Futbol ; Faİr Play, Cesaret, Mücadele ve Zafer...

30 Nisan 2010 Cuma

Avrupa'da Şampiyonluk Yarışı


Avrupa'da liglerin sonuna yavaş yavaş geliniyor. Her ligde büyük bir çekişme var.

Almanya ile başlayalım. Her şeyden önce Van Gaal'in bu kadar kısa sürede bu başarıları yakalaması takdire şayan. Ligde son 2 haftaya girildi ve Bayern Münih averajla Schalke'nin üzerinde, lider durumda. Almanya Kupası'nda finaldeler ve Şampiyonlar Ligi'nde de 9 yıl aradan sonra finale çıktılar. Müthiş bir sezon geçiriyorlar. Kalan iki maçları küme düşmeme mücadelesi veren iki takım Bochum ve Hertha Berlin ile. Şampiyonluk için yarışan diğer takım ise Schalke. Felix Magath, beklendiği gibi gittiği bir takımda daha şampiyonluk yarışının içinde. Kalan maçları puan tablosunda bir altlarında bulunan Werder Bremen ve 10. sıradaki Mainz ile.


İngiltere'de de son iki haftaya girildi ve Almanya'dan farkı, lider Chelsea'nin puan farkıyla Manchester'ın önünde olması. Kırmızı Şeytanlar Rooney'in yokluğunu fazlasıyla hissettiler. Chelsea'da ise Drogba, Lampard ve Malouda üçlüsü çok formdalar. Son olarak eski dost Tuncay'ın takımı Stoke City'ye 7 tane attılar, kulüp rekorunu kırmaya çok yakınlar. 1960-61 sezonunda 42 maçta 98 gol attılar ve bu sezon bu rekoru sollamak istiyorlar. Toplam 93 gole ulaştılar. 2 maçta 5 gol bulurlarsa rekoru egale edecekler, 6 gol bulmaları halinde ise en gollü sezonlarını yaşayacaklar. Chelsea son iki maçında ilk önce ligin 7. sırasında bulunan Liverpool deplasmanına gidecek, sonra da içerde küme düşmemesi kesinleşen Wigan'la oynayacak. Manchester United ise ilk önce deplasmanda Sunderland ile, sonra da içerde Stoke City ile karşılaşacak.


İtalya'da Roma 9 yıl aradan sonra şampiyon olmak istiyor ve son 3 haftasına girilen ligde lider Inter'in 2 puan gerisinde, ikinci sıradalar. Adamım Mourinho'nun takımı Inter Bayern Münih'le aynı kaderi paylaşıyor. Ligde zirvedeler, İtalya Kupası'nda finaldeler ve Şampiyonlar Ligi'nde yıllar sonra finale çıktılar. Inter Serie A'da son 4 yıldır üst üste şampiyon oldu ve 5. şampiyonluklarına da çok yakınlar. Küme düşmeme mücadelesi veren Lazio ile karşılaşacaklar. Lazio, Galatasaray'ın geçen hafta Bursaspor'a yatıp yatmaması dedikodusu gibi bakalım Inter'e yatacak mı... Inter Lazio'dan sonra ligde rahat durumda olan Chievo ve ligden düşen Siena ile karşılaşacak. Roma ise Ranieri ile iyi bir hava yakaladı ve bir ara liderliğe bile yükselmişti. Fırsatı kaçırdılar ve Inter'in puan kaybetmesini bekliyorlar. Oynayacakları üç takım orta sıralarda bulunan Parma, Cagliari ve Chievo.


İspanya La Liga'da son 4 haftaya girildi ve Barcelona Real Madrid'in bir puan önünde, lider durumda bulunuyor. Barça ve Real müthiş bir rüzgarı arkalarına aldılar, en yakın takipçileri Valencia'ya tam 24 puan fark atmış vaziyetteler. Katalanlar Real Madrid'i 2-0 yenerek liderliğe yükseldiler ve şampiyonluğun en büyük adayılar. Real Madrid'de Kaka'nın sakatlığı ve Xabi Alonso'nun formsuzluğunda takımın yükünü Higuain ve C. Ronaldo sırtladı. Kral Kupası'nda yoklar, Şampiyonlar Ligi'nde Bayern-Inter finalini kendi evlerinde izleyecekler ve tek tutunacak dalları lig. Son 4 haftada Osasuna, Mallorca, Malaga ve Athletic Bilbao ile karşılaşıyorlar. Barcelona ise Villareal, Tenerife, Valladolid ile oynayıp son maçı deplasmanda Sevilla ile oynayacak.


Fransa'da diğer liglere göre farklılık var. Marsilya en yakın takipçisi Auxerre'e 5 puan fark atmış durumda ama bu akşam Auxerre ile deplasmanda oynayacaklar. Auxerre kaybederse şampiyonluğa güle güle diyecek, kazanırsa son haftalar nefes kesecek. 4 hafta kaldı ligin tamamlanmasına. Marsilya Auxerre'den sonra Rennes, Lille ve Grenoble ile karşılaşacak. Auxerre ise Marsilya'dan sonra Lyon, Lens ve Sochaux ile maç yapacak. Şampiyon olmak istiyorsa tüm maçları kazanmak zorunda.

Ligler tamamlandıktan sonra genel bir değerlendirme yaparız ama bitmeden önce ben bir tahmin yapayım. Bana göre bundan sonra liderler bir daha el değiştirmez ve şampiyon olurlar.

Bayern Münih, Chelsea, Inter, Barcelona ve Marsilya ipi göğüsleyecekler gibi sanki. Farklı görüşleri yorumlara alalım.

29 Nisan 2010 Perşembe

Mourinho Böyle İstedi


Inter gibi bir takımın bu kadar katı defans yapmasını bu maç özelinde eleştirebilirsiniz, ilk maçtan, Barcelona'dan ve Mourinho'dan haberi olmayan birisi Inter'in bu defansını eleştirecektir. Ancak ilk maçta alınan 3-1'lik galibiyet, Barcelona'nın hafta içindeki çok hırslı görüntüsü ve deplasmanda oynanacak olması Mourinho'nun hücumu bu derece düşünmemesine sebep olmuş olabilir. Bu kadar katı defans yapmanın Motta'nın atılmasıyla çok alakalı olduğunu düşünmüyorum. Inter bütün maç ne yapacağını ilk 10 dakikada anlatmıştı herkese zaten.

Rakipten 10 kat daha fazla pas yapmak, %75 oranında topa sahip olmak, bütün maçı Ersun Yanal'ın deyimiyle rakibin birinci bölgesinde geçirmek, ama sadece 3 pozisyon bulup 1 gol atabilmek. Şampiyonlar Ligi yarı finalinden de elenmek. Barcelona'nın başına gelenlerin tek sebebi Mourinho'dur. Inter'in tüm maç boyunca savunma yapması daha önce görmediğimiz şeyler değil, La Liga'daki 3-4 takım hariç bütün takımlar Barcelona'ya karşı aynı düşünceyle çıkıyorlar. Ama Inter'in dün akşam yaptığı savunma rastgele bir savunma değildi. 90 dakika boyunca disiplini sadece bir kez kaybettiler, onda da golü yediler. Şaka gibi. Valdes'in eline top gelmedi bütün maç boyu. 90 dakikada Inter'in yaptığı toplam pas sayısı ise 67. Peki nasıl oluyor da bu kadar ezik görünen Inter turu geçiyor? Dedik ya, tek sebebi Mourinho'dur. Bazı futbol alimleri "Yea kardeşim bu kadar da savunma yapılır mı?" diye dursun. Barcelona'ya karşı defansif önlem almayıp diğer takımlara karşı oynadığın oyunu oynayınca galip gelmen mucize. Arsene Wenger bunu denemeye kalktı, 2 maçta 6 gol yedi. Ama kimse "Bravo Wenger" demedi, konuşulan konu yine Barcelona'nın yüzyılın takımı olduğu, Messi'nin uzaydan gelip gelmediği idi.

Bir diğer konu ise bu kadar iyi savunma yapıp çok az kart görme başarısını sağlamak. Motta'nın ucuz kırmızı kartının haricinde faul gerekçesiyle gördüğü kart yok Inter'li futbolcuların. Bu da Mourinho'nun yaptırdığı savunmanın ne kadar taktiksel ve disipline bağlı olduğunu gösteriyor. Diyarbakırspor Kadıköy'de Fenerbahçe'ye karşı savunma yaparken amaçları sadece rakibin ayağını kırmak, onlarla fiziki mücadelede bulunarak yıldırmaktı. Inter'li oyuncuların dün ikili mücadelelere girdiğini bile görmedim. Topa sahip olmadan, rakibe faul yapmadan, sadece yer değiştirerek, alanı savunarak nasıl rakibin tehlikeli olması engellenir konulu panel verdi dün akşam Mourinho'nun öğrencileri.

Bu şekilde oyunu çirkineştirmeden savunma yapan bir takım gelsin başımın üstüne otursun. Ama ne yazık ki ligimizdeki çoğu takımın savunma prensibi Alex'in, Arda'nın; rakibin en iyi oyuncusunun başına 3 kişi dikmek üzerine kurulu.

Finalde iki eski dost karşılaşacak. Van Gaal kulak, Mourinho ise boynuz görevini üstlenecek. Hocasına karşı bugüne kadar hiçbir saygısızlığı olmadı Mourinho'nun. Hatta "Dünyanın en iyisi Van Gaal" dediği bile olmuştu. Mourinho Inter için istiyor bu kupayı. Final her şeye gebe. Benim gönlüm Inter'den yana.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Barcelona vs. Inter


Mourinho bana göre Guardiola'dan çok daha iyi bir teknik direktör. Guardiola'dan farklı, oyunun merkezini daha geride kurması, daha gerçekçi bir taktikle sahaya çıkması. Belki de Guardiola elindeki onca malzemeden dolayı rahat. "Bu takımı herkes şampiyon yapar" gibi bir ukalalık yapmak istemiyorum ama elimde Xavi, Iniesta, Messi gibi üç tane adam varsa ben de her maç saldırırım karşımdaki takıma. Mourinho biraz daha savunma güvenliğini ön planda tutup sahip olduğu topları en kısa sürede ileriye taşıma görevini veriyor oyuncularına. İlk maçta Barcelona'ya karşı bu sistem tutmuştu. Özellikle Cambiasso ve Motta defansa çok yardım edip kademeli bir biçimde rakiplerini karşılamışlar, Xavi'nin pas bağlantılarını kesmişlerdi. "Messi adam değil" diyenlere de gün doğmuştu haliyle. "Bak, herif Xavi'den pas alamadı, ne yaptı maç boyu?" diye tartıştılar. Mourinho da Mustafa Denizli değil elbette. Messi'nin başına adam dikip kendisini etkisiz hale getirmenin çok zor olduğunu anlamış, bunun yerine kusursuz bir alan savunması yaparak Messi'nin hareket alanını kısıtlamıştı.

Rövanşta Inter'in işi ilk maçtaki kadar kolay olmayacak. Barcelona tarafında herkes bu maça kilitlenmiş vaziyette. Ibrahimoviç "Finale çıkmak için onları yeneceğiz" diyor. Laporta ise taraftardan destek bekliyor. Benim görüşüm, Barcelona maçın hemen başında bir gol bulmazsa, ilk yarı 0-0 ya da 1-0 kapanırsa, Inter bu turu vermez. Skorun da güveniyle daha azimle savaşırlarsa, fiziki olarak da üstün gelip maçı da turu da koparabilirler, Camp Nou'da gözyaşlarının akmasına sebep olabilirler. Ben Mourinho'nun yerinde olsam (bu kalıba da hastayımdır), maçın başında deli gibi savunma yapardım. 20-25 dakika Barcelona'yı durdurunca gerisi mecbur gelir zaten. Ama maçın başlarında yenen şok bir gol, bütün maçı alıp götürür.

Benim gönlüm Inter'den yana. Güzel bir maç bizi bekliyor kesinlikle.

25 Nisan 2010 Pazar

Kasımpaşa 0-1 Fenerbahçe


Maçın özeti: Bu sezon izlediğim en iyi Fenerbahçe. Bilica gitsin, Bekir'e şans verilsin. Yılmaz Vural'ın duacılarına da kapak olsun.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Samet Aybaba ve Inter


Bugün Inter günü olsun blog için. Wikipedia'da Inter konusuna bakarken gördüm ve bloga da taşımadan edemedim. Teknik direktörler listesinin 5. sırasında tanıdık bir isim var. Kim uğraşır bilemiyorum bu işlerle...

Inter, Mourinho ve Balotelli


Allah Inter taraftarlarına peygamber sabrı versin. Mourinho'da var o sabır zaten. Hala haftasonundaki maçta oynayacak diyor adam.

Otel Sitesi Tanıtımı

Tatil günlerinin tadini deniz kiyilarinda, lüks otellerde çikarmanin zamani yaklasmis bulunuyor. Üzerimizde bir sene boyunca biriken her türlü stres ve yorgunlugu atmak için güzel bir Vakantie Spanje yapmak hem bedenimizin hakki hemde arzusu. Güzel ülkemizde popüler turistik yerlerde mesela Alanya, Bodrum, Kusadasi, Izmir gibi, bunu yapmak mümkün, fakat macera sinirlarini asmak ve diger kültür ve doga güzelliklerini görmek, ögrenmek ve tatmak isteyenler için tatili yurtdisinda geçirmek elbette çok zevkli ve farkli bir tatil olur. Mesela komsu ülke Vakantie Griekenland, Turkije iklimini ve büyük ölçüde kültürünü paylasan bir ülke, çok güzel adalari var, mükemmeler plajlarla donatilmis ve dünyanin nadir güzelliklerin hazinesine sahip. Hem mesafe bakimindan çok yakin ülke yani tatil yapalim derken uzun yol yapmakla yorgunlugumuza yorgunluk katmamis oluruz. Tatilden bahsederken, tatil yalniz deniz plajlarinda boydan boya uzanmak ve beraberinde nefis koktail içmekten ibaret degil elbette, çok harika, hafizalarda uzun süre kalacak temali bir tatil de düsünülebilir. Akla ilk gelen temali tatilde herkesin asina oldugu Disneyland figuranlarinin avrupadaki memleketi, Disneyland Parijs veya diger ismiyle Eurodisney Parijs tatil cenneti. Bilhassa cocuklar için rüyalarin gerçek oldugu, son derece güzel bir tatil mekani, Disneyland Parijs

Ranieri'nin Sınavı


Onca büyük takımı çalıştırmış ama hiçbir zaman büyük teknik direktör olarak anılmamış Ranieri'nin takımı Roma şu an Inter'in bir puan önünde, Serie A'da lider durumda. 2000-01 sezonundaki son şampiyonluklarından bu yana şampiyon olamıyor Roma. Bu da ilginç bir şey değil, tarihlerinde toplam 3 şampiyonlukları var. Inter Barcelona'yı dün yenince Romalılar sevince kapıldılar, lige konsantre olamayıp bocalayacağını düşünüyorlar Inter'in. Kendilerinin zor diyebileceğimiz bir tek Sampdoria maçları var, Inter'in ise kalan tüm maçları ligin son sıralarındakilerle. Benim tahminim Ranieri bu sınavdan iyi not alamaz, Mourinho ipi göğüsler. Sonra da Madrid'in yolunu tutar...

19 Nisan 2010 Pazartesi

Ordan Burdan

Dünkü derbiyi izledikten sonra Real Madrid-Valencia maçını izleyince beyin karmaşası yaşıyor insan. "Bu mu bizim derbimiz?" düşündüm. Ama ne yazık ki durum bu.

Beşiktaşlılar'ın şu andaki ruh hallerini anlayabiliyorum. Penaltıları verilmedi, skora doğrudan etki eden bir hakem hatası oldu. Katılıyorum. Baskılı olduğu dakikalarda golü bulsaydı Beşiktaş, maçı da çevirebilirdi. Fenerbahçeliler'in "Önce siz çıkardığınız kadroya bakın, oynadığınız oyuna bakın" demeye hakkı yok. İlk maçta biz nasıl Gökhan Gönül'ün penaltı pozisyonunda ve Uğur İnceman'ın ofsayt golünde sinirlendiysek ve oynadığımız oyunu konuşmadıysak, Beşiktaşlılar da gayet haklı. Hakem hata yaptı. Ama... Aması var.

İlk maçta biz yapılan hatalardan bahsederken dalga geçen Beşiktaşlılar, skorun zehabına kapılıp hakem hakkında hiç konuşmayan Beşiktaşlılar; bu maçta Lugano'nun pozisyonuna penaltı vermeyen hakeme küfür eden yine Beşiktaşlılar.

Burda bir çelişki yok mu?

İlk maçta Daum'un korkaklığından, takımın kopukluğundan bahseden Beşiktaşlılar, boşver penaltıyı oynadığınız oyuna bakın diyen Beşiktaşlılar; bu maçta rezil oynayan ve tek bir pozisyonu olmayan Beşiktaş'ı konuşmayıp hakeme küfür eden yine Beşiktaşlılar...

Kimse kusura bakmasın, bu işin lamı cimi yok. Ne zaman senin lehine hata yapıldığında karşındakine anlayış gösterirsen, senin aleyhine yapılan hatalar olduğu zaman da destek bulursun birilerinden. Kimse kusura bakmasın, Beşiktaş'ı yendik ve mutluyum, hakem diye ağlayanlara da hiç acımıyorum.

Gelelim Fenerbahçe'ye. Bir derbide daha rakibinden daha soğukkanlı bir oyun oynayıp galip geldi Fenerbahçe. Ama galibiyetten çok konuşulması gereken konu Fabio Bilica olmalı. Bir psikolog yardımı mı alır, yoksa Aziz Yıldırım kulağını mı çeker bilemiyorum ama bu adama birileri Fenerbahçe forması giydiğini hatırlatmalı. Selçuk'a da kızarız, Önder'e de kızarız ama bu adamlar işlerine bakarlar, futbolunu oynarlar; iyi ya da kötü. Ancak Bilica'nın yaptığı şeyleri futbol konuları içerisinde tartışmak mümkün değil. Artık Emre Belözoğlu ile beraber gitmesini istiyorum bu herifin. Kimsin birader sen? Necisin?

18 Nisan 2010 Pazar

Kusura Bakma Beşiktaşlı


Maç o-o'ken Gökhan Gönül cezasahasında düşürüldü, "Deli İbo Gökhan'ı durdurdu" dedin.
Kazım argo kelime kullanıp kırmızı kart yedi, "Oh olsun alemci Kazım'a" diye aşağıladın.
Uğur İnceman 5 metre ofsayttan gol attı, "Skor zaten 2-0'dı, ne olacak ki" diye saçmaladın.

Şimdi aynı şey senin başına geldi.

Evet, Lugano eliyle durdurdu, penaltın verilmedi.
Evet, İbrahim Toraman'ın kırmızı kartı haksızdı.

Ama seni ilk maçta da bu şekilde görmek isterdik. Samimi değilsin Beşiktaşlı, hiç acımıyorum sana, hem de hiç...

17 Nisan 2010 Cumartesi

Fenerbahçe vs. Beşiktaş


Türkiye'yi çok iyi bilen ve bu tür maçların uzmanı olan iki kurt hoca. Daha da ötesinde, sürprizi seven, değişikliğe gitmekten kaçınmayan, zorlukların üstesinden gelmeyi çok iyi bilen iki hoca. Hem Daum hem de Mustafa Denizli, daha önce Fenerbahçe ve Beşiktaş'ta çalışmış, dahası şampiyon olmuş teknik adamlar.

Bursaspor'un bu hafta da kazanması ve şampiyonluğa daha da yaklaşmasıyla beraber, iş her iki takım adına da zora girdi. İlk maçta da buna benzer bir durum vardı. Fenerbahçe kaybetse çok büyük bir yara almayacaktı ama Beşiktaş'ın kaybetmesi çok erken lige havlu atması anlamına geliyordu. Beşiktaş için kritik bir maçtı ve dedik ya, Mustafa Denizli zorluklardan aşmayı bilen biri. 3 tane atıp gönderdiler. Şimdi Beşiktaş'ın olası bir mağlubiyetinde yapacağı tek hesap Avrupa kupaları olacak. Ancak Fenerbahçe biraz daha rahat gözükse de işler hiç de öyle değil. Kaybedilen bir 3 puan, şampiyonluk şansının azalması anlamına geliyor. Beşiktaş'ın artısı, Bursaspor'la maç oynayacak olması.

Hafta içi hem Fenerbahçe hem de Beşiktaş sakatlık haberleriyle çalkalandı durdu. Gökhan Gönül ve Bilica'nın sakatlıkları vardı, ben ikisinin de oynayacağını düşünüyorum. Beşiktaş'ta ise İbrahim Toraman, Rüştü ve Ferrari'nin oynayıp oynamayağı konuşuluyordu, üçü de oynacakmış gibi gözüküyor.

Laf defanstan açılmışken burdan devam edelim. Lugano-Bilica ikilisini Lucio-Samuel ikilisine benzetebiliriz. Sert, havadan kolay top aldırmayan, yerden rolanti oynayan ekiplere nefes aldırmayan bir ikili. Lucio'nun topla çıkışları ve Samuel'in birebirdeki etkinliğini hesaba katarsak Fenerbahçe'nin stoper ikilisi daha yavan kalıyor ancak Türkiye Ligi için kesinlikle ideal bir ikili olduğunu düşünüyorum. Zaten Beşiktaş kalabalık hücum yapmıyor, genelde bireysel çabalarla ve konrataklarla gol bulmaya çalışıyor.

Beşiktaş tarafında ise Ferrari-Sivok ikilisi Lugano-Bilica ikilisinden kötü değiller. Ancak yeteri kadar sertlik gösteremiyorlar.

Fenerbahçe'nin sol kanadında Andre Santos ile Özer oynayacak. Andre Santos bu ligin en iyi hücum yapan solbeki ancak defansif anlamda aynı şeyi söylemek mümkün değil. Bilhassa maçın ikinci yarısından itibaren geri dönüşlerde sıkıntı yaşıyor ve rakipler özellikle o bölgeyi daha etkili kullanıyor. Ancak maça tam olarak konsantre olduğunda neler yapabileceğini Galatasaray maçında görmüştük. Bir iki pozisyon dışında Keita ve Giovani'yi geçirmedi o taraftan. Özer'in ne kadar etkili olacağını ise karşısında oynayacak rakibi belli edecek. Holosko birebirde Özer'i her seferinde geçer ama ne zamandır maç eksiği olduğu için 60'tan sonra düşebilir ve Özer eğer fizik gücünü bu dakikaya kadar iyi korursa maçın ikinci yarısında etkili olur.

Beşiktaş'ın ilk maçtaki yıldızı İbrahim Üzülmez bu maçta ilk maç kadar rahat davranamayacak. Zira ilk maçın ilk yarısında hiç oyuna girmeyen Üzülmez, ilerleyen dakikalarla beraber her mevkiisi oyundan düşen Fenerbahçe'ye karşı güzel oynamıştı. Bu maçta Gökhan Gönül omzundaki sakatlıktan dolayı daha temkinli davranabilir, ikili mücadelelerde mağlup olan taraf olabilir ama Mehmet Topuz Manisaspor maçındaki gibi oynarsa Gökhan'ın bu açığını kapatır.

Beşiktaş'ın yalnızca kanatlardaki değil tüm maçtaki kritik adamı Tello. Beşiktaş, pas yapmakta zorlanan bir takım. Bu yapıyı değiştiren isimler ise Ernst ve Tello oluyor. Eğer sürekli içe katederse bu durum Fenerbahçe'nin lehine olur zira dar alanda etkili bir takım Fenerbahçe. Fiziki olarak çok da iyi durumda olmayan Tello, eğer yardım alamazsa tüm maçta kaybolur ve bütün maç boyunca Ernst'in kişisel çabalarına bakar Beşiktaş.

Ben maçın büyük oranda ortasahada geçeceğini ve az pozisyonun olacağını tahmin ediyorum. Bu bağlamda ortasahada daha organize olan ve az pas hatası yapan takım gol atmaya çalışacak. Beşiktaş hücumsal anlamda sıkıntı çeken ve iyi organize olan takımlara karşı aynı reaksiyonu gösteremeyen bir takım. Ve Fenerbahçe'de olduğu gibi skoru doğrudan değiştirecek oyuncuları yok. İlk maçta Fink Alex'i markaj altına alarak aslında bir anlamda kendisini de markaj altına almıştı. Kendi sahalarında oynadıkları için ve Emre oyundan ikinci yarının hemen başında çıktığı için ortasahada doğan boşluk sorun yaratmamıştı. Ama artık başka bir kimlikte oynuyor Fenerbahçe ve benim bildiğim Mustafa Denizli Alex'i yine kilitler ve benim bildiğim Daum bu sefer bu hatayı affetmez.

Emre Belözoğlu'nun her maç artan form grafiği Fenerbahçe'yi doğrudan etkiliyor. Ortasada Ernst'e karşı üstün gelip gelemeyeceğini maçta göreceğiz ama hücumsal anlamda kesinlikle Ernst'ten çok daha iyi bir önlibero. Alex'le olan bağlantısını Fink kesecek ancak Özer'in yardımıyla Beşiktaş'ın presini pasla kırıp Alex'in boşa çıktığı pozisyonlarda pozisyon yaratabilirler.

Beşiktaş'ın savunmayı önde kuracağını zannetmiyorum. Mustafa Denizli böyle bir risk almaz. Alırsa da Güiza Rüştü'yü bir kez daha avlar. Hal böyle olunca Fenerbahçe evinde oynama avantajını da kullanarak daha kompakt bir yapıya bürünüp daha tempolu bir oyun oynayabilir. Beşiktaş ise sürekli hızlı pas yapma derdinde olacak ve Holosko ile Bobo'nun ayaklarına bakacak kontraataklarda.

Uzun lafın kısası, Fenerbahçe iyi konsantre olup hücumda az hata yaparsa ve Beşiktaş'a çok top kaptırmazsa üstün gelir, Beşiktaş'a da kontraataktan başka bir çare bırakmaz. Ligin ilk yarısındaki Trabzonspor maçında böyle yapmıştı misal Beşiktaş. Toplam iki pozisyon bulmuştu ve ikisi de kontratağa dönüşmüştü ve ikisi de gol olmuştu.

16 Nisan 2010 Cuma

Çılgın Haftasonu


Derbilerin yoğunluğu oluşturduğu keyifli bir haftasonu bizi bekliyor.

İlk önce bugün, hafta sonu olmasa da, Inter ile Juventus kapışacak. Yarın Manchester derbisi var. Alex Ferguson'ın öğrencileri tamam mı devam mı maçına çıkıyorlar. Ardından Manchester Unitedlılar Tottenham'ın Chelsea'yi yenmesini bekleyecekler. Sezonun en kritik maçlarından birine çıkıyor Chelsea. Onun ardından Espanyol ile Barcelona yine bir derbide buluşacaklar. Barcelona'ya çelme çakmakla ünlü Espanyol, Real Madridliler'i mutlu edecek mi bakalım. Şampiyonlar Ligi'nden elenen Bordeaux, Lyon'dan intikamını almak için kendi evinde galibiyet arayacak. Pazar günü ise 3 derbi birden var. İstanbul derbisi! Ligin şüphesiz en kritik maçında Fenerbahçe Beşiktaş'ı ağırlıyor. Bu maçın oynandığı sırada İtalya'da başkent derbisi var. Lazio, Roma'yı sahasında konuk edecek. Ve Brezilya! Santos-Sao Poulo derbisi de merakla bekleniyor. Alper Öcal'dan güzel bir yazı beklerdik ama ne zamandır bloguna yazmıyor.

Derbilerin olduğu, kritik maçların oynandığı ve fazlasıyla heyecan vaat eden bir hafta sonu bizi bekliyor. Benim planlarım şu şekilde:

Bugün
20.00 Bursaspor – Gaziantepspor (LiG TV)
21.45 Inter – Juventus (NTVSPOR)

Yarın
14.45 Man. City – Man. United (SPORMAX)
19.30 Tottenham – Chelsea (SPORMAX)
22.00 Bordeaux – Lyon (KANAL A)

Pazar
16.00 Sampdoria – Milan (NTVSPOR)
19.00 Fenerbahçe – Beşiktaş (LİG TV)
19.30 Lazio – Roma (NTVSPOR - Banttan)
22.00 Real Madrid – Valencia (NTVSPOR)

Keyifli seyirler.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Çifte Türkiye Kupası


Bu melekler bambaşka! Öldük öldük dirildik ekran başında ama taraftarına o kadar güven veriyorlar ki, beni hiç ümitsizliğe düşürmediler. Fenerbahçe'den ziyade, Türk spor tarihinin en başarılı takımı olma yolunda hızla ilerliyorlar.

Fenerbahçe bayan voleybol takımı tarihinde ilk kez Türkiye Kupası'nı müzesine götürdü. Futbol takımı da aynı kupaya 27 yıldır hasret. Bu sezon çifte kupa yakışır Fenerbahçe'ye.

Futboldaki Türkiye Kupası'na ithafen;

Sen de başını alıp gitme ne olur
Ne olur tut ellerimi
Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar
Ve hiçbir şeyi özlemedim seni özlediğim kadar

Arda Turan


Bir futbolcunun başarılı olabilmesi için ilk şart kafa olarak futbola hazır olması. Yeteneğin yanında psikolojik etkenler performansı çok büyük oranda etkiliyor.

Arda Turan hem yeteneği itibari ile hem de psikolojik anlamda bundan 1 sene öncesine kadar her anlamda hazırdı. Hakan Şükür gitti ve takımda bir boşluk oldu. Yeni bir isim lazımdı. Takımın simgesi olacak bir isim. En uygun isim Arda Turan'dı. İyi bir Galatasaraylı ve iyi bir futbolcuydu. Apar topar Arda'ya yüklendiler. Kaptan yaptılar, 10 numarayı sırtına geçirdiler. Bunda enteresan bir şey yok. Kaptanlığın yaşla ya da tecrübeyle doğru orantılı olduğunu söylemek çok mantıklı değil. Fernando Torres 17 yaşında Atletico Madrid kaptanlığına getirilmişti misal. Arda'ya bu görevin verilmesinde sakınca görmüyorum ben. Ama asıl sorun bundan sonra başladı. Artık Arda'ya başka bir gözle bakıldı. Simge isim arayan Galatasaray camiası, Arda'ya haddinden fazla değer biçti. Medya aşırı büyüttü, yönetim taraftara gaz verdi. Haliyle beklentiler yükseldi. Arda sezon başı itibari ile bu beklentileri karşıladı. Ama iyi futbolcuyla yıldız futbolcuyu birbirine karıştıran medyamız, düşen performansını artan performansı gibi aynı şekilde büyüttü, Arda ortaya futbol anlamında bir şey koyamayınca özel hayatı konuşulmaya başlandı.

Aslında burda kimsenin çok suçu yok. Ortak paydada herkes bir yerinden sorumlu. Arda'nın da bunda payı var elbette. Sürekli Liverpool'a gitmek istediğini söylemesi ayrı bir hava kattı.

Ben Arda'nın kötü bir futbolcu olduğunu düşünmüyorum. Ama bana göre yıldız da değil. Arda, takım kötü giderken takımı ateşleyecek veya kendi çabasıyla skor üretecek bir futbolcu olmadı hiçbir zaman. Mehmet Demirkol'a bu konuda katılmıyorum. Arda'nın yıldız olduğunu ve özel hayatının konuşulmasının normal olduğundan bahsediyor. Evet, yıldız futbolcuların özel hayatından konuşulması kadar normal bir şey yok ancak bu futbolcu sahada bunun karşılığını da verebilmeli.

Arda özellikle son 2-3 aydır bir form düşüklüğü yaşıyor. Aşırı normal. Ama beklentiler o kadar yükseltildi ve Arda o kadar apayrı bir köşeye konuldu ki, bu düşüş normal bir düşüş olarak görülmedi. Ben bekliyordum böyle bir ortam. Arda takım iyiyken yüksek performans gösterdi ama ne zaman işler kötü gitmeye başladı, Arda'nın grafiği o kadar aşağıya indi.

Son zamanlarda medyada Arda'nın Avrupa'ya gidip kurtulması gerektiği konuşuluyor. Eğer Arda böyle bir şey yaparsa açmak üzereyken dalından koparılan bir çiçekten farkı kalmaz. Kendisi her ne kadar burdaki ortamdan şikayet etse de kabul etmeli ki hala el üstünde tutuluyor. Avrupa'da bu fizikle tutunamayacağı gibi, medya kendisini bu kadar şımartmaz. Daha soğuk bir ortam bulur kendine. Ben olsam Galatasaray'da kovulana kadar kalırım. Zira kendisinin performansını yükseltecek en iyi ortam yine Galatasaray'da. Her şeye kafasını takıp aklını futbola vermezse üzücü bir son kendisini bekler. Geldi de zaten. Islıklandı Ali Sami Yen'de. Islıklayan taraftar zamanla çığ gibi büyür. Oynadığı futbolla bütün Türkiye'ye cevap verip tekrar işine odaklanmalı, yoksa bu işin sonu çok hayırlı gözükmüyor. Kendisi sıradan bir futbolcu değil ve performans düşüklüğü sıradan bir düşüklük gibi gözükmeyecek hiçbir zaman.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Guti


Gözümde dünyanın en underrated futbolcularından biridir Jose Maria Gutierrez Hernandez, nam-ı diğer Guti. Bu kadar zarif ve hatasız pas atan futbolcu bulmak çok zordur. En parlak dönemlerinde dahi sürekli ilk 11'de oynayamamış ama sonradan girdiği çoğu maçı çevirmesini bilmiştir. Az forma şansı bulmasında elbetteki Real Madrid'in yıllardır en çok oyuncusunun bulunduğu ortasahada oynamasının payı vardır.


Yaz transfer döneminde adı ciddi bir şekilde Galatasaray'la anılmıştı. Gelmemesini o kadar çok istemiştim ki... Çünkü Guti'yi ben her zaman Fenerbahçe'de oynarken hayal etmiştim.

Ukalalık edip özelliklerini saymak ayıp olur, zira Guti'den haberdar olmayıp ben futbol izliyorum diyenler bir zahmet bu blogu kapatıp gitsinler. Ama bu kadar övdük, hatırlatmakta da fayda vardır diye düşünüyorum. En önemli özelliği şüphesiz isabetli pasları. Oyun görüşü o kadar çok yüksek ki statta izleyenlerin bile göremeyeceği boşlukları görüp iğne deliğinden pas atabilir. Sağına bakıp sol çaprazına gönderebilir. Bitmiş pozisyonları kimsenin hayal bile edemeyeceği bir şekilde gole çevirebilir. Top sıkıştığı anda gider alır ve takımı atağa kaldırır. Şimdi diyeceksiniz ki, e kardeşim o kadar teknik madem, niye oynamıyor? Koşmuyor çünkü bu adam.

Ahmet Çakarlık yapayım;

Bakın beyler! Artık Gökmen Abi'nin, Ziya Abi'nin futbol oynadıkları dönemleri geçtik. Koşacaksın, ısıracaksın, koparacaksın. Bu özelliğin yoksa sen bir hiçsin!

İşte bu özelliği batasıca Guti bu yüzden adından söz ettiremiyor. Türkiye'deki muadili Alex 6 yıldır aynı sıkıntıyı çekiyor. Adam olmadığından bahsediliyor.

Ama bu tür futbolcuları izlemek zevktir birader. Neyse, lafı uzatmadan bir iki link verelim de gözümüz gönlümüz açılsın.  Blogger'da bir problem var sanıyorum, ekleyemiyorum, o yüzden direk link vereyim:

http://www.youtube.com/watch?v=N9WCDc16Ots
http://www.youtube.com/watch?v=v87hrFhVxBg
http://www.youtube.com/watch?v=8oYwyZsjcos
http://www.youtube.com/watch?v=9nmNka6ud68
2 gol 4 asist ile oynadığı maç:http://www.youtube.com/watch?v=XWawC873aic

Olur Böyle Vakalar


Yaklaşık 1 yıl aradan sonra Misak-ı Milli sınırları içerisinde ilk kez mağlup oldu bu takım. Avrupa ikinciliğinin yarattığı boşluk elbetteki konsantrasyon eksikliğine neden olmuştur ancak bu mağlubiyet yeni bir anormal galibiyet serisini başlatabilir. Çarşamba günü rövanş maçı var. Benim tahminim bu kızlar set vermez...

9 Nisan 2010 Cuma

Chamakh İngiltere'ye


Aslında Chamakh'ın Arsenal hayalleri geçen sene başlamıştı. Maddi konularda anlaşılamayıp, bir de bunun üzerine kulüp kalmasını isteyince bir sezon daha kalmak zorunda kaldı. Daha ciddi bir teklifle geliyor bu sefer Arsene Wenger Bordeaux'ya ve artık Chamakh'ın gözü de İngiltere'de. Verimliliği düşük olsa da beğendiğim bir forvettir benim. Maçın içinde çok aktif değildir ama son vuruşları kusursuzdur.

Bakalım ne yapacak Ada'da...

7 Nisan 2010 Çarşamba

Barcelona 4-1 Arsenal


Şu maç hakkında medyada ve bloglarda yazılacak şeyler aşağı yukarı bellidir. Messi'den girersin, Xavi'den çıkarsın, yanına da takım oyunu sosunu ekleyip yazıyı bitirirsin. Barcelona başkasına imkan vermiyor çünkü. Her maç aynı istikrarlı oyun, her maç büyüleyici bir pas organizasyonu. Bir ara topla oynama oranları %75'e kadar çıktı, Arsenal çaresiz kaldı.

2-2'nin rövanşında bu maçta türlü sürprizler olabilirdi. Fazlasıyla heyecan vaadediyordu 90 dakika. Wenger ilk maçtan daha saldırgan bir takım çıkardı Camp Nou'ya. İlk 15 dakikada ortasahada Barcelona'nın presini kırmak istediler, kaptığı toplarla da hızlıca çıkmayı çabaladılar ama sahada bunu başarmak o kadar kolay değil. Bolca faul yaptılar. Başarılı oldukları 2-3 pozisyon var ve birinde de golü buldular. Barça ortasahada topla didişirken Diaby kaptığı topu Walcott'un önüne bıraktı ve Güiza'nın İngiltere'deki muadili Bendtner golü attı. Ömer Üründül'ün tabiriyle, "Daha neler olacak bu maçta Kerem" dedim kendi kendime. Eğer bu 1-0'lık üstünlüklerini en azından ilk yarının sonuna kadar sürdürebilselerdi bütün maçı alıp götürebilirlerdi ancak sevinçleri çok kısa sürdü. 2 dakika sonra Messi kendi hazırladığı pozisyonu gole çevirdi ve tabelada yazan skor 1-1 oldu. Gol ilginç. Bu yazıya başlamadan önce özete bir kez daha baktım ve Messi'nin ilk golü harbiden ilginç. Adam Xavi ile ikiye-bir yapmak istedi ama Xavi fazla içeriye girince top Silvestre'nin ayağına çarptı, böylece Messi rakip oyuncuyla ikiye-bir yapıp gol atmış oldu.

Arsenal pes etmedi ama güçleri de yetmedi. İleriye çıkarken yeteri kadar soğukkanlı değillerdi ve Barcelona kadar sahaya iyi yayılamadılar. Nasri bir şeyler yapmaya çalıştı ama yetmiyor tek kişi Barcelona'ya. Katalanlar birbirleriyle o kadar iyi anlaşıyorlar ve o kadar az pas hatası yapıyorlar ki topu ayağına alan her kişi yanında ve önünde en az birer kişi görüyor, pas yapmak çok kolay oluyor. Bunda Xavi'nin rolü elbette çok büyük. Tek paslar, oyunu kanatlara açmalar ve uygun yere çok güzel pas atmalar... Ve bunu o kadar güzel yapıyor ki bu adam, yaptıktan sonra Selçuk Şahin gibi olduğu yerde kalmıyor; attığı yere gidip yardım ediyor, markajdan kurtulup etrafına güven veriyor. Şüphe yok ki Barcelona'yı Barcelona yapan en önemli görev adamı.

Messi ilk yarıda 3 tane sallayınca Guardiola Madrid deplasmanını hesap edip vites düşürdü, idman havasında bir ikinci yarı izledik. Bunu yaparken Daum gibi geriye yaslanarak skoru korumadılar elbette, sadece oyunu daha az bir mesafede oynadılar. Ortasahanın ortasında bolca top çevirdiler. Bir ara sayamadım ama herhalde üst üste 100 pas falan yaptılar.

Gecenin diğer kazananı iser Mourinho idi. Inter ile oynayacak Barcelona. Grup maçlarında 2-0 kazanmışlardı, işlerinin ilk maç kadar kolay olmayacağını düşünmekle beraber yenecekleri neredeyse kesin gibi. Barcelona'nın rakiplerinin yapacağı bir şey yok, ne yazık ki durum böyle. Her oynadıkları maçta favoriler. Tıpkı bu sene Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu konusunda favori oldukları gibi.

6 Nisan 2010 Salı

Rijkaard'ın Topu


Şu dünyada eleştirilmeyecek kişi ve olay yok. Saygı sınırları aşılmadığı sürece her şey eleştirilebilir. Günlük yaşamımda buna dikkat etmeye çalışırım. Ben olsaydım ben de eleştirebilirdim, diye düşünürüm. Bunun için, Frank Rijkaard'ı eleştirenlere kötü gözle bakanlara gülüyorum. Bu adam tanrı falan değil. Din konusunda eleştirmekten hepimiz çekiniriz ama konu futbol olunca her şey her şekilde eleştirilebilir. PSV Eindhoven'ı Şampiyonlar Ligi şampiyonu yaptıktan sonra Fenerbahçe'ye gelip Aydınspor'dan 6 yiyen Hiddink hakkında Şansal Büyüka'nın o zamanlar neler söylediklerine bir bakın derim.

Galatasaray'da sıkıntılı günler yaşanıyor. Rijkaard'dan beklenen verim alınamadı. İşler kötü gidince eleştiriler başladı haliyle. Benim de eleştirdiğim birkaç konu olmuştur, yalan yok. Ama Rijkaard'a tapan bazı kesimler var ki sanki bu adam göğü ikiye yarıp inmiş, sihirli bir top getirmiş gibi davranıyorlar. Eleştirenleri eleştiriyorlar. Halbuki durum basit. Ülkemize gelen ünü büyük bir teknik direktör var ve işler kötü gidiyor. Görmediğimiz şeyler değil. Daha geçen sezon Aragones hakkında neler söylendi hatırlayın. İkisinin ortak yönü ne peki? Futbolcu kariyerlerinin büyük başarılarla dolu olması, teknik direktör kariyerlerinin de futbolculuk dönemlerinden aşağı kalmaması. Sorun da burada başlıyor işte. Geçmişte başarılı olmuş her hocanın bizim ülkemizde de başarılı olacağını düşünüyoruz. Oynattığı futbolun ülkemizde uygulanabileceğini tartışmıyoruz, ya da başarılı olduğu ülkedeki şartları kendi ülkemizde sağlamıyoruz.

Bizim yönetimlerimizin yaptığı şey şu: Kadroyu hoca gelmeden kuruyorlar ve bu kadro ile hocanın başarılı olmalarını istiyorlar. Büyük bir ihtimalle başarı gelmiyor ve teknik direktörün basiretsizliğinden bahsediliyor. 1 senede Rijkaard'ın hocalığını bitirdik.

Adnan Polat'ın açıklamalarına göre seneye de Rijkaard ile devam edilecek. Çok doğru bir karar. Ben olsam şimdiden transfer hazırlıklarına başlarım. Rijkaard bir şans daha hakediyor çünkü.

Bakmayın Ahmet Çakar'a, Hıncal Uluç'a. Sporun S'sinden anlamadan futbolun santrforundan, basketin pivotundan, voleybolun smaçından bahseden bu adamları dinlemeyin.

Ben böyle yapıyorum. Ama üstte de dediğim gibi, bu Rijkaard'ın asla eleştirilmeyecek bir adam olduğunu göstermiyor. Bal gibi de eleştirilir. Ancak her şeyin dozunu ayarlamak lazım.

4 Nisan 2010 Pazar

İki Fenerbahçe'nin Ortasındayım


Dün Schalke-Bayern maçına biraz göz attım ama aklım TRT 3'teydi. İhanet etmemek için maçın 20. dakikasında kapadım TRT 2'yi, TRT 3'ü açtım. İyi ki de açmışım! Dün akşam maçın sonundaki kadar bağırdığım maç sayısı çok azdır. Seviniyor insan, ağlıyor, duygulanıyor, gururlanıyor. Bu kızlarımızın azmini görünce Fenerbahçeli olmaktan bir kez daha onur duydum. Şimdi de şampiyonluk yakışır bu güzel meleklere. Maç başladıktan yarım saat sonra yaramaz adamların da Kayseri ile maçı var. Kadıköy'de olacağım. İki Fenerbahçe'nin ortasına geçtim ve galibiyetle ilgili dilek tuttum. Umarım Kayseri'yi yendikten sonra statta "Sarı Melekler Avrupa Şampiyonu oldu!" şeklinde bir anons duyarım. Haydi Melekler, haydi çocuklar!

3 Nisan 2010 Cumartesi

Schalke vs. Bayern Münih


Hem futbolcular hem de teknik adamlar açısından oldukça zevkli geçecek gibi duruyor maç. Demeç savaşları da devam ediyor. Bayern Münih'in teknisyenleri Schalke'nin çok faul yaptığını ve Felix Magath'ın sahanın çimlerini onarmayıp durumu kendi lehlerine çevirdiklerini söylüyorlar. Ivica Olic de "Magath iyi bir çime sahip, onlar bu konuda avantajlılar" diyor. Bayern tarafında Ribery yorgun, Robben'in durumu ise belirsiz. Gomez ve Schweinsteiger'in oynaması bekleniyor. Schalke'de önemli bir eksik yok.

Bol faul yapan ve bunun sayesinde rakibin ataklarını ustalıkla kesen ve oyunu soğutan bir takım yarattı Magath. Van Gaal ise yavaş yavaş sistemini oturtmaya çalışıyor. Fizik-mücadelenin mi yoksa teknik-taktiğin mi daha üstün geleceğini bugün saat 16:30'da TRT 2 ekranlarında göreceğiz...


2 Nisan 2010 Cuma

TSL'nin İlk Beşine Genel Bakış


İlginç bir lig yaşadığımız kesin. Hiçbir takım önündeki maç için umut vermiyor, kazanılan 3 puanlar yalnızca haftanın sonucu gibi gözüküyor. Detaya girmeden, okuyucuyu da yormadan, ligimizin 28. hafta itibari ile ilk 5 sırasını oluşturan takımları hakkında bir iki kelam edelim.

Fenerbahçe ile başlayalım. Geçen seneki uyuşukluktan sonra Daum'la kazanılan Süper Kupa ile iyi bir başlangıç yapıldı, lige de bomba gibi girildi. 8'de 8 yapıldı ve ondan sonra çöküş dönemi yaşandı. Yılmaz Vural'a şov imkanı bile verildi. Bu takım sezon başından beri 4-2-3-1 sistemi ile oynuyor. Alex'in olmadığı maçlar da dahil çift forvet oynanılan maç yok. Kasımpaşa maçı hariç ben hatırlamıyorum. Stoper ikilisi Lugano-Bilica'nın güven veren uyumu ve Cristian-Emre ikilisinin defansif ve ofansif katkıları Fenerbahçe'yi ayakta tuttu. Sezon başından beri 3 kilit ismi var Kanarya'nın. Lugano, Emre ve Alex. Bu üçünden herhangi birinin olmadığı hemen hemen her maçta puan kaybedildi. Sorunlu bölge sol taraf. Solda denenmeyen oyuncu kalmadı aylardır. Roberto Carlos, Andre Santos, Vederson, Uğur Boral ve Özer değişmeli olarak forma giydiler. Roberto Carlos'un önünde oynayan kişi değişti genelde ve yeni transfer Andre Santos fazlasıyla sırıttı ön tarafta. Carlos'un gidişiyle sol beke kendisi geçti ve bu sefer onun önünde Vederson ile Özer oynadı. Özer'in varolan sakatlığı ve o bölgede sıkışıp kalmasıyla yeteri kadar topu iyi kullanamaması, rakiplerin daha çok sağ taraftan hücum geliştirmesine sebep oldu. Vederson da hem geride hem ileride vasatı hiçbir zaman aşamamış birisi. Sol taraf çok tartışıldı ama iyi ya da kötü bu günlere gelindi. Uğur Boral sakatlanmasaydı, hız problemi yaşayan Fenerbahçe'ye çok yararlı olabilirdi, ama aranan zamanlarda yok ortalarda. Medyamız abuk subuk işlerle uğraşacağına yararlı bilgiler verseler iyi olur. Fenerbahçe'nin hücuma çıkarken kaptırdığı topların istatistiğini istiyorum. Bu takımın hücuma çıkarken neden eziyet çektiğiyle ilgili güzel bir yazı görmek istiyorum. Ama yok. En fazla yine kendimiz tartışıyoruz. Bana göre iyi bir sol açık bu takıma basamak atlatır.

Galatasaray'ı bu blogda tartışmıştık ama kısaca üzerinden bir kez daha geçelim. Frank Rijkaard'ın gelişi ile beraber her alanda oyuna hakim olan, rakibe basan, tempolu bir futbol beklendi ancak mevcut oyuncu kadrosu ile bu çok da mümkün gözükmüyor. Bırakın Rijkaard'ın Total Futbol'unu, Ömer Üründül'ün kollektif futbolunu bile oynayamıyor şu takım. Hücumda Kewell, Baros, Arda vardı ve Elano, Keita, Giovani, Jo transfer edildi ama ironiye bakın ki ortasaha Mustafa Sarp-Mehmet Topal ikilisine emanet edildi. Koca sezon boyunca ayağa paslarla rakibe üstünlük kuran bir takım izleyemedik. Çoğu zaman bireysel çabalarla geldi goller. Ve bakın; Baros, Kewell sakatlandı ve Arda formsuzlaşmaya başladı, Galatasaray gol sıkıntısı çekiyor. Keita ve Giovani olmasa Ankaraspor'dan kötü takım olacak Cim Bom. Bu takıma iyi bir sol bek ve iyi iki önlibero lazım.

Beşiktaş'a bakacak olursak her daim sıkıcı bir futbol oynayan, fazlaca defansif anlayışa sahip bir takım görüyoruz. Yarım gol olsa ona bile itiraz etmeyecek Mustafa Denizli. Takımın yükünü Rüştü, Ferrari, Ernst ve Bobo çekmeye devam ediyor. Beşiktaş'ın takım olarak istikrar sorunu çekmesinde kadrosunda bir istikrar sağlayamamasının da sebebi var. Gerçi Mustafa Denizli Ali Güneş'i forvet oynatmış bir adamdır, şaşırmamak lazım ama Ekrem Dağ'ın sol açık oynaması bazı şeyleri ifade ediyordur sanıyorum. Ortasaha ile forvette köprü oluşturacak bir futbolcunuz olmayınca yoğun olarak atak geliştiremiyorsunuz. Fink çok ofansif bir futbolcu değil, Ernst her ne kadar Almanya'da hiç hücuma katılmamasıyla tanınsa da bir nebze Beşiktaş'ta bu görevi üstlendi ancak o da bir yere kadar. Tello desen, gününde olmadığı zaman ızdırap çektiren bir isim. Yusuf zaten ne yiyip ne içiyor bilemiyorum, ne zaman Beşiktaş'la ilgili haber okusam sakatlığı var. Hal böyle olunca Mustafa Denizli'nin ortasasaha bolca rotasyona gitmesi normal. Örneğin Eskişehir maçınca İbrahim Toraman önliberoya gelmiş, Fink ve Ernst daha ileriye çıkmış ve Beşiktaş üstün bir futbol oynamıştı. Skoru değiştirecek yetenekli ayaklara da çok fazla sahip olmayınca günü gününe uymayan, ilginç bir takım ortaya çıkıyor. Beşiktaş'ın ligin en az gol yiyen takımı olması hiç de şaşırılacak bir şey değil!

Bursaspor'la devam edelim. Belki de hiçbir Anadolu takımı takım, yönetim, şehir ve medya olarak şampiyonluğa kenetlenmemişti bu kadar. Bursaspor diğer Anadolu takımlarından kalitesi olarak belirgin bir üstünlüğe sahip. Arka tarafı ön tarafından daha tecrübeli. Hücum oyuncularından Volkan Şen, Sercan Yıldırım, Turgay Bahadır ve Ozan İpek daha önce hiç bu tarz bir tecrübe yaşamamışlardı. Yine de ligimizin en golcü takımı şu anda Bursaspor. Ertuğrul Sağlam'ın korkmadan hücum etmelerini emrettiği takım, skor ve dakika ne olursa olsun gol arıyor. Bu hücumcu özelliklerini de Kadıköy'de Fenerbahçe'ye ve İnönü'de Beşiktaş'a 3'er gol atarak gösterdiler. Kendi evlerinde Galatasaray'ı yendiler. Sürekli hücumu düşünmek risk almak demektir. Bazen bu riski denemeye değer ama özellikle Avrupa'da bu tarz bir oyun sistemi tarihi farklara neden olur. Defansif ve ofansif dengelerin sağlanması lazım. Ligi kaçıncı sırada bitirirlerse bitirsinler, bu sezon Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'tan daha başarılı oldukları kesindir.

Trabzonspor'la bitirelim. Hugo Broos Belçika'da 3 kez yılın teknik direktörü seçilmiş, boş bir hoca değil. Ancak Trabzonlular ona katlanacak da değil! Üst üste alınan kötü sonuçların sonunda kendisine yol verdiler ve her zaman olduğu gibi Şenol Güneş ismi gündeme geldi. Biraz tribün baskısı, biraz da çaresizlikten ötürü Güney Kore'den getirdiler Şenol Hoca'yı. Şenol Güneş'ten sonra 5-6 kez maçlarını izledim ve kesinlikle medyada büyütüldüğü kadar iyi futbol oynamadıklarına kanaat getirdim. Bana göre Hugo Broos döneminden çok çok iyi futbol oynamıyorlar. Temel fark, futbolcuların artık daha özgüven kazanmaları ve camianın olaylara daha pozitif bakması. Benim babam Trabzonsporlu'dur. Maçları izledikten sonra benimle konuşur ve 3 puan kazandıkları maçlardan sonra bile takımı eleştirmekten çekinmez. Trabzonlular (yanlış anlaşılmasın, Trabzonlu değiliz), hatta daha geniş bakalım, Karadenizliler duygusaldır, çok çabuk sinirlenirler, çok çabuk fikir değiştirirler. Şenol Güneş'in gelmesiyle beraber ılımlı bir hava esiyor gibi gözükse de bu takım 5 maç üst üste kazanamayınca sonu Hugo Broos'a benzeyebilir. Bu arada Selçuk İnan'a sesleniyorum burdan: Yerim ulan o attığın pasları...

Cem Felek ve Barcelona


Bizim kulüplerimizin yapamadığını Barcelona yaptı. Eintracht Frankfurt'un altyapısında oynayan 14 yaşındaki Cem Felek Barcelona ile ön sözleşme imzaladı. Bir röportajında kendisini Chelsea, Liverpool ve Barcelona'nın istediğini söyleyip büyük bir ihtimalle Katalan kulübüne gideceğini söylemişti. İstediği şey oldu! Kendisini şöyle anlatıyor: "Ortasahada oynuyorum, iki ayağımı da çok iyi kullanıyorum ve öldürücü paslar atıyorum." Döner yemeyi ve Galatasaray'ı seviyor. Zaten Barça ile görüşmelerinden sonraki demecinde de C. Ronaldo, Messi ve Arda'yı örnek aldığını söylemiş. Rap dinliyor ve en sevdiği Türk futbolcu Mesut Özil.

Barcelona'ya giderek çok iyi bir iş çıkarttığı kesin. Mutlaka şans bulacaktır ve bizi gururlandıracaktır. Haydi Cem! Sok şu çomağı feleğin tekerine...

Ne Aramıştınız

''Hayata dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.''
Albert Camus.

Popüler Yazılar

Zİyaretçİler

Futbol Blog. Blogger tarafından desteklenmektedir.