Futbol ; Faİr Play, Cesaret, Mücadele ve Zafer...

29 Ocak 2010 Cuma

Ziraat Türkiye Kupası

Markalar artık hayatımızın bir parçası. Hemen her şeyin önüne, ortasına, sonuna, bir şekilde reklam koyuluyor. Voleybol ligimizde "Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom" diye bir takım var yani düşünün... Türkiye Kupası'nın da adı Ziraat Türkiye Kupası. Önceden Fortis Türkiye Kupası'ydı... Madem reklam alınacak, "Ziraat Kupası" olsaydı diyorum ben... İngiltere'deki Carling Cup gibi...

Bu kupanın fikstürü sezon ortasına denk gelince basında "Hazırlık maçları" havası yaratıldı. Ancak durumun böyle olmadığı çok belli. Futbol 90 dakikadır ve top yuvarlaktır. Beşiktaş'ın hali ortada, Konya Şekerspor'un bile altındalar sıralamada...

Pek fazla kaliteli maçlar izlemedik. Benim aklımda kalan bir Antalyaspor - Fenerbahçe maçı var, bunun dışındaki maçlar çok da zevk vermedi. Benim beklentilerimin altındaydı açıkçası grup maçları...

Fenerbahçe orta-karar bir gruba düştü ve beklendiği gibi lider olarak gruptan çıktı. Oynadığı maçlara baktığımızda ilerisi için umut veren yalnızca Antalyaspor maçını sayabiliriz. (Her ne kadar 3 gol yenmiş olsa da). Galatasaray'da da benzer durum sözkonusu. Caner'in takıma ısınmasında yarar sağladı maçlar. Beşiktaş'ta durum kötü. Puansız kupaya veda ettiler. Benim ayrıca ilgimi çeken takım İstanbul Belediyespor oldu. Ligde hedefsiz yürürken ite-kaka 7. bitirdiler sezonu. Ve aynı hızlı kupaya da devam ediyorlar. Oynadıkları maçlara baktığımızda maç başına 2-3 pozisyon buluyorlar ancak golü de atmasını biliyorlar. Örneğin Beşiktaş'a İskender'le attıkları gol şahaneydi. Denizlispor da ayrıca ilgilenilmesi gereken bir takım. Ligde çok büyük bir ihtimalle küme düşecekler ancak gruplarından çıktılar. Kolay bir gruptu gerçi onlarınki...

Çeyrek final ve yarı final kuraları da belli oldu. Herkesin beklediği final Fenerbahçe - Galatasaray finali. Fenerbahçe eğer Bursaspor'u geçerse büyük bir ihtimalle finale gider. Galatasaray'ın da Trabzonspor'la yarı finalde karşılaşıp onları geçmesi büyük olası.

Bir Fenerbahçeli olarak Beşiktaş'ın olmadığı bir kupa benim daha fazla ilgimi çekiyor. Eğer Fenerbahçe kendinden beklenenin farkına varırsa ve bu kupaya gerçekten de değer verirse finalde Galatasaray'ı yenmenin ayrı bir tadı olacaktır. Ligde yenmenin 3 puan ve biraz moral dışında çok da fazla bir getirisi yok, ancak kupa finalinde yenmek hem biz gençler için hem de tüm camia için yeni ve heyecan verici bir şey olur.

28 Ocak 2010 Perşembe

Alma mazlumun ahını...


Babam Juventuslu, ben Inter. Dolayısıyla ben de hafiften Juventus'u destekliyorum. Çayımı, çekirdeğimi hazırlamışım, Osman Sakallıoğlu'nun anlatımıyla beni güzel bir maç bekliyor diye düşünmüştüm, ki öyle oldu...

İlk yarıda iki takım da sanki maça ortasahasız başlamıştı. Mourinho'nun hücumda pas yaparak gol yapma isteği Sneijder'i çok yordu. İsteksiz Balotelli'nin anlamsız şutları etkisiz bir İnter izlettirdi. İnter bu dakikalarda topu ayağında çok tutmayıp hızlı pas yapmak, Juventus ise rakibi yorup uzaktan şutlarla ve araya attığı toplarla gol atmak istiyordu. Juventus haklı çıktı. Diego'nun şutu "Futbol hatalar oyunudur" sözünü hatırlatıyordu bizlere. Kaleci Toldo'nun büyük bir üzüntüyle izlediği top gol olurken Juventus istediği oyunu daha da güzel oynamaya başladı diyebiliriz. Ancak yine de Mourinho gibi İnter de soğukkanlı davrandı ve ilk yarı boyunca kendi oyununu bozmadı. Hızlı pas yaparak gol atma girişimlerini sürdürdüler. İnterliler soyunma odasına üzüntüyle girerken Mourinho'nun hakeme o çok anlamlı sırıtışı belki de herkesin yüreğini burkmuştur. Verilmeyen bariz bir penaltısı vardı İnter'in.

Ortadan hücum yapmak prensibinden sonuç alamayınca İnter de kanatları kullanmaya başladı ve baskın bir oyun oynadı. Juventus'un kendi yarısahasından bile çıkamadığı ikinci yarıda İnter birçok gol pozisyonu yakaladı. Milito'nun akıllara zarar bir pozisyonu ve Balotelli'nin şutları benim aklımda kalanlar... İnter soğukkanlı bir takım. Rakibi oynatmadan kendi performanslarını da yükselterek haklı bir galibiyet aldılar.

Mourinho taktiği soyunma odasında vermişti ve suratında heyecan yoktu, Ferrera ise kovulma korkusundan mıdır nedir, yerinde duramadı. Kenardan çaresizce İnter ataklarını izlerken yarı finalden de oldu.

Yeeeaaaanii...

Alex de Souza'nın küçüklüğü...

27 Ocak 2010 Çarşamba

Fenerbahçe'nin transfer politikası


Alper Öcal güzel bir yazı yazmış. Bu kadar imkanı olup bu kadar yanlış transfer yapan bir kulüpteki yanlışlıklara dikkat çekiyor kısaca.

Ben de kendisiyle paralel düşünceler içindeyim. Fenerbahçe Türkiye'deki en zengin kulüp. Stat hasılatları, Fenerium, Fenercell vs. birçok gelir kaynağı var. Ancak sabitleşmiş bir transfer politikası yok.

"Brezilya!" diyeceksiniz. Evet, ancak salt Brezilya üzerinden bakarsak bunu bir transfer politikası çerçevesinde değerlendirmek yanlış olur. Fenerbahçe her şeyden önce transferi nereye yapacağına net olarak karar veremiyor. Bunu geçelim. Bahsetmek istediğim şey aslında bu Brezilya konusu.


Fenerbahçe'nin kanına Brezilya aşısı ilk olarak Didi ile girdi. 1967'de futbolu bırakan, iki sene sonra Peru Milli Takımı'nı Dünya Kupası'nda çeyrek finale taşıyan Didi'nin 1972'de Fenerbahçe'ye gelmesi tüm dünyada yankı uyandırdı. Fenerbahçe'de 1972-1975 yılları arasında çalışan ve bu 3 sezonda 2 kez şampiyonluğa ulaşan Didi'nin Fenerbahçe'ye oynattığı futbol Brezilya'nın oynadığı futbola benziyordu. Kanatları kullanmayan, sürekli ortadan hücum eden ve ikiye-birle pozisyon bulmaya çalışan Fenerbahçe'ye güzel futbol oynattı. Yeri gelmişken Didi'nin Peru Milli Takımı ve Fenerbahçe'den başka hiçbir takımı çalıştırmadığını da belirtelim.

Fenerbahçe taraftarının her zaman şaşaalı futbol görmek istemesinden midir nedir, bundan sonra birçok Brezilyalı geldi ülkemize. Fenerbahçe taraftarı böyledir. Çalımlar, estetik hareketler, bol gol görmek ister. 103 gol bile ancak tatmin eder. 4-0 biten ilk yarı bir Fenerbahçeli için idealdir.

Bundan sonra gelen Brezilyalı teknik direktörlere bakalım.


Carlos Alberto Parreira (1995-96)
Sebastio Lazaroni (1996-97)
Artur Coimbra Zico (2006-2008)

Bunlarla birlikte birçok Brezilyalı futbolcu da geldi:


Washington (2002-2003)
Fabio Luciano (2003-2006)
Mehmet Aurelio (2003- 2008)
Alex de Souza (2004-...)
Mateus (2006)
Deivid de Souza (2006-...)
Edu Dracena (2006-2009)
Roberto Carlos (2007-2009)
Gökçek Vederson (2007-...)
Andre Clarindo Dos Santos (2009-...)
Cristian Oliveira Baroni (2009-...)
Fabio Bilica (2009-...)

Eksik varsa tamamlayın.

Baktığımız zaman son zamanlarda yapılan transferlerin neredeyse tamamı Brezilyalı. Fenerbahçe karakterine uyan bir ülke ancak bir takımda bu kadar aynı ülkeden gelen futbolcular varsa oturup tartışılır. İhtiyaç halinde direk Brezilya'ya bilet almak yerine biraz Avrupa'yı gezmekte yarar var.

Aslında sorun Brezilyalı futbolcu transferlerinden ziyade belirli bir transfer stratejisinin olmaması. Bugün basına bakıyoruz, çıkan transfer haberlerinin tamamı Brezilyalı futbolcular. Ayrıca alınacak yer de büyük ihtimalle forvet ya da hücumcu olacak bir şekilde. Sorun bu işte. Fenerbahçe'nin gerçekten ihtiyacı var mıdır şu aşamada bir forvete? Tek forvetle oynamayı adet edinmiş bir takıma 4. forvet biraz lüks değil mi? Bakıyoruz bugün Galatasaray'a, Baros sakat, Kewell sakat, Nonda formsuz, hemen Jo transferi. Gökhan Zan sakat, yedekler umut vermiyor, anında Lucas Neill transferi. Şimdi diyeceksiniz ki "Jo da Brezilyalı." Evet Brezilyalı ancak Galatasaray'ın Fenerbahçe'de olduğu gibi habire Brezilyalı futbolcu almak gibi bir derdi yok. İhtiyacın nereye olduğuna karar veriyorlar ve transferi bitiriyorlar.

Fenerbahçe'nin kimliği Brezilyalılarla beraber değişti. Güzel futbol da izlediğimiz pek söylenemez. O halde karma futbolcularla başarıya gitmek daha mantıklı sanki. Bu kadar bütçesi olan bir takımın sırf Brezilyalılar'a dadanması üzüntü verici.

25 Ocak 2010 Pazartesi

Engerekon

Denizlispor maçında sarı kart gören Andre Santos, Lugano, Cristian ve Emre Sivasspor maçında yok. Sivasspor'daki zorlu maçta fizik gücü ön plana çıkacak ve Alex'e destek olması gereken iki önlibero cezalı. Selçuk ve Deniz'den oluşan rotasyon ne kadar yararlı olur bilinmez. Kaleci Volkan'ı saymazsak 10 kişi neredeyse tamamen değişecek. Bu maçta hangi 10 kişi galibiyeti getirir Daum düşünsün...

24 Ocak 2010 Pazar

Cruzeiro 2003

*Cruzeiro'nun 2003 tarihli kadrosu. Büyütmek için üzerine tıklayın.

Tanıdık isimler var değil mi?

Ayaktakiler sol baştan: Maldonado, Artur, Marcio Nobre, Edu Dracena, Felipe Melo, Wendell, Thiago, Cris, Maicon, Gomez.
Oturanlar sol baştan: Leandro, Mota, Alex Dias, Zingo, Augusto Recife, Alex Alves, Alex de Souza.

Şu an birçoğu Avrupa'da oynamış ve oynuyor vaziyette. Sırf 4 tanesi Fenerbahçe'de oynadı. Maldonado, Edu, Nobre ve Alex de Souza. Ancak insan bir yandan da ah çekiyor... Maldonado'nun yerine Felipe Melo, Maicon, Cris gibi futbolcular gelseydi keşke... Alex her zamanki gibi kaptan.

21 Ocak 2010 Perşembe

Abdülkadir Kayalı


Genç ve iyi futbolcu olmasına rağmen çok fazla göz önünde olmayan bir futbolcu Abdülkadir Kayalı. Kendi ağzından duyduğumuz kadarıyla Manchester City'nin antremanına çıkmış ancak yaşı ve yabancı statüsünde oynayacağından dolayı bu macerası kısa sürmüş ve tekrar Türkiye'ye dönmüş.

Filmi başa saralım. Ankara'da doğup babasının takımı olan Ankaragücü'nün altyapısında oynamış. Burda kaptanlığa kadar yükselip aynı zamanda bu görevi Türkiye U-17 Milli Takımı'nda da yapmış. Yani yeteneği gözle görülür bir biçimde var. Daha sonra bilindiği gibi Gökhan Emreciksin ile beraber Fenerbahçe'ye transfer oldu. Gökhan Emreciksin A takımın yedeği iken kendisi PAF takımına yollandı. Aslında futbola başladığında forvet mevkiinde oynamış. Ancak daha sonra ortasahaya yollanmış. Bir dönem oyunkurucu olarak görev almış ve son olarak önlibero mevkiinde izliyoruz kendisini. Şu an oynadığı bölgede oynadığından daha çok hücumda oynadığı için hep hücumu düşünen bir yapısı var. Bu özelliklerinden yararlanıyor; ayaklarını iyi kullanıyor ve aynı zamanda hareketli.

Fenerbahçe'ye transfer olduğunda doğal olarak kariyerinin başlamadan bittiği düşünülüyordu. A takımda yanılmıyorsam hiçbir maçta görev almadı ancak PAF takımının ve U-18 Milli Takımı'nın yıldızıydı. Şu an İstanbul Büyükşehir Belediyespor'da oynuyor. Belki de 3 büyükler haricinde gidebileceği en iyi kulübe gitti. Yıllarca gençlerle çalışmış ve onlara şans vermekten hiçbir zaman çekinmeyen Abdullah Avcı ile çalışması onun için bir şans.

Beşiktaş'la oynan kupa maçında neredeyse top ortasahaya geldiğinde hep ona baktım, ne yapmaya çalıştığını izledim. Her şeyden önce zeki bir oyuncu. Nerde ne yapacağını biliyor. Hep top almaya çalışıyor ama bencil değil. Aldığı topları geri iade etmek yerine dikine oynamaya çalışıyor ve işin güzel tarafı bunu da beceriyor. Önliberoda oynamasına rağmen oldukça teknik. Ve bir önliberodan beklenen o iştahlı oyunu gayet de iyi oynayabiliyor. Açık yerleri kapatıyor, sürekli etrafını izleyip top almaya çalışıyor, aldığı topları anında ileriye taşıyor. Eksikleri de var. Örneğin fiziki olarak üst düzey değil. Rakibiyle birebir mücadelede pek ayakta kalamıyor. Bunu geliştirebilir mi? Elbette. Varolan özelliklerini köreltebilir mi? Kendi bileceği iş. Eğer çalışıp görev aldığı maçlarda elinden geleni yaparsa Fenerbahçe'ye döndüğünde belki de dünya çapında bir oyuncu olmuş olur. Zira Türkiye'de izlediğimiz ve alıştığımız önliberolardan biraz farklı. Yakışıklı da çocuk canım...

20 Ocak 2010 Çarşamba

Fenerbahçe'de vaziyet


Fenerbahçe, kendisinden beklendiği gibi yine bir karışıklık içerisinde. Taraftar pek memnun değil. Yönetim yanlışları var. Takımın çok da iyi oynadığı söylenemez. Fenerbahçe böyledir. Hep bir sorunla boğuşur.

Şu sıralar Kadıköy'deki sorun forvet sıkıntısı. Güiza kötü, Semih psikolojik olarak bitik, yedek santrfor (?) Kazım kiralık verildi, Trabzonsporlular tarafından yemediği küfür kalmayan Gökhan Ünal transfer edildi.

Şu an takımda Güiza ve Gökhan Ünal var, öyle ya da böyle. Trabzonsporlu babamdan aldığım duyumlara göre Gökhan Ünal Fenerbahçe'de başarılı olurmuş. Çocuk Trabzon'daki baskıyı kaldıramamış. "Her maçta 'Fatih Tekke' diye tezahürat edildiğini düşünsene, kendini onun yerini koysana." diyor bana. Ah babacığım... Haritanın öte tarafında durum öyle gözüküyor ama bir de biz Fenerbahçeliler'e sor. Dalga geçmeyen kalmadı. "İkinci Zafer Biryol vakası" olacak diyorlar bize... "Fiyasko!" diye de ekliyorlar.

Şaka bir tarafa Gökhan Ünal için Türkiye'deki varolan forvet sıkıntısı içerisinde kötünün iyisi denebilir. İyi Türk forvetlerin listesini çıkarsak bir elin parmaklarını geçmez ki zaten. Sercan var, Semih bitti. Geriye kim kaldı? Gökhan Ünal. Fenerbahçe'nin transfer politikası bunu emrediyor. Gündemdekini, fiyakalı olanı, üzerinde çok tartışılanı transfer et. Gökhan Ünal Fenerbahçe'ye çağ atlatmaz tabii ki, ancak, bari bu sezon 10 gol atsın da kendini tekrar ispat etsin.

Öbür yandan, Gökhan Ünal'ın Barcelona teknik direktörü Pep Guardiola'ya benzerliği bana ilginç geldi. Buyrun, yorum sizin:



321 milyon dolar

Malumunuz, önümüzdeki 4 sezon için yeni bir ihale yapıldı. Başta favori olan Mehmet Emin Karamehmet çok da zorlanmadan ihaleyi kazandı. Rakamlar uçuk gibi gözüküyor... Türkiye Ligi için 321 Milyon Dolar.

Aslında bu ihalenin detayına girdiğimizde bahsi geçen paraların "tamamıyla" Türkiye Ligi'nin kalitesini gösterdiğini söylemek güç. Zira İngiltere Ligi'nin değerinin 1.2 Milyar dolar civarında olduğunu düşünürsek İngiltere'nin 3'te biri oranında bu meblağ. Peki oynan futbol açısından İngiltere'nin 3'te biri oranında olduğumuzu söylemek mümkün mü? Pek değil gibi.

Bu ihalenin buralara kadar gelmesinin asıl sebebi Türk Telekom'un ısrarcılığıdır herhalde. Paranın büyüklüğünü konuşmanın çok da bir anlamı yok. Bu paralar arttıkça kulüplere giden paralar da artacak. Doğal olarak biz vatandaşlar bu paraların çar çur edilmesini değil, güzel transferler için kullanılmasını ve kurumsallaşma yolunda önemli adımların teminatı olarak gösterilmesini istiyoruz. Geçmişteki gelişmelere baktığımızda ben çok da ümitli değilim.

Bu bir fırsattır. Ve bu fırsatı değerlendirecek olanlar da yine bizim kulüplerimiz. İnşallah kaçırılmaz.

Zarif hareketler

Blog'un amacı her türlü futbol konularında fikir beyan etmek. Müthiş vaatlerde bulunuyor değilim. Kimseyi kandırmak gibi bir niyetim yok. Müthiş tespitler yapıp kitleleri peşimden sürüklemek gibi bir amacım da yok. Zevkli bir blog olacağı kanaatindeyim o kadar. Abracadabra!

Ne Aramıştınız

''Hayata dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.''
Albert Camus.

Popüler Yazılar

Zİyaretçİler

Futbol Blog. Blogger tarafından desteklenmektedir.