30 Mart 2010 Salı
29 Mart 2010 Pazartesi
27 Mart 2010 Cumartesi
26 Mart 2010 Cuma
Fenerbahçe 2 sene önce tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale çıktı. Çeyrek final ilk maçında Chelsea'yi 1-0 geriye düşüp 2-1 yendi. Ve kadrosunda bugün ismini anarken suratımızı buruşturduğumuz Vederson, Kazım, Kezman, Selçuk gibi futbolcular vardı. Ve bu başarı kesinlikle tesadüf değildi; takım başka bir kimlik kazanmıştı. Avrupa arenasında gereken soğukkanlı taktik disiplini maçın her dakikasında neredeyse kusursuzca uyguluyordu. Peki sonra ne oldu biliyor musunuz? Bu kulübün başkanı, takım Türkiye'de zirvede olamadığı için bu başarıyı kazanan takımın teknik direktörünü kovdu. Sonra da televizyon programlarına çıkıp "Biz onu kovmadık. Sözleşmesi bitmişti" dedi. Kadrosunda çoğunluğu inşaat mühendisi olan yönetim kurulu üyelerinden hiçbiri çıkıp da "Ya kardeşim iyi güzel de, bu adamı göndermek saçma olmaz mı?" demedi. Diyemedi. Dedirtmediler.
Bu kulübün başkanı geriye bakmadı. Bu başarıya ulaşırken hangi basamakları çıktığını hatırlayamadı. Kulüp 4 adım ileri gitmişken birden 5 adım geriye gitti. Tekrar ileriye gitmeye çalışırken de yanına İspanya Milli Takımı'nı şampiyon yapmış ve bu ülkeye her türlü sırf para kazanma amaçlı gelmiş olacak olan 70'lik bir adamı, bunun yanında da İspanya Ligi'nin gol kralını aldı. Sonuç: Avrupa'da 6 maçta 2 puan ve ligde dördüncülük.
Bu kulüp bir şirket değil. Amacı büyük paralar kazanmak da değil. Taraftarını mutlu etmek... Ama şirket gibi yönetiliyor. Her yıl barkovizyonda takımın stadyum gelirleri, taraftarların satın aldıkları giysilerin gelirleri gösteriliyor. Türkiye'nin en zengin kulübü diye anılıyor. Ama bu zenginlik sportif başarıdan gelmiyor. Sırf taraftarın parasıyla övünülüyor. Mağaza, telefon hattı ve stadyum gelirleri taraftarların sağladığı şeyler. Taraftarlar 1 yıl boyunca takımı protesto edip stada gelmese, giyim kuşamını stadın altındaki mağazadan yapmasa, telefon hattını kulübün sağladığı hizmetten almasa, koca bir sıfır. Kulübün kasası boş kalacak. Ve "kurumsallaşma"dan bahsedilemeyecek.
Başarı ya da başarısızlıkta, geriye dönüp bakmak gerekir. "Ben ne yapmışım?", "Bunu düzeltmek için ne yapmalıyım?", "Bunu daha da geliştirmek için neler yapılır?" diye düşünmek sağlıklıdır. Böylece kişiler ya da kurumlar basamakları daha hızlıca çıkabilirler.
25 Mart 2010 Perşembe
Bir takımın hem hafta içi hem de haftasonu maçı varsa ve hafta içindeki maç diğerine göre daha kolaysa o maçta rotasyona gidilir. 3-4 as oyuncu yedek bırakılır ki bir sakatlık olmasın, yorgunluk olmasın, hem de yedekleri görelim diye... Koca Fenerbahçe takımında Emre'nin yedeği yok mudur? Özer ya da Mehmet Topuz'dan biri oraya çekilip Deivid ilk 11 oynatılmaz mı? Alınan kıytırık bir galibiyet var ama kaybedilen bir Emre Belözoğlu ve devam eden yanlışlar...
24 Mart 2010 Çarşamba
Her yıl en az 2 kez oynanan derbinin rövanşı Ali Sami Yen'de. Fenerbahçe'nin 3-1 kazandığı ilk maç çevremdeki Galatasaraylılar'ı hayli doldurmuş bir vaziyette. Kaybeden çok büyük bir ihtimalle aynı anda şampiyonluktan da olacak. Kazanan ise şampiyonluk iddiasını sürdürecek.
İki takımın şu ana kadarki form grafiklerine ufak bir göz atalım. Her iki takım da büyük inişli çıkışlı zamanlar yaşadı. Özellikle Fenerbahçe bir ara 4 maç üst üste kazanamamıştı. Sarhoş vaziyette gezen rakiplerinin durumundan faydalanan Bursaspor birine 5 öbürüne 6 puan fark attı.
Maç şüphesiz ilginç olacak. Özhan Canaydın'ın vefatı gergin ortamı sakinleştirir umarım. Bir yanı kırmızı, diğer yanı lacivert ve ortası sarı olan bir formanın arkasına "Özhan Canaydın" yazılıp statta asılabilir misal.
Kanatlardan başlayalım. Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale çıkarken en büyük kozu 4 kanat oyuncusu idi. Aradan 2 sene geçti. Bu 4 futbolcunun 3'ü yok şu anda, kalan Gökhan Gönül de formsuz. Kanatlardan gelecek baskınlarda Galatasaray daha avantajlı gibi duruyor. Daum bile ilk maçta dersine iyi çalışmış ve Sabri-Keita köprüsünü yıkmak için Andre Santos'u yedeğe çekip daha savunması bir ikili olan R. Carlos-Vederson ikilisini monte edip Cristian Baroni'yi de destek elemanı olarak oraya göndermişti. Şimdi Carlos yok, büyük bir ihtimalle Andre Santos ve Vederson ikilisi durdurmaya çalışacak Galatasaray'ın sağ tarafını. Andre Santos'un ismi güzel ama yaptığı savunmayı pek beğenmiyorum ben. Hızı da çok iyi değil. Vederson desen, en formda zamanında bile vasatı geçememiş, şahsi düşünceme göre bu takımın futbolcusu olmayan birisi. Arada sırada güzel maçlar da çıkarıyor. İlk maçtaki oyunu güzeldi mesela. Durdurmayı başarmıştı Sabri'yi. Ancak şimdi ileriye çıktığında geride onun alanını dolduracak birisini bulacak mı, soru işareti. Andre Santos önündeki arkadaşıyla beraber ileri geri giden değil de, daha çok içeri kateden bir sol bek. Doğal olarak Vederson'un kaptırdığı toplar olağanüstü bir hızla koşan Keita tarafından çok çabuk ileriye taşınıp tehlike yaratabilir. Keita'yı kendi takımımda istemem ama 4-3-3 sistemi için kesinlikle ideal bir sağ uç elemanı. Gününde olduğu zaman kendisini durdurmak çok zor. Ve şimdi Vederson-Andre Santos ikilisine yardıma gelen adam Cristian değil Selçuk olacak. Galatasaray'ın en büyük kozu Keita olacak şüphesiz.
Fenerbahçe'nin sağ kanadı-Galatasaray'ın sol kanadı eşleşmesinde durum hemen hemen eşit gibi. Savruk Caner gününde de olsa ordan birçok akın yiyor Galatasaray. Giovani fizik olarak kendini her maç geliştirse de alan paylaşımını çok iyi yapan Fenerbahçe, kendisine açık alanda oynama fırsatı vermeyecek. Bir Kasımpaşa, ya da bir Antalyaspor değil Fenerbahçe. Sürekli hücum eden ve bu amaçla belirli bölgelerinde açık bırakan bir takım değil. Gökhan Gönül kendini bu maça verirse önünde oynayacak Mehmet Topuz'la beraber Galatasaray'ın sol tarafında birçok açık bulabilirler. Ayrıca içeriye katedip pas alışverişine katılabilirler.
Ortasahada ise belirgin bir Fenerbahçe üstünlüğünden bahsetmek mümkün. Galatasaray'da vaziyet başlıklı yazıda Galatasaray'ın ortasahadan ileriye rahatça top taşıyamadığını ve ancak fiziki olarak gününde olurlarsa rakipleriyle çekişebileceğinden bahsetmiştim. Türkiye'nin önde basan en iyi futbolcusu Emre Belözoğlu, zaten hücuma neredeyse sıfır destek veren Mustafa Sarp-Barış Özbek ikilisine bana göre tek başına üstün gelecektir. Yanında Selçuk da oynasa. Eğer Emre kafasını sadece maça verebilirse, zaten az gelecek olan ortasaha akınlarını kesebilir ve çok iyi yaptığı şeyi; ileriye top taşıma özelliğini konuştururak Alex'i rahatlatabilir. Galatasaray adına Elano'nun ne yapacağı çok önemli. Koca ortasahada adam gibi pas alışverişine giren, pozisyon yaratan bir Elano var. İsabetli pasları tehlike yaratabilir. Bunun için Daum elbette önlemini alacaktır ancak kendisi çok fazla faul alan bir oyuncu, ceza yayına yaklaştırmamak lazım. Kendisinin sahadaki muadili Alex'in, 6 yıllık Türkiye kariyerinde Ali Sami Yen Stadı'nda attığı golü yok. 2 maçlık cezasını ödedi ama gözlerimizin pasını silmesi için bir ilk olarak bu maçta gol bekliyorum kendisinden. Sağa sola açtığı toplar, verdiği ve Güiza'nın kaçırdığı goller, ceza yayı çevresinde aldığı frikikleri çok gördük ancak Galatasaray deplasmanında golünü yazamadı bir türlü.
Forvet mevkiinden bahsederken yalnızca Jo ya da Güiza'yı ele almamak lazım. Yarım forvet Alex ve çeyrek forvetler Keita ile Giovani, bu ikiliye yardım edecekler. Ben Jo'nun Lugano ve Bilica ikilisine çok fazla sıkıntı çektireceğini düşünmüyorum. Teknik ve şutları iyi ancak bir derbide kendisinden beklenen fiziki mücadeleyi iki sert savunmacı ile dişe diş bir biçimde gerçekleştirebileceğini düşünmüyorum. Fenerbahçe'nin sorunlu tarafı olan Lugano-Bilica ikilisinin arasına atılan toplarda da Volkan'ı tehdit edebilir mi, pek sanmıyorum. Çok da hızlı değil... Zorlayacak tarafı, pas alışverişinde bulunurken Keita ve Giovani'ye göndereceği toplardır. 2-3 kişi Jo ile ilgilenirken o birden Keita'yı kaçırırsa, Keita affetmez. Bu nedenle Fenerbahçe savunmasını önde kurmamalı. Çünkü kaptırılan her top, az adamla yakalanan savunmayı zorlar, bu tip pozisyonları seven Jo-Giovani-Keita üçlüsü Volkan'ın kariyerini lekeleyici şeyler yapabilirler. Güiza hakkında herhangi bir şey söylemek istemiyorum.
Galatasaray kaptığı topları en hızlı biçimde kanatlara taşımak isteyecektir, Fenerbahçe ise hücumlarını Emre ve Alex üzerinden geliştirecektir. İki takım adına da çok çok kritik bir maç olacağı için gergin geçmesi normal karşılanmalı ancak umarım aşırıya kaçmaz bu gerginlik. Evsahibi olarak elbette Galatasaray favori ve ben bu maçın, iddaacıların deyimiyle, alt biteceğini düşünüyorum. Kısır bir maç olacak gibi. Gönlümüz Fenerbahçe'den yana tabii ki ancak Galatasaray tarafı daha ağır basıyor sanki.
23 Mart 2010 Salı
Boca-River derbisinden bahsettik, kendi derbimizden bahsetmeden geçmek ayıp olur. Bizim Classicomuz'un da diğerlerinden pek farkı yok aslında; kavga, gürültü, dövüş, kakış... Gelin derbinin tarihsel gelişimine bakalım:
Mekteb-i Sultani'de edebiyat öğretmeni ders anlatırken birkaç arkadaş kafa kafaya vermişti; haylazlık peşindeydiler ve bir futbol takımı kurmaya kara vermişlerdi! Reisleri Ali Sami Yen rotalarını şu sözlerle açıklamıştı: "Maksadımız, İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme malik olmak, Türk olmayan takımları yenmektir." O gün aylardan ekim, yıllardan 1905'ti. O sınıfta Galatasaray kurulmuştu.
İstanbul'da İngilizler, Rumlar ve Fransızlar futbol oynarken Anadolu yakasındaki başka gençler de meşin yuvarlağın peşinde koşmak istiyorlardı. Önce 1899'da, sonra da 1902'de kulüp kurmaya çalışmışlar, hükümet tarafından engellenmişlerdi; 1907 ilkbaharında kimse karşılarında duramayacaktı. Ziya Songülen, Ayetullah Bey ve Necip Okaner'in önderliğinde, Kadıköy ilk Türk takımına; Fenerbahçe Futbol Takımı'na kavuşmuştu.
Bugün arkalarında yüzlerce maç bırakan Fenerbahçe ve Galatasaray böyle kurulmuşlar, uzun bir süre İstanbul Ligi'ni domine eden yabancı ve azınlık takımlarına karşı ortak hareket etmişlerdi. Hatta 1911-1912 sezonu öncesinde iki takımın birleşmesi bile gündeme gelmişti. Bazı Avrupa takımlarına karşı ortası sarı, bir tarafı lacivert, diğer tarafı kırmızı forma giymiş karmalar da oluşturmuşlardı. Galatasaray Avrupa turnesine çıktığında Fenerbahçe'den Zeki Rıza Sporel, Nedim Kaleci, Cafer Çağatay, Galip Kulaksızoğlu ve Bekir Refet'i kadrosuna eklemişti. Bu arada kendi aralarında da 1914'e kadar yedi maç yapmışlar ve Galatasaray bunları gol yemeden kazanmıştı. 4 Nisan 1914'te tarih değişti ve Fenerbahçe, İstanbul Ligi'ni sürekli kazanan Galatasaray'ı yenmeye başladı. Bu en büyük derbimizin doğuşu oldu.
Lig Fenerbahçe için çok güzel başlamıştı. İlk ve üçüncü şampiyonluğu aldılar, Galatasaray'ın dublesi sırasında solunlandılar, iki kez arka arkaya birincilik tatılar ve 1967-1968 sezonunu şampiyon tamamladılar. Profesyonel ligin ilk altı sezonunda forma giyen Lefter Küçükandonyadis beş sezonda takımının en golcü ismiydi. Onu bir başka efsane Can Bartu anlatıyor: "Tek başına bir takımdı. O iyi oynadığı zaman hiçbir rakip onu durduramazdı. Topu istediği yere atardı. Frikikleri, penaltıları önlenemezdi. Rakiple dalga geçerdi." Ordinaryüs, 16 yılda 615 kez giydiği Fenerbahçe formasıyla 423 resmi gol attı. Sar kırmızı ağların tozunu 18 kez aldı. Milli takımda 50 maç oynayan ilk futbolcu oldu.
Sarı kanaryalar coşkulu bir başka sozon için 1988-1989'u bekleyecekti. Başkan Tahsin Kaya, teknik direktör Todor Veselinoviç'ti. Hala kırılamayan 103 gollük rekorla şampiyon oldular. Yıldızlarsa saymakla bitmeyecek gibiydi. Toni Schumacher, Rıdvan Dilmen, Aykut Kocaman, Hakan Tecimer, Turan Sofuoğu, Hasan Vezir, Müjdat Yetkiner ve Nezihi Tosuncuk takımı uçuracak ve unutulmaz 4-3'lük Galatasaray zaferini taraftarına yaşatacaktı. Aykut o sezon Galatasaray'a gol atmaya başlamıştı; toplamda 13'ü bulacaktı.
Galatasaray ise beklemedeydi. Son şampiyonluk 1973'te yaşanmış, ardından kuraklık başlamıştı. Fatih Terim gibi bir kaptan hiç şampiyonluk görmeden Galatasaray'da 11 yıl futbol oynamıştı! Makus talihi değiştirmek başkan Ali Tanrıyar'a kısmet oldu. Almanya Milil Takımı'nın ünlü teknik direktörü Jupp Derwall takımın başına getirildi, kendisine sabredildi ve özlenen gün 7 Haziran 1987'de geldi. Bu bir sonuç değil, başlangıçtı. Derwall tohumları atmış, geleceğin Galatasaray'ı kurulmuştu. Bir sonraki sezon Derwall'in yardımcısı Mustafa Denizli başa geçecek, önce şampiyonluk, sonra da Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı final görecekti. O unutulmaz Neuchatel Xamax ve Monaco maçları da Denizli idaresinde kazanılacaktı.
Yıldırım, Fenerbahçe Stadı'nın her şeyini değiştirdi, 55 bin kişilik Şükrü Saracoğlu Stadı doğdu. Başkan, ekonomik olarak çok güçlü bir Fenerbahçe yaratırken dört şampiyonluk kazandı. 2000'lere damga vuran Christop Daum'un Fenerbahçe'sinde başroller Pierre van Hooijdonk, Alex de Souza, Aurelio, Deivid, Semih ve Tuncay'ındı. Daum sonrası bir başka Brezilya efsanesi Zico da Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final görerek kulüp tarihine geçiyordu. Galatasaray'sa 1980'lerde yakaladığı, 1990'larda zirveye çıkarttığı istikrarı bir kenara bırakmıştı. Fatih Terim sonrası takımın başına Mircea Lucescu gelmiş,Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final ve bir şampiyonluk görmesine rağmen takımdan gönderilmişti. Eric Gerets'le gelen mucizevi şampiyonluğu iki yıl sonra bu kez teknik direktörsüz kazanılan bir başka şampiyonluk izlemişti. Hakan Şükür Türkiye'ye dönüp, Metin Oktay'ın ligde attığı 217 gollük rekorunu kırmış, Ümit Karan, Jardel, Mondragon, Emre Aşık, Ergün, Ayhan ve Arda Turan takımın 2000'lerdeki yüzü olmuştu.
Biri bir lisenin arka sıralarında, diğeri bir semtin arka sokaklarında kuruldu. El ele verdiler, büyüdüler, önce dost, sonra rakip oldular. Şampiyonluklar, yıldız futbolcular, tribünler, kupalar için kapıştılar; gün geldi taraftarlar onlar için kavga etti. Biri büyüdükçe diğeri ona yetişmek için çalıştı ve daha da büyüdü. Arkalarında dört yüze yakın derbi bıraktılar ve biliyoruz ki bu sayı binleri bulacak. Dostlukları da rekabetleri de hiç bitmeyecek.
Kavgasız gürültüsüz, dertsiz tasasız, kartsız, küfürsüz ve seyrine doyum olmayan akıcılıkta bir derbi olması dileğiyle...
* Yazı 4-4-2 dergisinden alınmıştır.
22 Mart 2010 Pazartesi
19 Mart 2010 Cuma
Forma hikayelerinden başlayalım. Boca 1905 yılında bir İrlandalı, 2 İtalyan ve 3 Arjantinli genç tarafından kurulur. Kulübün renklerini belirlemek için limana yanaşacak ilk gemiyi beklerler. Limana yanaşan İsveç bandralı gemi Boca’nın sarı-lacivert renklerinin kaynağı olur. 1905’te Arjantin’deki İngiliz kolonisinin iki takımı olan Santa Rosa ve Rosales de beyaz forma ile mücadele etmektedir. Aralarındaki maçlarda karışıklık olmaması amacıyla bir ekip formasına diagonal bir kırmızı bant koyar. İki kulüp birleştiğinde River Plate’in forması da hazırdır!
İki ekip bugüne kadar 317 kez karşılaştı. 100 maçın berabere bittiği eşleşmede Boca’nın rakibine 114-103 üstünlüğü var. Maçı kazanan tarafın Buenos Aires’te astığı pankartlarla diğer maça kadar rakibiyle alay etmesiyse şehirde kültürel bir gelenek olmuş. Riverlı Reinaldo Merlo derbide 42 kez sahaya çıkarak en çok forma giyen isim olmayı başardı. Derbi tarihinin en golcü oyuncusuysa bir başka Riverlı Ángel Labruna. Labruna rakip fileleri 16 kez havalandırdı. Buenos Aires Derbisi’nde en farklı galibiyeti River 19 Ekim 1941′de kendi sahasında rakibini 5-1 yenerek elde etti. Boca ise 19 Mayıs 1959′da kendi sahasında ve 7 Mart 1982′de deplasmanda aynı skorla karşılık verdi. İki takım arasındaki en gollü derbi 15 Ekim 1972′de oynandı. 9 golün atıldığı mücadeleyi River evinde 5-4 kazandı.
Bu kadar ateşli bir derbide olay çıkması gayet doğal. Ancak 23 Ağustos 1968'deki olay tam anlamıyla bir trajedi. River Plate'in sahasında oynanan maçta gol olmadı ancak 90 dakikanın sonunda Boca Juniors'lı taraftarlar tarafından atılan yanan kağıt parçaları 71 River Plate taraftarının hayatını kaybetmesine sebep oldu. Arjantin'in en ateşli taraftarlarının Boca'lılar olmasının sebeplerinden biri de budur.
Bir diğer kanlı maç ise 30 Nisan 1994 tarihinde oynandı. Sezonun 6. haftasına kafa kafaya girilirken Boca Juniors'un kendi evinde River Plate'i yenebileceği düşünülmüyordu. River Plate deplasmanda favoriydi. Maç haftalar öncesinden gergin bir hal almıştı. Maç da gergin geçti ve River Plate ikinci yarıda eski bir dost Ariel Ortega ve Hernan Crespo'nun golleriyle derbiyi 2-0 kazandı. Ancak maçı unutulmaz kılan şey ise şuydu: Yenilgiyi hazmedemeyen Boca Juniors'lu bazı taraftarlar River Plate'lilerin oturduğu bölüme gidip üzerlerine ateş açtılar ve iki kişinin ölümüne sebep oldular. Maçtan sonra da stadın duvarına "Şimdi 2-2 oldu!" yazdılar. Maç bitti, cenazeler kaldırıldı, olayın şoku atlatılmadan silahı tetikleyen şahıs ve çetesi bulundu ve hapse atıldılar. Daha da ilginç olan şey ise, bu durumu normalmiş gibi karşılayan Boca'lı taraftarların diğer maçta sahaya katilleri kastederek "Kahramanlarımız! Sizinle gurur duyuyoruz!" yazılı pankart asmalarıydı. Bu durum rekabetin ne denli nefret derecesinde olduğunu gösteriyor. Bundan bir sonraki derbi ise sanki olayları protesto edermiş gibi 0-0 bitti.
Laf taraftarlardan açılmışken burdan devam edelim. Boca'lılar orta halli sınıfı, River'lılar ise zengin kesimi, aristokrasiyi temsil ediyor. "Biz onlardan daha başarılıyız ve onların övündükleri tek şey daha zengin olmaları." diyor Ariel Ququerta adlı Boca'lı bir taraftar. Boca'nın sponsoru Nike'dır ve River Plate'inki ise Adidas. Boca'lı bir taraftarın Adidas markalı bir ayakkabı alması, linç edilmesi için geçerli bir sebeptir. Taraftarlar, ezeli rakiplerini yenmeden alınan bir şampiyonluğa çok sevinmezler. "Boca'yı yenelim ama şampiyon olmayalım" lafı La Bombonara'ya giden River Plate'lilerin ağzından düşmez.
Boca'lılar River'lılara "Gallinas" diye hitap ederler, yani "Tavuk" derler. River'lılar ise "Bosteros" diye karşılık vermekten çekinmezler. "Leş kokan" anlamına gelen bu söz, kötü kokan bir nehrin yanına kurulmuş olan Boca mahallesine gönderme mahiyetindedir. Boca Juniors'lılar Maradona ile övünürler ve bunu da stat girişine "Boca es mi religion, Maradona es mi dios, La Bombenera es mi iglesia” (Boca dinimdir, Maradona tanrım, Bombonera ise kilisem) yazılı pankartla göstermekten çekinmezler. Maviye tutulmuş kalplerin hissettikleri bunlar olsa da beyaz formalılar her seferinde Maradona'nın skandallarla dolu hayatına gönderme yaparlar. Kendilerine göre River Plate hep hücumu düşünür, göz hoş gelen bir futbol oynar; Boca Juniors ise sahada yalnızca kavga eder, hır gür çıkarır.
Arjantin'in ünlü stat şovlarını bu derbide görmek her zaman mümkündür. Ancak bu şovlar maç devam ederken yapılmaz. Boca Juniors'lular maçın başlamasına 1 saat kala sahaya konfeti ve teyp bantlarını atarken River Plate'liler seyreder. Aynı durum ikinci yarının başında tam tersi şekilde geçerlidir. 15 dakikalık arada beyaz bir şov başlar, maviler seyreder.
Futbol dünyasına neredeyse her yıl bir yeni yıldız hediye ederler ama ülkenin bozuk ekonomisi bu futbolcuları her sezon başında Avrupa’ya ihraç eder. Boca’lılar için Maradona, River’da yetişen tüm yıldızlara bedeldir. Batistuta, Veron, Martin Palermo, Riquelme Boca’nın bütçesini düzlüğe çıkarmak için sattığı son yıldızlardır. River Plate de en az ezeli rakibi kadar bir futbolcu fabrikasıdır. Francescoli’den Burgos’a, Crespo ’dan Salas’a, Saviola ’dan Ortega’ya Alfredo di Stefano ’dan Pablo Aimar ’a kadar birçok yıldız kırmızı-beyazlı forma altında parlamıştır.
Fenerbahçe ile The Prestige arasında hep bir bağlantı kurmuşumdur ben filmi izlediğimden beri. Bir yandan sizi kendine hayran bırakan bazı detaylar, öte yandan sürekli bir gerilim, bir mutsuz son...
Kadıköy sinemalarında şu an bu film yine vizyonda. Emre'nin performansı parmak ısırtıyor ama kifayetsiz Bilica'nın bazı mimikleri yersiz ve zamansız, çokça da anlamsız. Bir yandan Lugano ve Gökhan Gönül'ün forma aşkı için savaştığını görüp gerçek bir taraftar olarak duygulanıyorsunuz, diğer yandan ise Andre Santos ve Cristian'ın vurdumduymaz oyunları sizi kahrediyor. Filme oyunculardan daha çok değer veriyorsunuz ve oyuncuların neden boş diyaloglara girişip bir son (gol) hazırlayamadığını anlayamıyorsunuz.
17 Mart 2010 Çarşamba
15 Mart 2010 Pazartesi
14 Mart 2010 Pazar
Catania 3-1 Inter
Napoli 1-3 Fiorentina
Bologna 1-1 Sampdoria
Genoa 5-3 Cagliari
Juventus 3-3 Siena
Lazio 0-2 Bari
Livorno 3-3 Roma
Parma 1-0 Atalanta
Udinese 3-2 Palermo
EPL: 30 gol (Maç başına 3,33)
12 Mart 2010 Cuma
11 Mart 2010 Perşembe
Leonardo düşen ortasahayı Seedorf hamlesiyle canlandırmak istedi. Ancak benim açımdan maçın ikinci yarısı iki büyük şokla başladı. Bir; teknolojik arıza sebebiyle ilk yarıda aramızda olmayan İlker Yasin ikinci yarıda maça girdi, iki; desteklediğim takım Rooney'den 2 maçta 4. golü yedi, hem de daha 46. dakika dolmadan. Golden sonra Manchester United presi azalttı, tempoyu düşürdü. Milan biraz daha kaleye yaklaşayım dedi, 5-10 dakika gol aradı ama tam ritimlerini bulmuşken 3. golü yediler. 3. golden sonra ipler koptu. Koca yarım saat Milan'ın adam gibi pozisyonu yok. Beckham'ın girmesiyle Allah'tan sağdan 3-4 orta geldi de maç canlandı. Ancak kifayetsiz Abbiati Fletcher'ın kafa golünü engelleyemedi ve maçın bitimine doğru Şeytanlar farkı 4'e çıkardı.
Ne Aramıştınız
Popüler Yazılar
-
*Cruzeiro'nun 2003 tarihli kadrosu. Büyütmek için üzerine tıklayın. Tanıdık isimler var değil mi? Ayaktakiler sol baştan: Maldonado, Art...
-
Şimdinin spor bakanı, zamanının Trabzonspor başkanı Faruk Özak'ın, bir Trabzonspor - Lazio maçından önce söylediği vecize. İçimden gülme...
-
Hani “Papaza kızıp da orucunu bozdu!” diye çok bilinen bir özdeyişimiz vardır... İşte aynı hesap... Fuat Saner de (Fotoda ayaktakilerden so...
-
Aykut Kocaman bence sezon başında teşhisi yanlış koydu. Medyadaki genel akıma o da kapıldı. Her şeyi Alex bozuyormuş gibi, nokta bir bakışla...
-
Fenerbahçe'nin altın karmasındaki iki yabancıdan biri Nijeryalı stoper Uche. O da Deniz adını alarak bizden biri oldu! ...
-
Değişik konular düşünüp kaçan şampiyonluğun acısını hafifletmeye çalışıyorum. Hele de bu tarz eğlenceli şeyler olunca kafam biraz olsun dağı...
-
Ekşisözlük'te Serhat Akın başlığını okurken güzel bir entry gözüme ilişti. İşte o entry: "fenerbahçe formasına 11 ağustos 2...
-
Blogda bu tarz fotolar yayınlamıyorum ama bu hanım kızımız Fenerbahçe Acıbadem forması giyecek gelecek sezon. Kendisi hakkında herhangi bir ...
-
Galatasaray altın karmasının büyüleyici bir forveti var. Öyle ki Avrupa Gol Kralı Tanju Çolak bile yedek kulübesine mahkum oluyor! Kaleci Tu...
-
Türk televizyonlarında bu kadar kısa sürede bu kadar değişime uğrayan başka bir dizi var mıdır merak ediyorum. Dizinin belkemikleri Leyla...
Blog Arşİvİ
-
▼
2010
(274)
-
▼
Mart
(35)
- Kalu Uche
- Galatasaray 0-1 Fenerbahçe
- Roma 2-1 Inter
- Geriye Bakmak
- Almanlar Platini ve Maradona'ya Kızgın
- Komedi Sitesi
- Bayern Münih Finalde
- Bitmeyen Adale Sakatlıkları
- Galatasaray - Fenerbahçe Derbisi Öncesi
- Galatasaray vs. Fenerbahçe
- Özhan Canaydın'a veda
- FC Fossombrone
- Messi adam değil
- Hayırdır Lugano Ne Arıyorsun?
- Boca Juniors vs. River Plate
- The Prestige ve Fenerbahçe
- İkinci bahar
- Tahrik var
- Mourinho'dan inciler
- Bordo
- İtalya'da gol şov
- Bursaspor şampi...
- Kim?
- Bobo'nun dönüşü
- Manchester United 4 - 0 Milan
- Kritik viraj
- Bu takıma stoper lazım
- Sabin Ilie
- Galatasaray'da vaziyet
- Yiğit İsmail Gökoğlan
- Bana şans verin ulan
- Türkiye 2 - 0 Honduras
- Profesyonel
- Bayern Münih lider
- Ankaragücü ve Ümit Özat
-
▼
Mart
(35)