gerektiğini söylerim. Aynı pozisyon, aynı hareket ve aynı penaltı yahu...


Slovenya 2 - 2 ABD

Slovenya - ABD maçı turnuvanın şu ana kadarki en güzel maçlarından biriydi. Cezayir karşısındaki pısırık, temposuz, özgüvensiz ve amaçsız Slovenya gitmiş; önde basan, çıkartmayan, gol için her türlü yolu deneyen ve gerçekten de taş gibi bir takım gelmişti ilk yarıda. Nitekim 45 dakikada 2 gol buldular. Auxerre'de attığı gollerin benzerini atan Birsa'yı mı tebrik etmek lazım yoksa nerdeyse cezasahasının dışında bekleyen Tim Howard'a mı kızmak lazım bilemedim. Ne olursa olsun muazzam bir goldü. Devre arasında soyunma odasında neler konuşuldu bilemiyorum ama ABD baskılı başladığı ikinci yarının hemen başında defansın hatasından faydalanarak Landon Donovan ile golü buldu. İkinci gol için neden çok yüklenmediler anlamadım. O şaşkınlıkla 5 dakika içinde ikinci golü de yiyebilirdi Slovenya. Ancak iki takım da kopuk kopuk oynamaya başladı ve ABD'nin ikinci golü teknik direktör Bob Bradley'in oğlu kel Michael Bradley'den geldi. Biraz geç gelen bir goldü. Yine de maçı çevirecek golü buldular. Serbest vuruştan attıkları gol niçin iptal edildi anlamadım. Benim gördüğüm kadarıyla hiçbir Amerikalı futbolcu rakibine faul yapmıyordu. Sanırım hakem Kollybaly o kargaşada kesin bir faul olmuştur diye düdük çalmıştır; yoksa herhangi bir izahı yok bu iptal edilen golün.


İngiltere 0 - 0 Cezayir

İngiltere bariz bir şekilde organizasyon eksikliği çekiyor. Sahaya yanlış yayılıyorlar ve topu ayağına alan futbolcu başını kaldırıp 5 saniye boş arkadaşını arıyor, böylece rakip savunma için defans yapmak daha kolaylaşıyor. İngiltere belki de hiçbir turnuva öncesinde bu kadar güven kazanmamıştı, hiçbir turnuva öncesinde bu kadar büyük favorilerden biri olarak gösterilmemişti. Ancak Fabio Capello'nun oyuncuları takım olmaktan çok uzaklar. Yanlış pas tercihleri ve oyuncuların formsuzluğu İngiltere'nin gol sıkıntısı çekmesine yol açıyor. Gareth Barry'nin gelişiyle ben daha çok önde gözüken ve daha çok pozisyon bulan bir takım bekliyordum ancak bir türlü istenilen baskıyı gerçekleştiremediler. Sol açıksız oynadıkları maçta sağdan da hiç aksiyon gerçekleşmeyip, bir de buna ortada takımın üç beyni Gerrard - Lampard - Barry'nin tutukluğu eklenince, İngiltere Cezayir karşısında çok vasat bir takım görüntüsü çizdi. Beni de hayal kırıklığına uğrattı.

18 Haziran 2010 Cuma

Del Bosque'nin Planı


Del Bosque İsviçre maçının ardından Honduras ile yapılacak maç için bazı değişikliklere gidebilir. Son antremanda ortasahada Busquets - Xavi - Cesc Fabregas üçlüsüne yer vermiş. Kanatlarda Jesus Navas ve Juan Mata ikilisini denemiş, ileride ise Fernando Torres'e görev vermiş. Iniesta hafif rahatsızlığı nedeniyle yalnızca koşmakla yetinmiş. Honduras maçında ortasahada değişikliğe gidip 4-3-3'e dönüş yapabilir, oldukça önemli bir maç zira.

Daum ve Fenerbahçe Tiyatrosu


Fenerbahçe'de ilginç gelişmeler yaşanıyor. Her şeyden önce olayları bir özetleyelim.

1) Cristoph Daum: Fenerbahçe'yi yıllar sonra üst üste iki kez şampiyon yapmış, üçüncü şampiyonluğu ise son maçta kaybetmiş; oynattığı futbol her daim sonucu hedefleyen, taraftarı çok da mutlu etmeyen ve çapı küçük bir hoca. Fenerbahçe kendisinden sonra Zico ile şampiyon olunca iki yıl şampiyonluk göremedi ve tekrar kendisiyle anlaştı.

2) Fenerbahçe yönetimi: Sürekli ülke gündemini işgal eden bir kulübün yöneticileri. Fenerbahçe iki yıl şampiyon olamadığı için Cristoph Daum'la anlaştılar. Ne yapacağı, takımı nasıl bir şekle sokacağı ve çıtasının en fazla neresi olacağını bildikleri halde tekrar aynı kişiyle anlaşmaları bana göre hata. Üstelik önceki sezonlarda aldığı ücretin iki katını verdiler. Ayrıca Vicente Del Bosque ve Luis Aragones gibi iki taze örnek olmasına rağmen sözleşmesini çok fazla Cristoph Daum'un lehine hazırladılar ve tazminat maddesini hiç düşünmeden milyon euro'larla belirlediler.

Şimdi... Ortada şöyle bir durum var. Cristoph Daum bir şampiyonluğu daha son maçta kaybederek kovulma eşiğine geldi. Fenerbahçe yönetimi Daum'u kovmak istiyor. Ancak sözleşmesindeki yüklü tazminat maddesi dolayısıyla iş zora girdi ve daha az bir paraya anlaşmak üzere avukatıyla görüşüldü. Ancak bir sonuç çıkmadı ve Cristoph Daum'un görevine devam edeceği açıklandı.

Ve bazı kesimler Daum'u paragözlükle suçluyorlar. Hem iki şampiyonluğu son maçta kaybettin, hem de para almak istiyorsun diyorlar. Bak sen şu işe... Daum mal mıdır ki sen resmi bir sözleşmede belirttiğin parayı ödememek istiyorsun? Sözleşmeye şampiyon olamazsan tazminatını ödemeyiz diye bir madde mi koydun? Daum'un yaptığı yanlış nedir? Şampiyonluğu kaybetti ve kendisine yolların ayrılacağı söylendi ve kendisi de sözleşmesini yönetime göstererek, son derece haklı bir şekilde parasını istedi. Etik olmayan, yanlış olan, hukuki olmayan şey nedir? Daha geçen sene Aragones'le yaşadığın sorunu çözememiş ve 7 milyon euro'yu bayılmak zorunda kalmışken, Daum gibi bir adamın sözleşmesine ne diye 8 milyon euro'luk tazminat maddesi koyarsın?

Çözemediler. Parayı vermek istemediler ve mecburen Cristoph Daum'la yola devam etme kararı aldılar. Daum bugün tesislere geldi. Ancak anlamadığım bir olay var. Daum daha 3 gün önce Aykut Kocaman'ın kendisinin kuyusunu kazmak istediğini, istediği translerlerin hiçbirinin yapılmadığını ve artık ya kendisinin ya da Aykut Kocaman'ın yetkili olması gerektiğini söylemişken, ertesi gün nasıl olur da işbaşı yapar? Anlayamıyorum, anlam veremiyorum, cevap bulamıyorum. Bu nasıl bir onursuzluktur? Bunca ağız dolusu laf edilmişken, bütün Fenerbahçe camiası karşıya alınmışken, nasıl olur da her şey bir anda silinip takımın başına geçilir? Bana birisi bu saçmalığı çöpe atmam için mantıklı şeyler söylesin. Ve Fenerbahçe yönetimi, yönetim ve Aykut Kocaman hakkında bunca şey söyleyen bir adama nasıl aynı gün görevine devam etmesini teklif edebilir? Ya Daum'un söylediği iddaa edilen bu sözler yalan, ya da Fenerbahçe resmi sitesinin editörü milleti kekliyor. Ortada bir uyumsuzluk var yahu. Olamaz. Böyle bir rezillik olamaz.

Cristoph Daum'un söylediklerinin doğru olduğunu varsayalım. Daum hala takımın başında niçin kalıyor ve Fenerbahçe yönetimi Daum'u takımın başında niçin tutuyor? Daum'un söyledikleri doğruysa ya Daum gitmeli ya da Aykut Kocaman... Bir saçmalık var. Daum'un söylediklerinin uydurma olduğunu varsayalım. Daum bunların hiçbirini söylemedi. O halde yine Fenerbahçe yönetiminin yaptığı anlamsız bir hareket var. Daum'un başarısız olduğunu kabul edip kovmak istiyorsunuz ama tazminat maddesi ağır gelince devam etme kararı alıyorsunuz. Yahu bu adamın başarısız olduğunu düşünüyorsanız ne diye devam ediyorsunuz? Yalnızca tazminat parasını ödememek için mi? Türkiye'nin ekonomik anlamda en güçlü kulübü başarısız olduğunu kabul ettiği bir adamla sırf 8 milyon euro ödememek için yola devam etme kararı alıyor. Komedi filmi çekilir bu senaryoyla.

Dediğim gibi, ben olanların hiçbirine akıl sır erdiremiyorum. Daum'la devam edip yardımcılarını kovmak gibi absürd konulara ise hiç girmiyorum zira daha fazla devam edersem bu blogda ilk defa küfür edeceğim. Bana göre Daum'la yollar ayrılmalıdır ve yeni gelecek teknik direktörün sözleşmesine ağır bir tazminat maddesi konulmamalıdır ve başarısız olduğu ilk sezonda kovulmamalıdır. Şampiyon olamamak sportif bir olasılıktır. Tarihteki hiçbir takım her sezon sürekli şampiyon olamamamıştır ve olamayacaktır. Şampiyon olamayan hocayı kovmak yerine, eğer bir umut ışığı varsa devam edilmelidir. Ama kime anlatıyorsun ki bunları...

17 Haziran 2010 Perşembe

Arjantin 4 - 1 Güney Kore


Güney Kore'nin ilk yarıda Yunanistan karşısındaki etkili oyununu oynayamamasının iki sebebi vardı: Konsantrasyon eksikliği ve çok pas hatası. Yunanistan karşısındaki o hızlı ve ayağa isabetli paslarla oyunu geniş alana yayan ve rakibini şaşırtan, seyirciyi mest eden bir futbol oynayan takımın yerine Arjantin'den korkan, sık sık yanlış pas tercihleri yapan ve çok yavaş hareket eden bir takım görüntüsü vardı. Arjantin'in kendilerinin oyununu bozan bir taktiği de yoktu. Arjantin kopuk kopuk oynarken Güney Kore yine hiçbir varlık gösteremedi. Arjantin'in iki golü duran toplardan geldi ve goller ve gollerin dışında başka pozisyonu yok. Messi'nin devrenin sonuna doğru çektiği bir şut haricinde cezasahasına bile giremediler. Takım olamamamış belli ki Arjantin. Beğendiğimi söyleyemem. Gitgellerle dolu bir ilk yarı vardı ve iki kötü takımdan daha yetenekli futbolculara sahip olan taraf soyunma odasına 2-1'lik üstünlükle girdi.

Devre arasında belli ki Maradona oyuncularına vites düşürmelerini, daha rolanti oynamalarını söylemiş. Gerçi devre arasından önce de rolanti bir oyun vardı ancak ikinci yarıda takımın isteksiz görüntüsü açık seçik ortadaydı. Arjantin'in geriye çekilmesiyle beraber Güney Kore ikinci yarının ilk 15 dakikasında etkili olmaya, pozisyonlar bulmaya başladı. Kaleciyle karşı karşıya kalan Chu Young Park yanlış tarafa vurmasa çok daha ilginç bir maç olabilirdi ancak maçın kırılma anıydı orası. Gardı düşen Güney Kore, ilkyarıdan da kötü oynamaya, Arjantin'in istediği ortamın olmasına sebep verdi. Higuain'in 3 golüyle Arjantin farka gitti.

Ancak 4-1'lik skora rağmen Arjantin'i beğendiğimi söyleyemem. Tek organize atakları yoktu. İleride çoğalma ve pas yapma konusunda sıkıntı çektiler. Messi'nin ve Tevez'in ayağına baktılar tüm maç boyu. Böyle giderse çeyrek finalden öteye gidemezler gibime geliyor.

Kupa'da Grupların İlk Maçlarının Ardından


2010 Dünya Kupası'nda tüm gruplarda ilk maçlar oynandı ve tüm takımları izleyebildik. Genelde takımların defansif oynadığını ve az riskli futbolu tercih ettiğini, bunun neticesinde maçların beklenen tempodan uzak geçtiğini söyleyebiliriz. Almanya ve Şili dışındaki takımlar tat vermedi.

Dilerseniz biraz sayılarla işin detayına girelim.

- Toplam 16 maçta 25 gol atıldı. Maç başına 1.56 gol ortalaması tutturuldu.

- 16 maçın 6'sı berabere bitti.

- Geriye kalan 10 maçta evsahibi rolünü üstlenen takımların daha çok galip geldiği görülüyor. Evsahibi takımlar 6 galibiyet 4 mağlubiyet almışlar.

- 16 maçta toplam 55 sarı kart çıktı. Kırmızı kart sayısı ise 3. En çok kartın gösterildiği maç Uruguay - Fransa maçı. Biri kırmızı olmak üzere toplam 7 kart gösterildi. Ondan sonra da 6 kartla İngiltere - ABD maçı geliyor. En az kartın çıktığı maç ise Güney Kore - Yunanistan maçı. Yalnızca 1 sarı kart çıktı bu maçta.

- En çok seyircinin stada geldiği maç turnuvanın ilk maçı olan Güney Afrika - Meksika maçı. Bu maçı toplam 84, 490 kişi izledi. İkinci sırada ise 83, 465 kişinin izlediği Hollanda - Danimarka maçı geliyor. En az seyircinin izlediği maç ise 23, 871 kişinin izlediği Yeni Zellanda - Slovakya maçı.

16 Haziran 2010 Çarşamba

İspanya 0 - 1 İsviçre


Benim için kupanın ilk büyük sürprizi gerçekleşmiştir. Sırbistan'ın Gana'ya kaybetmesi de sürprizdir ancak iki takımın oynadığı futbola bakarsak Gana'nın Sırbistan'ı yenmesi çok da büyük bir olay değildir. İspanya İsviçre'den çok daha iyi oynamasına rağmen kaybetti.

İsviçre'de takımın beyni Frei'in yokluğunda ben tek forvet Eren Derdiyok'un çıkmasını bekliyordum ancak Nkufo ile beraber çıktı Eren sahaya. Belli ki kontrataklarda daha tehditkar bir takım yaratma düşüncesi vardı Hitzfeld'in. Bu iyi bir düşünce ancak kaptığınız topları ileriye hızlıca ve etkili taşıyamıyorsanız bunun bir anlamı olmuyor. İspanya tek kontratak izni vermedi İsviçre'ye. Maça olağanüstü bir saldırı yaparak falan girmediler. İsviçre'nin cezasahası önünde toplanmasını fırsat bilip merkezi ileriye taşıdılar ve burada top çevirdiler. Kanat değiştirmeler, tek toplar ve az pas hatası şahane bir maç olacak izlenimi veriyordu ancak ilkyarıda cezasahasına hiç giremediler. Çünkü İsviçre çok fazla adamla cezasahasında ve önünde yığıldığı için boşluk vermedi ve İspanya'ya top kullanmaktan başka bir fırsat tanımadı. Sol kanadı iyi kapattılar ancak sağ taraf için aynı şeyi söyleyemeyiz. Lichtsteiner ve Barnetta ikilisine karşı bariz bir üstünlük kurdu David Silva - Iniesta ikilisi. Nitekim İspanya ilkyarı boyunca tüm akınlarını da sol kanattan yaptı. İsviçre, Pique'nin sürpriz şutu ve David Villa'nın son dakikadaki yanlış vuruşu dışında pozisyon vermedi ilk yarıda İspanya'ya. Defansif anlamda iyiydiler ancak ileride hiç de organize olamadılar. Kontratak takımı görüntüsü veremediler. Nkufo ve Eren Derdiyok ikilisine yardım gelmeyince İspanya defansı hiç zorlanmadan ilk yarıyı kapattı.

İkinci yarıya iki takım da hızlı girdi ve devrenin hemen başında üst üste karşılıklı pozisyonlar izledik. Ve İsviçre ilk defa bu kadar etkili geldiği bir pozisyonda ilginç bir gol buldu. Tamam dedim, bu maç daha dönmez. Zira İsviçre'nin katı ve açık vermeyen defans futbolunu buldukları moralle daha da üst seviyeye çıkarırlar düşündüm. İsviçre golden önce ne yapıyorsa yapmaya devam etti hatta daha fazla hücum etti bile denebilir. Eren Derdiyok'un direkten dönen topu gol olsa maç orada bitecekti ancak İspanya biraz da panik halde İsviçre kalesine yüklendi. Jesus Navas'ın zorlamaları dışında çok fazla da pozisyon bulamadılar. Yine de galibiyeti alacak golü bulabilirlerdi ancak David Villa ve Torres'in aynı andaki formsuzluğu ve bu ikiliye çok fazla yardım gelmemesi kupanın ilk büyük sürprizinin olmasına neden oldu.

2010 Dünya Kupası Taraftarları


15 Haziran 2010 Salı

Brezilya 2 - 1 Kuzey Kore


Kuzey Kore'nin genel oyun planı adam adama savunma yapmak üzerine. Ancak teknik kapasitesi yüksek Brezilya karşısında çok fazla bu özelliklerinden yararlanamadılar. İlk 45 dakikada iyi direndiler ancak Brezilya aslında çok fazla yüklenmemişti. Luis Fabiano'nun yokları oynamasından dolayı hücumda hep 1 eksik gözüktüler. Robinho ve Kaka'nın sık sık yer değiştirmeleri sayesinde rakibi şaşırttılar. Maicon tüm maç boyunca iyiydi ve ilk yarıda da güzel bir şut çekti. Attığı golü bana göre bilerek atmadı, içeriye çevireyim derken gol oldu. Elano 1 gol 1 asistle maçın gizli kahramanı. Luis Fabiano ve Kaka ne olursa olsun formsuzlar ve Kuzey Kore'den çok daha sert takım Fildişi Sahili karşısında neler yapacaklarını merak ediyorum. Bana göre asıl kupa o maçta başlıyor Brezilya adına. Kuzey Koreliler'in attıkları gole o kadar sevinmeleri ise üzerlerindeki sıfır baskıdan olsa gerek. 8-2 yenilseler gol attılar diye ülkelerinde kral gibi karşılanacaklar belli ki.

Grupta görünüm şöyle:

1- Brezilya 3
2- Portekiz 1
3- Fildişi Sahili 1
4 - Kuzey Kore 0

Fildişi Sahili 0 - 0 Portekiz


Fildişi Sahili'nin ilk yarıdaki futbolu tek kelimeyle müthişti. Şu ana kadarki maçlarda Almanya ile beraber en ne yapmak istediği belli olan ve bunun için uğraşan, saha içi disiplini bir an olsun kaybetmeyen takımdı. Başkaları ne der bilemiyorum ama ben çok beğendim. İlk 45 dakikanın tamamında Portekiz'in ortasahayı geçmesine izin vermediler. Portekiz defansta oyun kurarken 11 kişi topun arkasına geçtiler ve o kadar iyi dizildiler ki Deco - Mendez - Meirelez - üçlüsü topu 5 metre ileriye taşıyamadı. Ortasahada enine 6 kişiyle dizildiler ve tüm boşlukları kapattılar, Portekiz'e de kişisel beceriyle pozisyon bulmaktan başka bir çare bırakmadılar. Cristiano Ronaldo'nun direkten dönen şutu haricinde kayda değer bir pozisyon vermediler. Portekiz takımı ileride çoğalamadı zira üst üste 3 pas yapmalarına bile izin vermedi Fildişi ortasahası. Deco sırf bunun için stoperlerin yanına kadar gelip ordan oyun kurdu ve boşu boşuna enerji harcadı. Cristiano Ronaldo'nun kaybettiği toplar ve Coentao - Danny Alves ikilisinin sol kanatta tek ilerleme gösterememesi yüzünden başka yapacak bir şeyi kalmadı Portekiz'in. Bek ve açık uyumunun ve oyununun bir takım için ne kadar önemli olduğu bu maçla anlaşılmıştır bence. Demel - Tiote ve Dindane üçlüsü sağ tarafta ileri geri o kadar iyi çalıştılar ki Portekiz'in sol kanadından tek aksiyon izleyemedik. Afrika takımlarına karşı bu kadar ezilen bir takım olmamıştı ilk maçlarda. Gana Sırbistan karşısında Fildişi Sahili'nin oynadığı oyunun benzerini oynamasına rağmen Sırbistan özellikle Jovanovic ile sol kanadı iyi kullanmış, Krasic ile yüzde yüzlük bir gol pozisyonuna girmişti. Ancak Gana'nın iki gömlek üstü bir takım olan Fildişi Sahili, turnuvada bugüne kadarki kurulan en iyi üstünlüklerden birini kurdu. Belli ki Sven-Goran Eriksson genel oyun planını Portekiz'i durdurmak üzerine kurmuş. Fildişi ortasahası duvar halinde Portekiz'i karşıladı ve kaptığı topları ileriye hızlıca taşırken bu duvar da ileriye gitti ancak Portekiz'i durdurmalarındaki başarıyı hücum bölgesinde gösteremediler. Kalou ve Dindane'dan gelen 2-3 orta dışında etkili olamadılar.

İlk yarıda Portekiz topu ortasahanın hemen gerisinde bol bol çevirdi ve topa daha fazla sahip olmuş gibi gözüktü ama kontrol aslında Fildişi Sahili'nde idi. Yalancı bir topa sahip olmaydı bu. Inter'in Barcelona ve Bayern Münih'e karşı oynadığı oyunun benzerini oynadı Fildişi Sahili. Inter'in bu maçlarda yaptığı şey topu rakibe verip rakibin oyunu kontrol ettiğini düşünmesini sağlamaktı. Topun sizde olması güzel bir şey ancak o topa tehlikeli bölgede etkin bir şekilde sahip olamıyorsanız bunun bir anlamı yoktur. Oyunun kontrolü sizdeymiş gibi gözükür ancak kontrol tamamen rakibinizdedir.



Maçta gol olması için Portekiz'in ikili mücadelelerde daha baskın olması ve oyunda daha hızlı olup daha az pas hatası yapması gerekir iken Fildişi Sahili'nin hücumda daha yaratıcı olması gerekiyordu. İkinci yarının başlarında Fildişi Sahili hücumda daha akıllı oynamaya ve topu etkili kullanmaya başlayınca pozisyonlar buldu. Artık yalnızca rakibini durdurmak için değil, gol bulmak için çabalıyorlardı. Ortasahada sadece Portekiz'i karşılamak yerine pas yapmaya ve ileride çoğalmaya başladılar. Bir anlamda defans güvenliğini ikinci plana attılar. Ancak bu açık bir tehdit oluşturuyordu; ortasahanın ilerisinde çok adamla gol aradıkları için geride boşluklar bıraktılar ve Portekiz kaptığı topları hızlıca ileriye taşımaya ve yavaş yavaş oyuna ağırlığını koymaya başladı. Nitekim bir taçla başlayan pozisyondan itibaren 10 dakika boyunca duran toplarla pozisyon bulup Fildişi Sahili'nin arzusunu kırdılar. Ancak onlar da golü bulamadılar. Ve böylece ikinci yarıda 45 ila 70 arasındaki tempo gitgide azalmaya başladı. Fildişi Sahili ilk yarıda çok iyi kullandığı sağ kanadı hiç kullanamadı, tek orta gelmedi o taraftan. Belki Dindane'nın yerine Keita daha erken girseydi gol bulabilirlerdi ancak Eriksson çok geç soktu Keita'yı oyuna. Portekiz'de Liedson yerine daha hareketli bir forvet lazımdı. Ortasahayla pas alışverişi yapan ve gezgin bir santfor iyi olurdu ancak kulübede böyle biri yoktu. Portekiz'de bir diğer sorun ise lider oyuncu eksikliğiydi. Deco'nun formsuzluğunda atakları yönlendirecek oyuncuları yoktu. Kanatları kullanamadılar, ortasahada da takımın beyni olmayınca iş Cristiano Ronaldo'ya düştü. O da bir varlık gösteremeyince etkisiz paslaşmalarla Portekiz maç sonunu getirdi, kısır bir takım görüntüsü verdi. Fildişi Sahilleri'nde 85'lerde Keita'nın oyuna girmesiyle sol kanat biraz hareketlenmeye başladı ve son dakikalarda müthiş bir baskı kuruldu ancak golü yine bulamadılar ve maç 0-0 sona erdi.

Yeni Zellanda 1 - 1 Slovakya


Yazık oldu Slovakya'ya. Üzüldüm adamlara resmen. 50. dakikada 1-0 öne geç, geriye kalan dakikalarda tek pozisyon verme, 90+3'te golü ye... Yazık oldu.

Yeni Zellanda maça iyi girdi. İlk 15-20 dakikada Slovakya'yı ortasahada kalabalık karşıladılar, baskılı oynadılar ve bariz bir üstünlük kurdular. Serbest vuruşlar, kornerler derken iyice bunalttılar Slovaklar'ı. Bu dakikada golü bulabilselerdi beraberlik için 93 dakika beklemezlerdi ancak olmadı. Ve 20'den sonra gitgide baskıları azalmaya başladı. Slovakya Wladimir Weiss ve Marek Hamsik önderliğinde kontrolü ele almaya başladı ve sağlı sollu geldiler. Vittek çok iyi oynadı bu dakikalarda. Baskıdan gol çıkmadı ve soyunma odasına 0-0 beraberlikle girildi.

İkinci yarıya Slovakya ilk yarıdaki baskıyı azaltmadan girdi ve 50. dakikada güzel bir atakta Vittek'le golü buldu. Golden sonra daha sakin ve derli toplu oynamaya başladılar. Ayağa paslarla tempoyu azalttılar. Bu oyunlarını maçın sonuna kadar götürselerdi maçı kazanabilirlerdi ancak anlaşılmaz bir şekilde son 5 dakikada çok geriye çekildiler ve dakika itibari ile sürpriz sayılabilecek ancak oyun itibari ile bana göre hiç de sürpriz olmayan bir gol yediler. Defansa gömülmenin cezasını çektiler ve kazansalar grupta çok büyük bir avantaj sağlayacak maçı 1-1 beraberlikle bitirdiler.

İtalya - Paraguay maçından sonra bu maç da 1-1 bitti. Yine 3 gol barajına ulaşılamadı. Kupa ilginç şeylere gebe...

14 Haziran 2010 Pazartesi

2010 Dünya Kupası'nda 4. Gün


Japonya - Kamerun maçının ikinci yarısını sıkıntıdan, İtalya - Paraguay maçının tamamını ise elektrik kesintisi yüzünden izlemeden günü tek maçla, Hollanda - Danimarka maçıyla kapattık. Maçların üçünde de, diğer üç günkü maçlardaki gibi en fazla 2 gol atıldı, iddaacıların deyimiyle, alt bitti. Hollanda maçını blogda analiz ettik. Vasat bir Hollanda vardı ancak hem ilk maçlarını oynadılar hem de hava çok sıcaktı, ikinci maçlarını beklemek lazım. Japonya izlediğim ik 45 dakikada sağ kanadı çok iyi kullandı nitekim gol de sağdan açılan bir ortadan geldi. Honda çok boş pozisyonda golü attı. İtalya ise Paraguay ile 1-1 berabere kalabildi. Yarınki Yeni Zellanda - Slovakya maçı grup liderini belirleyecek.

Beşiktaş Resmi Sitesinin Kepazeliği


Fenerbahce.org'a söyleyecek laf bulamıyorken bjk.com.tr hakkında neler söylenebilir ki... Basiretsizce yönetilen bir kulübün internet sitesinden başka bir şey beklememek lazım aslında... Şöyle bir yazıyı internet sitesine koyan kulübün IQ seviyesi en fazla ilkokul 3. sınıf çocuğu seviyesindedir, hatta birçok çocuğun daha mantıklı yaptığı şeyler bile var. Sitedeki açıklamaların tümü yönetim kurulu üyelerinin tek tek imzasıyla konuluyor, o yüzden böyle söylüyorum. Bu saçmalığın başka bir örneği yok...


- Messi’den sonra en yetenekli futbolcuyu aldık, oynarsa BJK her sene şampiyon olur.
- Quaresma’yı coşturabilecek tek isim Schuster. Tencere kapak misali. Beşiktaş bu sene gol yollarında resmen coşar.
- Serdar Özkan’ın yerine Quaresma’yı aldık, inanamıyorum. Şampiyonluk kadar güzel.
- Messi, Türkiye’ye gelene kadar en iyisi bu.
- Ne yaptın Serdal Adalı! Oldu olacak Messi’yi de alın bari... Offf! Nasıl çatlıyor Fenerliler... Şanslısınız, Kadıköy’e de senede bir kere gelecek. Yıldız görürsünüz işte...
- Daha iyisi varsa onu da sadece Beşiktaş alır.
- PES oynayan arkadaşlar, bundan sonra Quaresma’yı alırken Beşiktaş’ı tıklasın. Yıldızı uzaklarda aramasın.
- Böylesi gelmedi hiç. 5 forma alacağım valla.
- Yazık oldu Bilica ve Gökan Gönül’e...
- Bu ne süper bir topçu, bu ne güzel bir karizma. Aramıza hoş geldin dünya yıldızı Quaresma.
- Yanlış anons faciası! Bomba haber!! Fenerbahçeliler Q7’nin kendilerine geldiğini zannedip kutlama yapmaya başlamışlar.

Hollanda 2 - 0 Danimarka


Hollanda maça durağan başladı. Sakin ve sabırlı pas yaptılar. Sahayı ilmek ilmek ve yavaş yavaş örmek istediler. Top kendilerindeyken 4-3-3, rakibe geçtiğinde ise 4-4-2'yi benimsediler. Ancak kanatlarda değil, Van Bommel ve Wesley Sneijder'in önderliğinde ortasahada top çevirdiler. Danimarka blok halinde karşıladı rakibini ancak Hollanda hızlı pas yaparak ve sık sık yer değiştirerek rakibini şaşırttı, Van Persie ve Van der Vaart'ı topla buluşturmaya başladı. Wesley Sneijder Inter'de yaptığını burada da yaptı; hücum oyuncularının tamamının topla buluşmasını ve rakibin savunma yapmasının zorlaşmasını sağladı. Dakikalar ilerledikçe kontrolü ellerine aldılar ve tempoyu yavaş yavaş yükseltmeye başladılar. De Jong - Van Bommel ve Sneijder üçlüsü merkezin ilerisinde çoğaldılar ve rakibi sürekli ileride karşıladılar. Defans hattı ileriye çıktı, takım ortasahada kalabalıklaşmaya başladı. Bununla birlikte yalnızca Van der Vaart'la tehlikeli bir atak oluşturabildiler. Danimarka seyretti. Ancak bilinçli bir seyretmeydi bu. Cezasahasının önünde alanı sıkıştırıp atakları durdurmak ve kaptığı topları ters kanatlara aktararak pozisyon bulmaya çalıştılar. Hollanda'nın üzerlerine iyice gelmesini fırsat bilip daha tehlikeli oldular. İleride Rommedahl ve Bendtner topla buluştukları her an Hollanda defansı arıza verdi. Golü de bulabilirlerdi ancak kaleci Stekelenburg buna izin vermedi. Hollanda, rakiplerinin tehlikeli olmaya başladığından mıdır nedir, 15 ila 35. dakikalar arasındaki baskıyı azalttı, maçın başındaki kontrollü oyunlarına döndüler. Baskılı oldukları her dakikada geride az adamla yakalanıyorlardı zira çok adamla hücum yaptıkları için defans güvenliğini ikinci plana atmışlardı. Bir çözüm bulmaları lazımdı.


İkinci yarıda daha iyi bir Hollanda bekliyordum ve Danimarka'ya karşı nasıl bir önlem alacaklarını merak ediyordum. Ancak o bahsettiğim çözümü Danimarka buldu! İkinci yarının hemen başında gelen ortaya yanlış bir kafa vuran Simon Poulsen, takım arkadaşına golü attırdı ve Hollanda büyük bir avantaj sağladı. Danimarka bu moral bozukluğunu geriye kalan tüm dakikalarda hissetti. Hollanda golden sonra biraz daha geriye çekildi ve tempoyu hep azaltmaya çalıştı. Risksiz paslarla ileriye gitmek istedi. Danimarka biraz çırpındı; oyunu kanatlara yaydı, kenarlarda ikiye-birlerle çoğalmayı amaçladı; 3-4 kez orta da geldi oradan ancak yerini bulamadı bir türlü. Özellikle sağ kanattan biraz etkili olmaya başladılar. Rommedahl çok çalıştı ancak takım arkadaşları kendisine eşlik edemeyince, sol kanatta golü attığı için morali bozulan Simon Poulsen de hiç ileriye çıkmayınca, tam Hollanda'nın istediği bir ortam oluştu. Cristian Poulsen'in biraz sorumluluk almasını beklerdim ben. Sonuçta takımın en kilit isimlerinden biri ve takımı birisi kurtaracaksa başkası da olamaz bu. Ancak Juventus'a gittikten sonra büyük bir düşüş yaşayan Nedved tipli topçu hiçbir katkı veremedi takımına. Danimarka ilk yarıdaki gibi geride boşluklar da bulamadı zira ilk yarıdaki bulduğu boşluklar Hollanda hücum yaparken kaptıkları toplar sayesinde oluşmuştu. Hollanda skor avantajını eline geçirdikten sonra defansta daha sağlam oynamaya ve Danimarka'ya daha az top göstermeye başladı. Bendtner ilk yarıdaki topların hiçbirini alamadı, yerine giren Mikkel Beckmann da topa dahi dokunamayınca Danimarka'nın hücumda eli kolu bağlandı. Hollanda Wesley Sneijder'in yönlendirmesinde sakin sakin top çevirdi ama pozisyon bulmakta sıkıntı çekti. Eljero Elia'nın oyuna girmesiyle beraber bu top çevirmeler neticelenmeye, sol kanat hareketlenmeye ve Hollanda pozisyon bulmaya başladı. Nitekim Kuyt'ın attığı gol, Wesley Sneijder'in Elia'ya gönderdiği ve Elia'nın çektiği şutun direkten dönmesiyle geldi.


Uzun lafın kısası, Hollanda zorlanmadan istediği 3 puanı aldı. Ömer Üründül'ün çok fazla eleştirmesine bakmayın. Bu sıcakta, takımın ilk maçında daha fazlasını beklememek lazım. En azından ızdırap çektirmedi Hollanda; bazı şeyleri yapmayı başardı ve grupta liderliğe yükseldi.

Defansı Boş Bırakmayın


İtalya teknik direktöri Marcello Lippi "İlk maç belirleyici olmasa bile çok önemlidir. Biz Paraguay karşısında savunma güvenliğini sağlamadan hücum etmeyeceğiz, onların çok önemli oyuncuları var. Biz elbette ki iyi bir Dünya Kupası serüveni geçireceğiz. Benim takımıma güvenim tam. Şu an her şey yolunda. Kupada İspanya ve Brezilya benim de favorilerim ancak Hollanda'ya da dikkat etmek gerekir. İtalya favoriler arasında gösterilmiyor ama benim için bir sorun yok; sessizlik güzel." demiş. Barrios, Santa Cruz, Valdez ve Cardozo'dan çekindiğinden bahsetmiş ve iyi hücum ederken savunmayı boş bırakmayacaklarını söylemiş. Kısır bir maç daha bizi bekliyor sanırım...

2010 Dünya Kupası'nda 3. Gün


Cezayir ve Slovenya maçı, tam bir kabustu. Ruhsuz futbol, ruhsuz spiker ve dağılan konsantrasyonla beraber gelen iğrenç vuvuzela sesi. Dünya Kupası olduğu için saygıdan maçı kapatmadım ama umarım bir daha böyle bir maç oynanmaz.

Kadrosunda birçok yıldız futbolcu bulunan Sırbistan, kendisinden daha fazla agresif ve istekli Gana karşısında mağlubiyetten kaçamadı. Belki sonuç olarak sürpriz bir maç olabilir ama Gana açık bir şekilde rakibinden daha iyiydi; daha istekliydiler, daha iyi organize oldular ve toplamda galibiyeti Sırbistan'dan daha fazla hakettiler.

Almanya ile Avustralya arasındaki maçı özel işlerim nedeniyle izleyemedim ancak okuduklarım ve izlediklerime bakarsak, Avustralya berbat oynamış; Almanya Mesut Özil önderliğinde bu turnuvanın en büyük favorilerinden biri olduğunu göstermiş.

Diğer maçlarda bakalım ne tür hikayeler yazılacak...

13 Haziran 2010 Pazar

Sırbistan 0 - 1 Gana


Büyük ümit bağladığım iddaa tek maçla yattı... Yine ve yeniden... Ulan Sırbistan yaktın beni.

Bu moralsizlikle maçla ilgili ne yazılabilir bilemiyorum ama Gana bu fiziki kalitesinin yanına biraz da akıl eklerse grupta tüm takımların başına bela olur. Tabi bu kadar diri gözükmelerinin Sırbistan'la da alakası olabilir, yanıltıcı olabilir bu maç. Tüm takım formsuzdu. Yerleşim hataları, pas hataları ve yavaş oyun Gana'nın işine geldi. Oyuna sonradan giren Kuzmanovic de penaltıyı yaptırınca Gana çok iyi bir dakikada golü buldu ve grupta liderliğe yükseldi.

Cezayir 0 - 1 Slovenya


Bu kadar sıkıcı bir maçın analizi nasıl yapılır? Bu kadar durağan, temposuz, heyecansız, pozisyonsuz bir maçın analizi nasıl yapılır? Maç yavaş oynandığı için takımların neler yapmak istedikleri daha kolay anlaşılabilir fakat sahaya taktiksel açıdan hiçbir şey koyamadı iki takım da...

Slovenya maça yine de iyi başladı. Futbolun doğrularını oynamaya çalıştılar. Sürekli uzun oynamadılar, defansta top çevirip önliberoları oyun kurdu, ortadan ve kanatlardan yavaş yavaş gelmeye çalıştılar. Kısa ve seri paslar, hızlı pas çevirmeler çok güzeldi lakin bu futbollarını maçın geneline yayamadılar çünkü kapasiteleri o kadardı. 10. dakikadan sonra tatsız tuzsuz bir maç oldu. Cezayir ise ortasahada takımın beyni Yebda önderliğinde kanatlarda yoğunlaştırdığı pas trafiği ile rakibini bozmayı amaçlıyordu. Özellikle sol kanattan, Belhadj ve Kerim Ziani ile çok yıprattılar Slovenya'yı ve Slovenya sağbeki Brecko'yu hiç ileriye çıkartmadılar. Bunun iki türlü avantajı var: Hem ileride siz çoğalıyorsunuz hem de rakip sizi savunmak amacıyla ileriye çıkamıyor, kanatlardan gelemiyor. Bütün maç boyunca bu avantajı iyi kullandı Cezayir. Zidane'ın doğduğu memleketin takımının kanatları kullanmak istediği, Slovenya'nın ise daha sakin ve ne istediğini bilen bir görüntüde olduğu ilk yarı 0-0 bitti.

İkinci yarıda belli ki soyunma odasında derslerine iyi çalışmış Slovenler. 46. dakikanın ilk saniyelerinden itibaren Cezayir'i ortasahadan çıkarmadılar ve ortadan oyun kurmak istediler. Ancak hem doğru yerde çoğalamadılar hem de çok pas hatası yaptılar, bunun sonucunda da Cezayir'e gözdağı vermekten başka bir şey beceremediler. Ancak Cezayir, Slovenya'nın etkisiz geldiği bu dakikalarda kontrolü eline aldı, daha agresif ve daha derli toplu gelmeye başladı. İlk yarıda yerini bulmayan ortalar tehlikeli olmaya başladı. Amma velakin... 59. dakikada oyuna giren Ghezzal, Cezayir'in üstün oynamaya başladığı dakikalarda, 72. dakikada ikinci sarıdan kırmızıyı yiyince takımını 10 kişi bıraktı. İlk 5 dakika bu eksikliği daha fazla koşarak kapatmaya çalıştı Cezayir ve defansta daha fazla kalabalıklaşmaya, Slovenya'ya açık vermemeye çalıştı. Ama futbol ilginç oyun; maçın başından beri en iyi yaptığı iş olan savunmaları bir saniyelerine aksayınca, kalecileri Chaochi de çok kötü bir şutu daha kötü karşılayınca golü kalelerinde gördüler. Yine yılmadılar, yine yüklendiler ancak 1-0 yenilmekten kurtulamadılar.

Turnuvanın şimdiden en zevksiz maçı olmaya aday bu maç, Slovenya'yı grup lideri yaptı.

Sürprizlerin Takımı ABD


Capello'nun İngiltere'si klasik 4-4-2 ile oynuyor. İleride Heskey sabit dururken Rooney gezgin. Lampard-Gerrard-Rooney üçlüsü ortasahada top çevirip topu kanatlara aktarıyorlar veyahut Heskey'e veriyorlar. İlk seçenekte birçok orta yapıldı sağ taraftan. 4-4-2'de yalnızca tek taraf etkili olursa rakip için savunma yapmak daha kolay oluyor. James Milner ilk 30 dakika hiçbir şey oynamayınca Capello onun yerine Shaun Wright Phillips'i aldı; ancak o da çok fazla pas hatası ve etkisiz top kontrolleri yapınca sol taraftaki sorun çözülemedi. Öyle ki Rooney bir ara o tarafa gidip orta açmak zorunda kaldı. İkinci seçenekte ise, yani Heskey'in kullanıldığı sistemde ise daha fazla etkili oldular, Heskey'in sağa gönderdiği ve Gerrard'ın araya sızdığı pozisyonda golü de buldular. Heskey bir stoperi, zaman zaman iki stoperi kucağına aldı ve set oyununu çok iyi oynadılar. Ancak Gerrard'ın vasat, Lampard'ın vasat altı oynadığı maçta Rooney de kötü performans gösterince Heskey'in çabaları sonuçsuz kaldı. Robert Green de Dünya Kupası tarihinin en kötü kaleci hatalarından birini yaptı ve İngiltere ikinci golü atamadı. Bununla birlikte galibiyeti alacak pozisyonları da buldular fakat beceremediler.

Konfederasyon Kupası'nda topladığı sempatiyi arttırmak isteyen ve artık futbolla tanışma evresini geçip Dünya Kupası'nda İngiltere'yle boy ölçüşme pozisyonuna gelen ABD, eksik olan teknik becerisini yüksek fiziki gücüyle kapatıyor. İngiltere kağıt üzerinde ABD'den daha kaliteli isimlere sahip olmasına rağmen Amerikalılar'ın zaman zaman adam adama zaman zaman da alan savunmasına dönen defans sistemleri 1-1'lik sonucu doğurdu. Clint Dempsey ve Landon Donovan hariç futbol aklı vasat düzeyde olan ABD takımının ancak rakipten daha fazla mücadele edildiği takdirde galip geleceğini anlayan teknik direktör Bob Bradley, zamanla daha oturaklı bir takım haline getiriyor oyuncularını. Altidore topu direğe çarptırmasa galip bile gelebilirlerdi. Olmadı.

İngiltere'nin oynadığı futbolu beğenmemekle beraber bir sonraki maçta daha iyi bir İngiltere bekliyorum. Yarı finale çıkar diye tahmin yaptık bu blogda ulan, hem senin hem benim karizma çizilir bak Capello...

12 Haziran 2010 Cumartesi

Güney Kore ve Arjantin


Kupanın ikinci gününün ilk iki maçı fena geçmedi. Güney Kore Yunanistan'ı etkili bir futbolla yenmeyi başardı. Yunanistan geçmişi unutup biraz açılayım dedi ancak çok fazla pozisyon bulamadılar. Sürekli kanatlara inmek istediler ve bol bol uzun top oynadılar. Velakin başaramadılar. Güney Kore bu gruptan çıkar sanıyorum.

Maradona'nın Arjantin'i ise Nijerya'yı yenmesine rağmen, özellikle ikinci yarıda ciddi sıkıntılar yaşadı. Defans arıza verdi. Bu ortasahada neden Cambiasso yok, bu takımın kanatlarında neden Javier Zanetti yok merak ederim. İlerleyen turlarda Arjantin kendine çeki düzen vermezse bana göre fazla ilerleme şansı yok.

Şimdi İngiltere - ABD maçını bekleyelim...

Mourinho'nun Korumaları


Jose Mourinho her zaman çatışmaların olduğu bir ortamda yaşadı. Kimseden çekinmeden ağzına geleni söylemesi onun birçok düşmanının olmasına neden oldu. Chelsea'de hocayken korumalar eşliğinde yaşıyordu ve Real Madrid'de de bu değişmeyecek.

2004 Şampiyonlar Ligi finalinden bir gece önce bir telefon almış ve telefonda "Sen artık bir ölüsün. Kaderin yalnızca Porto için yazıldı ve başka bir şansın yok" diyen bir adamla karşılaşmış. Şampiyonlar Ligi'ni kazandıktan sonra da bildiğiniz gibi hiçbir şey yapmadan direk soyunma odasına gitmiş, kutlama yapmak için bir daha da dışarıya çıkmamıştı. Chelsea'ye gittikten sonra fanatik Porto taraftarları tarafından tehditler almaya devam etti. İtalya'ya gitti, yeni bir maceraya atıldı ancak kaderi değişmedi. Yine tehditler aldı ve polisler sonunda 4 Makedon'u yakaladı. Ve uzun zamandır korumalar eşliğinde hayatını sürdürüyor çünkü hala tehditler aldığını söylüyor.

Bu alışkanlığı Madrid'de de değişmeyecek ve kişisel korumasıyla yaşamaya devam edecek. Bugüne kadar kulüpte yalnızca başkan Florentino Perez'in koruması vardı ancak kendisi Jose Mourinho için yeni bir özel güvenlik tutabileceğini mümkün olduğunu söylemiş.

Mourinho dün ailesi ve bazı arkadaşları ile Setubal'da bir restorantda görüntülendi. Pazartesi günü Madrid'e gidip yeni şeyler üzerine çalışmadan önce tatil yapmak istemiş.

Eren Derdiyok vs. NKufo


İsviçre Milli Takımı'nın kaptanı Alex Frei'nin antremanda sakatlanması forvette kimin oynayacağına dair tartışmalara neden oldu. Frei'in İspanya maçında oynayamacağı konuşuluyor. Ancak teknik direktör Ottmar Hitzfeld tartışmalara son noktayı koydu. Eren Derdiyok'u oynatacağını söyledi. Böylece basında kargaşa çıktı. Nkufo'nun daha tecrübeli olduğu ve Twente'de iyi bir sezon geçirdiği, bu sebeple formayı onun giymesi gerektiği söylendi ve Nkufo ile Eren Derdiyok arasında bazı anlaşmazlıkların olduğu dedikodusu ortaya çıktı. Hitzfeld "Ben ikisinin arasında bir problem olduğunu düşünmüyorum. İkisi de bizim takımımız için mücadele edecekler" diyor. Bakalım Eren ilk Dünya Kupası maçında nasıl bir performans gösterecek...

Kupada İlk Gün


Herhangi bir şeyden zevk almayı bildikten ve istedikten sonra o şey size dünyanın en keyifli olayı gibi gelebilir. 2010 Dünya Kupası'nda hiç heyecan vaadetmeyen maçlar olmasına rağmen geçmiş kupa öykülerini okuyup o ülkenin hikayelerini öğrendikten sonra büyük keyif alabilirsiniz. Maça yalnızca maç olarak bakmamak lazım. Dünya Kupası atmosferi çok farklı. Misal, Uruguay ile Fransa arasındaki maç feci sıkıcı geçmesine rağmen benim için değişik tatların olduğu bir maç oldu. Lugano ile Toulalan arasındaki atışma, Henry'nin top Uruguay defansından birinin eline çarptığı pozisyonda penaltı istemesi ama Kuzey İrlanda maçını hatırlayıp mahçuplaşması, kupanın daha ikinci maçında kırmızı kartın çıkması gibi olaylar renkli şeyler.

Ancak yine de keyif kaçıran bazı olaylar var. Misal vuvuzela. Güney Afrika halkına bu adetlerinden ötürü büyük saygı duymakla beraber neden 90 dakika boyunca susmadıklarını anlamış değilim. Tamam, 20 dakikada bir kendi gelenek göreneklerini, evsahibi olduğunu ve rahat davranma lüksünün olduğunu izleyicilere hatırlatırsın ancak bütün maç boyunca susmamanın mantıklı bir sebebi yok. Maç izliyorum, annem televizyon mu bozuldu oğlum diye soruyor. Yok diyorum anne ses maçtan geliyor...

Diğer sinir bozucu olay ise Ömer Üründül. Vuvuzela'ya evet ama Ömer Üründül'e hayır. 15 dakikalık arada bile vuvuzela çalsınlar ama Ömer Üründül yorum yapmasın, ben razıyım. Güney Afrika 1-0 önde, sakallarını sevdiğim "Meksika bir gol bulamazsa bu maçı kaybeder" diyor. Allah Allah... Bak sen şu işe...

Kupa boyunca her şeyi bu blogda paylaşırız efendim, iyi seyirler.

11 Haziran 2010 Cuma

Güney Afrika 1 - 1 Meksika


Öncelikle maçın beklentilerimin üzerinde geçtiğini söylemem lazım. İki takım da sahaya bir şeyler yapmak üzere çıkmışlar ve bütün maç boyunca hep bir şeyler denediler. İlk yarısını Meksika'nın, ikinci yarısını ise Güney Afrika'nın daha iyi oynadığı bir maç oldu. Meksika daha kalabalık ve daha fazla topa sahip olarak gelme amacında iken Güney Afrika rakibinin hatalarından faydalanıp kontratakla gol bulma derdindeydi. Güney Afrika'nın daha az pozisyon bulmasına rağmen daha tehlikeli ataklar geliştirdiğini söylemek lazım zira belli ki maçtan önce rakibi iyi analiz etmişler ve ileriye topu hızlıca taşıma konusu üzerinde fazlasıyla çalışmışlar. Açıkçası ikinci yarıda oynadıkları futbol bana keyif verdi. Hızlı biçimde kanat değiştirmeler, rakibi eksik yakalamalar, etkili ara paslar, pozisyonlar... Golü de buldular. Meksika'nın ortasahada yavaş top çevirdiği bir anda hatalarından faydalanıp topu kaptılar ve ileriye müthiş hızlı ve isabetli 3 pasla topu gönderdiler. Tshabalala'nın golü muazzamdı. Ancak futbolun kendi içerisinde bir adaleti olduğu kesin. İlk yarıda Meksika kendilerinden daha iyi oynarken şans yanlarındaydı ve golü kalelerinde görmemişlerdi. İkinci yarıda ağır bir şekilde daha iyi oynayan taraf olmalarına ve golü bulmalarına rağmen bir korner organizasyonunda golü yediler. 2-1 öne de geçebilirlerdi, 90. dakikada Mphela topu direğe nişanlamasaydı şu an grup lideriydiler ancak
1-1'lik beraberliğe razı olmak zorunda kaldılar.

Evet... Güney Afrika ağırlıklı bir yazı oldu farkındayım ancak bilirsiniz ki sizi ilgilendirmeyen bir maçta çeşitli sebeplerden dolayı bazen bir takımı destekleyebilirsiniz. Ben de belki Parreira yüzünden belki de Güney Afrika'nın sarı-yeşil forması yüzünden onları destekledim. Olmadı...

... Ancak kupa benim için güzel bir maçla başlamış oldu.

Onyewu vs. Rooney


Geçen sezon Fenerbahçe'nin de ilgilendiği ABDli stoper Oguchi Onyewu, bir zamanlar karşılıklı oynadığı Rooney ile bu sefer Güney Afrika'da karşılaşacak. Kendisi Güney Afrika'daki turnuvanın fiziksel olarak en güçlü futbolcularından biri olarak kabul ediliyor. Ve 2007'de Newcastle'da oynarken Manchester United maçında karşılaştığı Rooney'den çekinmediğini söylüyor.

"Ben güçlü biriyim. Ancak bu tek artım değil, bu yalnızca bana yardımcı olacak. Beni itip engellemek istiyorsanız, bu gerçekten problem değil; ben çok güçlü kişilere karşı oynadım. Ben yarın İngiltere maçında Rooney ile karşılıklı oynayacağım. O'nun en büyük özelliği her zaman baskılı ve saldırgan olmasıdır. Benim oyun planıma göre o bir rüzgar değil. Onunla rekabet halinde olacağız ancak ona çok saygı duyuyorum. Ama yine de tek bir oyuncuya odaklanmak yanlış olur çünkü İngiltere takımında çok kaliteli futbolcular var. Ben Newcastle'da 6 ay oynadım ve İngiltere liginin çok hızlı ve fiziğe dayalı olduğunu gördüm. Milli takıma karşı oynarken de böyle olmalısınız. İngiltere çok güçlü bir takım ancak biz de güçlüyüz. Çok mücadele edeceğiz. Biz kazanmak için oynayacağız."

2010 Dünya Kupası İçin Tahminler


İşin en zevkli kısımlarından biridir bu tahmin yürütmek. Hele maç oynanırken iddaya tutuşmak, kimin kazanacağını ya da ilk golün kimin atacağı üzerine bahse girmek çok zevklidir. Biz de blogda tahminlerimizi yapalım efendim.

İspanya'nın şampiyon olacağını düşünüyorum. Yarı finalistler İspanya, Hollanda, İngiltere ve Almanya olur. Finali İspanya ile İngiltere oynar sanıyorum. Gol kralı David Villa olur. Kupanın sürprizini Uruguay yapabilir. İspanya haricinde Uruguay ve İngiltere'yi destekliyorum. Stochlu Slovakya ise takip edilmesi gerekenlerden.

Siz neler diyorsunuz? Tahminlerinizi yorum bölümüne bırakabilirsiniz.

İyi seyirler.

10 Haziran 2010 Perşembe

Fenerbahçe Başkomutanlığı ve Genç Semih


2000-01 sezonunun şampiyon tamamlanmasında en önemli rol oynayan isimler. Revivo'nun sağındaki ve onun sağındakini çıkaramadım, çıkarabilen bir zahmet hatırlatsın. O zamanlar hakikaten genç olan Semih'in saçları varmış, herif şu anda neredeyse kel olacak ama şu etiketi üzerinden atamadı bir türlü.

Eski Spor Müdürü Yeni Antrenör


Öyle yazıyor Aykut Kocaman hakkında Miroslav Stoch'un resmi internet sitesinde. "Kulüp tarihinin en çok gol atan futbolcularından olan ve eski spor müdürü yeni antrenör olan Aykut Kocaman, kendisini bireysel olarak izledi." yazıyor.

Aziz Yıldırım çok kızmıştır bu habere, hemen hackletir siteyi...

Miroslav Stoch Fenerbahçe'de


Öncelikle şunu söylemeliyim ki, kendisinin toplam 2 maçını 90 dakika izledim. Avrupa Ligi'nde bize karşı oynadığı maçlarda kendisini izleme fırsatı buldum. Bunun dışında özetlerden bilgiliyim kendisi hakkında. Dolayısıyla bu yazı ne bilgilendirme ne de referans yazısıdır, ahkam kesmek istemem.

Transfer haberini duyduğumda gerçekten de çok sevindim. Uzun yıllar sonra beni gerçek anlamda heyecanlandıran ilk transfer bu. 20 yaşında olması ve 4 yıllık sözleşme imzalanacak olması işin en güzel tarafları. Maaliyetinin ne kadar olduğuyla muhasebeciler ilgilensin, Güiza'ya 40 milyon euro bayıldığımız yerde Stoch'a her türlü fazla para veririm ben arkadaş.

Öncelikle Fenerbahçe'nin sol açık mevkiisinden başlayalım. Tuncay'ın İngiltere'ye gidişinden sonra gelen Vederson'la ve Uğur Boral'la kanat rotasyonunda büyük sıkıntı yaşanmıştı. Vasat Vederson ve Uğur'la ligde ve Avrupa'da tutunulmaya çalışılmıştı. Ancak futbol zekaları vasatın altında ve teknikleri bir açık oyuncusu için bir hayli kötü olan bu ikili takıma hiçbir katkı sağlayamamışlardı. Özellikle geçen sezon Uğur Boral'ın saç baş yoldurttuğu maçlar fazlasıyla var. İçeriye katetmeye çalışır beceremez, uzaktan şut çeker top gözükmez, çalıma girişir rakibin kontratak yapmasına sebep olur... Bu sezon o mevkiiye Andre Santos alındı ancak yine büyük bir değişim olmadı. Daha sonra Özer'in oynamaya başlamasıyla biraz olsun düzelmeye başladı o bölge ancak Özer de çok fazla top kaybı yaşayan bir oyuncu ve istikrarlı değil. Hız sorunu yaşanan sol açık bölgesinden hiç fayda sağlanamadı.

İşte Stoch'un belki de en önemli özelliği bu. Topla ve topsuz alanda hızlı olması ve çalıma giriştiği her bölgede rakibini rahatlıkla geçebilmesi. Uzaktan attığı şutlar ve yerinde ve isabetli pasları ise onu dünyanın en önemli genç futbolcularından biri yapıyor. Avrupa Ligi'nde bizimle yaptıkları maçta Gökhan Gönül'ü çok fazla zorlamıştı. İçeri-dışarı çalımlar, kendini unutturup arkaya sızmaları ve uzaktan attığı şutlar büyük tehlike oluşturmuştu. Fenerbahçe'ye bu anlamda ilaç gibi gelecektir. İzlediğim 2 maç ve özetler bakımından söylüyorum; kesinlikle Özer Hurmacı'dan daha iyi ve yatırım yapıldığı takdirde çok daha verimli olabilecek bir futbolcu.

Ekşisözlük'e baktığım kadarıyla futbolcuya laf atılmaya şimdiden başlanmış. Fenerbahçe'ye transfer olduğu için elbette. Galatasaray ya da Beşiktaş'a transfer olsaydı "Genç, hızlı bir futbolcu. Süper bir transfer. Aferin Haldun Üstünel" olacakken, Fenerbahçe'ye transfer olduğu için "Fenerbahçe'de eriyip gidecek balon futbolculardan biri" oldu. Neyse, alıştık biz.

Dünya Kupası'nda kendisini daha iyi izleme fırsatı bulacağız. Sezon başlasa da Kadıköy'de izlesek.

Hayırlı uğurlu olsun.

Iniesta İsviçre Maçına Zor


Yahu ciddi ciddi birileri büyü falan yapıyor diye düşünmeye başladım. Her takımın bir yıldızı oyuncusu sakatlanıyor vallahi, kimi izleyeceğiz... Iniesta Polonya maçında sağ uyluk kemiğinden sakatlandı ve ödem oluştu. Çok ciddi bir şeyi olmamakla beraber İsviçre maçında oynaması zor gibi gözüküyor. Oynamak istediğini söylemiş ancak olası bir sakatlıkta daha tüm turnuvayı kaçırabilir. Maradona yapmıştır o büyüyü...

9 Haziran 2010 Çarşamba

Dünya Kupası Öncesi Veron Röportajı


The Guadian Veron'la kendi futbol yaşamı ve Dünya Kupası hakkında bir söyleşi gerçekleştirmiş. Güzel konuşmuş Veron.

Maradona'nın zarif bir mizaçla çok iş yapmak zorunda olduklarını söylediğini anlatmış. Ayrıca Futbolu bıraktıktan sonra Estudiantes'te teknik direktörlük yapmak istiyormuş.

"Evet, ben kesinlikle futbolu bıraktıktan sonra hoca olmak istiyorum. Yöneticilik yapmak istemiyorum, futbolun içinde olmak istiyorum. Futbolu bıraktıktan sonra bir süre hiçbir şey yapmak istemiyorum ancak daha sonra tecrübelerimi ve bildiklerimi birilerine aktarmak zorundayım."

"Messi'nin omuzlarında büyük bir yük var. Ancak ben ne olursa olsun onu hep korurum. O Barcelona'daki takımı burada bulamadı, sorunlar yaşayabilir ve Arjantin kamuoyunun beklentileri var, bunu gerçekleştirecektir. Ancak herhangi bir başarısızlıkta onu günah keçisi ilan etmemek lazım. İnsanlar 11 kişinin yapması gerekenlerinin tamamının Messi tarafından yapılmasını istiyor ancak Maradona'nın istediklerini Messi'nin tek başına yapması elbetteki imkansız."

"Maradona ile çalışmak büyük keyif verici. Çok uysal. Bizimle sürekli konuşuyor. Ayrıca hala bir çocuk gibi."

Estudiantes, Buenos Aires'e 60 km uzaklıkta. 60'lı ve 70'li yıllarda Veron'un babası bu kulübün en önemli futbolcularından biriydi. Veron 2006'da Avrupa'dan döndükten sonra babasının bayrağını taşımaya devam ediyor. O 35 yaşında ve geçen sezonun en iyi futbolcusu seçildi. Ayrıca Estudiantes'in 38 yıldır ilk kez Libertadores kupasını almasında büyük bir rol oynadı.

8 Haziran 2010 Salı

2010 Dünya Kupası'nda Oynayacak Turkcell Süper Lig Futbolcuları


2010 Dünya Kupası'nda oynayacak futbolcular arasında Turkcell Süper Lig'de forma giyen isimler var. Toplam 14 tane. Takımsal bazda dağılımı şöyle:

Galatasaray: Giovani dos Santos (Meksika), Lucas Neill, Harry Kewell (Avustralya), Elano (Brezilya), Abdel Kader Keita (Fildişi Sahili)

Fenerbahçe: Diego Lugano (Uruguay)

Beşiktaş: Holosko (Slovakya), Tello (Şili)

Trabzonspor: Rigobert Song (Kamerun),

Kayserispor: Souleymanou (Kamerun)

Antalyaspor: Mile Jedinak (Avustralya)

Ankaragücü: Geremi Njitap (Kamerun), Marek Sapara, Robert Vittek (Slovakya)

Buna göre en fazla futbolcu veren takım Galatasaray. Toplam 5 tane futbolcusunu Güney Afrika'da izleyeceğiz. Galatasaray'ı 3 futbolcuyla Ankaragücü, 2 futbolcuyla Beşiktaş takip ediyor. Kamerun ve Slovakyalı 3 futbolcu var. Buna göre Rigobert Song, Geremi Njitap ve Hamidou Souleymanou takım arkadaşı olacaklar. Ayrıca Lucas Neill, Harry Kewell ve Mile Jedinak da aynı takım için mücadele edecekler. Keza Holosko ile Robert Vittek de Slovakya'nın başarısı için uğraşacaklar.

Bir anektod: Lucas Neill, Diego Lugano ve Rigobert Song kendi takımlarının kaptanlıklarını yapacaklar.

Ne Aramıştınız

''Hayata dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.''
Albert Camus.

Popüler Yazılar

Blog Arşİvİ

Zİyaretçİler

Futbol Blog. Blogger tarafından desteklenmektedir.